Alexandre Dumas Monte Kristo Kontu isimli romanında Edmond Dantes’in hikayesini anlatır. Romanın okunmasını önererek kahramanlıktan iftiralarla hainliğe ve 14 yıl haksız tutsaklığa uzanan acı ve sarsıcı hikâyenin hikayenin tutsaklık sonrası da pek parlak değildir. Edmund tutsaklıktan kurtulur ve bulduğu hazine ile zengin olup kendini Monte Kristo Kontu adıyla tanıtarak yeni bir amaç edinir. Tek amacı kendisine geçmişte komplo kuranlardan, zarar verenlerden intikam almaktır. Edmund, geçmişte yardımcı olan tek kişi olan eski patronunu iflastan kurtarırken, zarar verenlerin kendi zaaflarını kullanarak her birinden intikam alır.
Sonra ne mi olur? Bütün düşmanlarından intikamını aldıktan sonra bir mektup bırakarak bir gemiye binip ortalıktan kaybolur. İntikam, alınıncaya kadar insanı esir alan bir duygudur ama her şey bitiğinde kimseyi tatmin ettiği, huzur verdiği de görülmemiştir. Keşke Monte Kristo Kontu olarak geçmişin üzerine bir çizgi çekip yeni bir yaşama başlayabilseydi Edmund. Keşke intikam almak yerine yeni bir dünya kurmak ve hep birlikte huzur bulmayı amaçlayabilseydi. 14 yıllık tutsaklığı unutturabilecek, tutsaklığın yıpratıcılığını onarabilecek intikam dahil hiçbir duygunun olmadığını bilseydi, bilebilseydi. Edmund gemiyle nereye gitti, gittiği yerde huzur buldu mu, bilinmez. Geriye Aleksandre Dumas’ın tüm kitaplarından daha fazla hatırlanan ve insanın yüzüne tokat gibi çarpan bir söz kaldı:
“Vatan hainliği ve vatanseverlik arasındaki fark bir takvim meselesidir.”
Öyle midir gerçekten, bir takvim meselesi midir? Acaba ülkemizde de sadece takvim meselesi midir?
25 Ağustos günü İstanbul Kağıthane’de uyuşturucu satıcılarına operasyon düzenlendi. Uyuşturucu satıcılarına hiç göz açtırmamalarını dilediğimiz, bu operasyonlarda ayaklarına taş değmesini istemediğimiz emniyet görevlilerimizden Hakan Telli şehit edildi. Ciğerimiz yandı. Cenaze töreninde şehidimizin iki kız evladının ellerini İçişleri Bakanımız Ali Yerlikaya ve İstanbul İl Emniyet Müdürümüz Zafer Aktaş tutuyorlardı. Üç kız evlat babası olarak zihnime kazınan fotoğrafı görünce çok ağladım. Sonra, şehit polisimizin 15 Temmuz sonrası kamu görevinden ihraç edildiği ve 697 sayılı KHK ile görevine iade edildiğine dair haberler ortaya çıktı. 697 sayılı OHAL KHK’sı Morbeyin tuzaklarının ortaya çıkması sonrasında mağdur olanların iade edildiği bir KHK idi. Daha fazla detaya girmeye gerek yok. Sn. Bakanımıza ve Sn. Emniyet Müdürümüze bir soru sormak istiyorum:
Şehit polis memurumuz Hakan Telli mesleğinden uzak bırakıldığı süre içinde vefat etmiş olsaydı evlatlarının ellerinden kim tutacaktı?
Ağrı’da şehit düşen “er” Burak Zekeriya Altınok’u hatırlar mısınız? Hakan Telli gibi polisti. 701 sayılı OHAL KHK’sı ile ihraç edilmiş, 16 ay hapis yatmış, hapisten çıkınca parası olmadığı için bedelini ödeyememiş, uzun dönem askere gitmek zorunda kalmıştı. Allah aşkına, terör örgütü üyeliği şüphesiyle ihraç edilmiş bir kişinin eline silah verilerek askere alınması sadece bana mı garip geliyor? Yoksa askere alanlar da bu şüphenin takvime bağlı olduğunu düşünüp önem vermiyorlar mı? Zekeriya askerde iken şehit oldu ve geride iki evladı kaldı. (https://www.indyturk.com/node/84116/haber/khk-ile-ihra%C3%A7-edilip-16-ay-hapis-yatan-eski-polis-memuru-askerlik-yaparken-%C5%9Fehit)
Kayseri Barosu bağlı olarak çalışan avukatı Ahmet Demirci’nin sosyal medya paylaşımı hiç aklımdan çıkmıyor:
“Size en mutlu sonu bildiriyorum. Müvekkilim Burak Zekeriya Altunok bu dosyadan sonra vatani görevi için gittiği Peygamber Ocağında dünyadaki bütün suçlamalardan beraat etmiş ve şehit olmuştur. Allah rahmet eylesin.”
Şehit Zekeriya Altınok’un cenazesi askeri törenle kaldırıldı. Emniyet Müdürlerimiz ve İçişleri Bakanımız şehit Zekeriya Altınok’un evlatlarının elinden tutuyordur, zira boyunlarına borçtur. Aksini hiç düşünmüyorum.
