Turgut Özal’ın özel uçağı, 13 Aralık 1986 tarihinde Ankara Esenboğa Havalimanı’na indiğinde içinde özel bir yolcusu vardı. 19 yaşındaki halterci Naim Süleymanoğlu, Özal’ın danışmanlarıyla birlikte uçaktan iner inmez yeri öptü.
Naim Süleymanoğlu’nu havalimanında dönemin başbakanı Turgut Özal karşıladı. Naim Süleymanoğlu, komünist partinin tek yumrukla yönettiği Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nde dünyaya gelmiş, 10 yaşında profesyonel olarak halter sporuyla ilgilenmeye başlamıştı.
15 yaşından itibaren Bulgaristan’ı halter turnuvalarında temsil eden Süleymanoğlu, daha 17 yaşında “Dünyanın en iyi haltercisi” unvanını almış, birçok dünya şampiyonası kazanmıştı.
Süleymanoğlu, Bulgaristan’daki ününe ve başarılarına rağmen mutsuzdu. Ülkeyi 32 yıldır yöneten Komünist Parti Genel Sekreteri Todor Jivkov, 1985’te komünist sıfatının yanına eklediği Bulgar milliyetçiliğine daha da sıkı tutunmaya başlamış, Türklere karşı ırkçı politikalar benimsemişti. Jivkov’un amacı Türkleri Bulgarlaştırmaktı: Türklerin ismi değiştiriliyor, cenazelerinde Bulgarca dua okumaları için baskı kuruluyor, karşı çıkanlar Belene Toplama Kampı’na gönderiliyor, dövülüyor, işkence görüyordu.
Naim’in de ismi Bulgaristan hükümeti tarafından değiştirilmiş, Bulgar hükümeti kendisi için “Naum Shalamanov” ismini layık görmüştü. Bu Naim için dönüm noktasıydı, kendisini havalimanında karşılayan Özal ile düzenlediği basın toplantısında bunu şu sözlerle açıklayacaktı: “Adımı değiştirdiler 1984’te, o zamandan beri plan yapardım, napıp gelem Türkiye’ye.”
Naim Süleymanoğlu ve Turgut Özal, Esenboğa’da basın toplantısında.
Süleymanoğlu, Dünya Kupası için gittiği Avustralya’da MİT’in düzenlediği operasyonla önce Türkiye’nin Canberra Büyükelçiliği’ne, oradan Londra’daki Büyükelçiliğe kaçırıldı. Bulgar ajanlarının büyükelçilik etrafında konumlanması ve İngiliz istihbaratının suikast düzenlenme ihtimali olduğunu söylemesi üzerine Londra Büyükelçiliği’nin kısa boylu aşçısı Süleymanoğlu kılığına sokularak dört arabayla büyükelçilikten çıkarıldı, ajanlar ve basın aşçıyı taşıyan arabanın peşine takılacaktı. Ardından Özal’ın basın danışmanı ve Naim, arabayla havalimanına gitti, Özal’ın başbakanlık uçağıyla Naim, Türkiye’ye getirildi.
Naim Süleymanoğlu yeri öpüyor.
Naim Süleymanoğlu, 2017’de henüz 50 yaşındayken hayatını kaybetti. Naim’in hikayesini, komünist diktatör Jivkov’un Bulgarlaştırma politikalarını konu alan bir film ise ancak 2019’da çekilebildi. Türkiye, Bulgaristan’da yaşananları belki ilk kez bu kadar yakından anlama fırsatı yakaladı. 1989’da Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç ederek kendi isimlerini taşıyarak özgürce yaşama fırsatı bulan binlerce Bulgaristan Türkünün yaşadığı dram sonunda popüler kültürde yerini bulabilmişti.
Mustafa Uslu’nun yapımcısı olduğu Naim filminin müziğini rap sanatçısı, Eypio lakaplı Abdurrahim Akça besteledi.