TSK’da 11 yıl boyunca F-4 ve F-16 savaş uçaklarında pilot olarak görev yapmış, El Bab ve Afrin Harekatlarına katılmış, sonrasında 2020 yılında ankesörlü telefondan aranma iddiasıyla ordudan ihraç edilmiş Pilot Üsteğmen Yahya Tarih’i hatırladınız mı? (https://serbestiyet.com/haberler/ihrac-f-16-pilotu-ciftcilik-yaptigi-koyunde-traktor-kazasinda-hayatini-kaybetti-140009/) Düşünün ki 2020 yılına kadar birçok kritik göreve katılmış, kelle koltuğunda verilen emirleri harfiyen yerine getirmiş bir pilot 2020 yılında ihraç ediliyor, bir yıl hapis yatıyor. Sonra ne mi yapıyor? Kayseri Pınarbaşı’ndaki köyünde babasıyla birlikte çiftçilik yaparak, mısır, patates, buğday ekimiyle uğraşarak geçimini sağlamaya çalışıyor. Babası belki de kahrından vefa ettikten üç ay sonra kullandığı traktörün devrilmesi sonucu vefat ediyor Yahya Tarih. Allah aşkına sorun kendinize, böyle terörist mi olur?
Yahya Tarih’in geride kalan oğlunun elinden tutacak bir devlet erkanı olacak mı peki? Tutulmayacaksa neden? Takvim yüzünden mi? Devletin mevcut takvimdeki bürokrasisi Yahya’yı şehit olarak nitelemedi diye mi? El Bab’da, Afrin’de veya herhangi bir görevde vefat etmiş olsa şehit denilecekti, şimdi sadece “rahmetli” diye mi? Allah’ın işini biz mi üstlendik, biz mi karar veriyoruz kimin şehit olup kimin olmadığına?
İçişleri Bakanlığının çoğunluğu Jandarma genel Komutanlığında askeri personel olan 300 kadar çalışanının Yüksek Disiplin Kuruluna sevk edildiğini ve sayının sürekli arttığını biliyor musunuz? Tamamına yakını açıkta olan bu kişilerle ilgili temel suçlama da ankesörlü hatlardan aranmış olmak. Aralarında müvekkillerimin de olduğu açıktaki askeri personel darbe girişiminden sonra da yaklaşık yedi yıl her türlü kritik görevi yaptılar. Hatta İçişleri Bakanımızı da hemen tüm siyasetçilerimizi de korudular.
Şimdi terör örgütü üyeliği şüphesiyle açıkta olan askeri personel hangi takvimde vefat ederlerse cenaze törenlerine devlet erkanı katılacak ve geride kalan evlatlarının ellerini tutacak? Sizce bu işte bir yanlışlık yok mu?
Hukuki belirlilik ve hukuki güvenlik ilkeleri “Hukukta iki kere iki dört etmelidir” şeklinde tarif edilir. Hukukun belirli olmadığı, hukuki güvenliğin sağlanamadığı ülkelerde ise dördün ne olduğunun tanımı değişebilir. İkiler aynı olsa bile bir bakmışsınız hain bir bakmışsınız vatansever olarak tanımlanabilirsiniz.
Çoğumuzun Akıl Oyunları filmiyle adını duyduğu, matematik dehası John Nash “Oyun Teorisi Dünya Kongresi 2012”ye katılmak üzere İstanbul’a geldiğinde gazeteci Mehveş Evin kendisiyle bir röportaj yapmıştı (https://t24.com.tr/haber/nobelli-matematikci-john-nash-iyi-matematik-bilmeyen-toplumlarda-adalet-yoktur,209127). Röportaj sırasında Nash, Türkiye’nin matematikte dünya sıralamasında sondan ikinci olduğunu öğrenince ciddileşiyor “İyi matematik bilmeyen toplumlarda adalet yoktur” diyordu. Matematik dehasına göre böyle bir durumda çocukları hiç okula yollamamak, evde eğitmek bile daha iyi sonuçlar verebilirdi. 2015 yılında vefat eden büyük deha Nash ülkemizin ve dünyanın bu zamanları görmedi. İyi ki görmedi. Her birimize bir gemiye binip uzaklaşmayı tavsiye edebilirdi. Belki de gençler matematik ve adalet ilişkisini içlerine sindiremedikleri için çoğunlukla ülkeden gitmek istiyorlar. Takvime göre değişen tanımlar ve mağduriyetler görmek de mağduriyet yaşama riskini kabullenmek de istemiyorlar.
Kimsenin uzaklaşmak istemeyeceği bir ülke hayali çok mu uzak? Bir çizgi çeksek geçmişin üstüne ve insanımızın huzur bulması için ne gerekiyorsa onu yapsak, olmaz mı? Çocukların ellerinden ayrımsız tutabilmek için, evet evlatlarımız, yani geleceğimiz için hiç kimseyi tatmin etmeyecek intikam duygularını bir kenara bıraksak, olmaz mı? Belki biraz huzur da buluruz.