Şarkının nakaratı en az Naim’in hikayesi kadar etkileyiciydi:
“Bıraktım geldim evimi geride,
Adımı aldılar kan karıştı terime,
Demişti anam bana buz da olsan erime,
Kaldırdım dünyayı dertlerimin yerine…”
Naim’in adını elinden alan komünist rejim 1990 yılında yıkıldı, partinin sloganları da marşları da tarihe gömüldü. Fakat Naim’in hikayesi hala kulaklarımızda.
Pazar günü (16 Temmuz 2023) FIVB Voleybol Kadınlar Milletler Ligi dünya şampiyonu olan Türkiye A Milli Kadın Voleybol Takımı, şampiyonluğunu Eypio’nun Naim şarkısıyla kutladı.
Videoda şarkıyı söyleyen voleybolcuların en arkasında Türkçe bilmese de arkadaşlarına eşlik eden, bu sene vatandaşlık alarak milli takıma katılan Kübalı voleybolcu Melissa Teressa Vargas Abreu da vardı.
Ne kadar ilginç bir tesadüftür ki Melissa Vargas da Naim gibi nefesi komünist rejim tarafından kesildiği için soluğu Türkiye’de almış, Naim gibi vatandaşlık alarak kariyerine özgürce devam etme şansı yakalamıştı.
Küba’ya atılan smaç
Melissa Vargas, 1999’da Küba’nın Cienfuegos kentinde dünyaya geldi. Naim gibi küçük yaştan itibaren spor odaklı eğitildi, 13 yaşında Küba Milli Takımı’na girdi.
Melissa Vargas annesiyle.
Komünist tek parti yönetimi altındaki Küba’da hayatın her alanında olduğu gibi sporda da devlet tek söz sahibiydi. 1959 yılında Küba’da yönetimi ele geçiren, 52 yıl boyunca ülkeyi yöneten Fidel Castro, profesyonel sporu yasaklamış, özel takımları kapatmış, Amerika’ya çalışmaya giden Kübalıların ülkeye getirdikleri ve kısa sürede milli bir spora dönüşen beyzbol liginde oynayan Amerikalı oyuncuları ülkeden uzaklaştırmıştı. Her idari bölgenin bir spor takımı olacak, bütün oyuncular aynı maaşı alacak, özel takımların olduğu dünya liglerindeki gibi transferler, futbolcu satın almalar olmayacak, devletin etkisi altındaki federasyonların tutucu kuralları uygulanacaktı.
İşte Melissa Vargas bireyin kararlarının bu denli kısıtlandığı, kaderinin devlet tarafından çizildiği bir ortamda kariyerine devam etmeye çalıştı. Federasyona bağlı oyuncular, yurtdışında bir takımda oynamak istedikleri zaman ise ancak federasyonun uygun gördüğü “güvenli” ülkelerde oynayabilecek, federasyonun itirazına rağmen yabancı bir takıma giden oyuncular federasyondan men edilecek, bir daha Küba’da spor yapamayacaktı. Federasyon yönetimlerinde ise komünist rejimin sadık adamları yer alacak, kararlar devlet politikaları dahilinde alınacaktı. Örneğin Castro’nun oğlu Antonio Castro, Küba Beyzbol Federasyonu’nda yönetici olarak görev yapıyordu.
Melissa Vargas, 2015’te ilk profesyonel sözleşmesini federasyonun uygun gördüğü Çek takımı Prostejov ile imzaladı. Vargas’ın takımı ligte şampiyon oldu, fakat Vargas omzundan sakatlanmıştı. Vargas, 2016’da tedavi olmak için Küba’ya döndü. Federasyon Vargas’ın kendi tesislerinde tedavi edilmesini, 7/24 gözetim altında tutulmasını istiyordu. Ailesi ise endişeliydi. Federasyonun tedavisine güvenmiyor, doktorların tutumunu beğenmiyor, federasyonun Vargas’ın tedavisi bitmeden kendisini maçlara çıkarmasından korkuyordu.
Aile federasyonun itirazına rağmen tesisten Vargas’ı çıkardı, kendi şehirlerinde özel bir klinikte tedavi altında aldı. Komünist rejim için bu başkaldırı fazlaydı. En ufak bağımsız bir muhalefete, protestoya izin vermeyen, her muhalifi “ajan” olarak yaftalayan Küba rejimi, herhangi bir bireyin devletin hilafına aldığı bir karara göz yumamazdı. Federasyon yönetimi, Vargas’ın “başkaldırısını” ağır bir şekilde cezalandırdı. 2018 yılında Federasyon, Vargas’ın 4 sene boyunca milli takımdan uzaklaştırıldığını ve federasyon üyeliğinin durdurulduğunu açıkladı. Federasyon üyeliğinin durdurulması demek Vargas’ın Küba’da bir daha voleybol oynayamaması, dünya şampiyonlarına katılamaması demekti, zira yabancı takımlarda oynamak için de devletin izni gerekiyordu, bu izni almadan başka bir ülkeye giderse bir daha Küba’da voleybol oynayamama riski vardı.
Vargas’ın 4 sene evinde beklemesi ise kariyerinin sonu demekti. Küba federasyonu, Vargas’ı en verimli olduğu yaşlarda cezalandırıyor, kariyerini adeta bitirmek, diğer sporculara gözdağı vermek istiyordu. Vargas vazgeçmedi. Federasyonun onayını almadan İsviçre’de Volera Zurich ile anlaştı, ülkesini terk etti, belki bir daha Küba forması giyemeyecek, ama rejime de baş da eğmeyecekti.
Vargas, İsviçre’den sonra 2018’de Türkiye’ye geldi, Fenerbahçe’de oynadı. 2021 yılında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı oldu, kimlik kartını Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan aldı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Vargas’a kimlik kartını veriyor.
Milli takıma katılmak için iki yıl bekledi, 2023’te ise Türkiye Milli Takımı formasını giyerek çıktığı ilk dünya turnuvasında Türkiye’ye zaferi getiren şampiyon ekibin içinde yer aldı.
Vargas, Küba’daki yönetime olan öfkesini dindirmedi. Sosyal medyadan “Küba Diktatörlüğü kahrolsun” paylaşımlarını devam ettirdi, yaşanan insan hakları ihlallerine dikkat çekti.
Naim’in adı, Melissa’nın omzu, Ebrar’ın şiiri
Küba’da sadece kendi istediği koşullarda tedavi olmak istediği için milli takımdan kovulan, 4 sene sahaya çıkması yasaklanan Vargas, bir daha dönemeyeceğini düşündüğü dünya turnuvalarına Türkiye forması ve kimlik kartı ile dönmüş, komünist rejimin kestiği soluğu Türkiye’de almıştı.
Naim’in şarkısıyla kupa kaldırmıştı.
Melissa, Ebrar Karakurt’un İsmet Özel’e atıfla dediği gibi kendisine “yargı (Melissa için yasak) yükleyenlerin utançlarından yapılma mücevherleri, yani altın madalyaları” boynuna asmış, Küba’ya gerekli cevabı Naim’in şarkısıyla vermişti.
Bireyin özgürlüğünü elinden alanlar, renklerini soldurmaya çalışanlar, tek tipleştirmeye çalışanlar, insanların adına, kimi sevdiğine, kariyerine nasıl devam edeceğine karışanlar dün olduğu gibi bugün de başaramamıştı.
Ülkeler, yönetimler, federasyonlar değişmiş, fakat Naim’in adı, Melissa’nın kariyeri, Ebrar’ın şiiri devam etmişti.
Bireyin önüne o “büyük davalar” için çekilen setler tarihin ve hayatın doğal akışına karşı duramamıştı.
Yine duramayacak. Ellerinde oklavayla insanları istedikleri şekle sokabileceklerini inananlar, bir gün boşuna çaba harcadıklarını er geç fark edecekler.
Bulgaristan’da olduğu gibi, Küba’da olduğu gibi.
Bunu anlamak için komünizmin kestiği soluğu Türkiye’de alanların hikayelerine bakmak yeterli. Özgürce ve özgünce alınan her nefesin değerini belki ancak böyle anlayabiliriz.
İlgilisine öneri
- 32. Gün Belgeseli: Naim Süleymanoğlu Nasıl Kaçırıldı? https://www.youtube.com/watch?v=OJwtmnJFh_s