Önce şu paragrafı okuyup meraka kapıldım:
“Maalesef CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘helalleşme’ adımlarını anlamakta zorluk çeken Ortodoks sol, dindar-muhafazakâr kesimleri 6’lı masadan uzaklaştırmak için canhıraş bir mücadele veriyor ve sonuç olarak seçimlerde Cumhur İttifakı’nın kazanması için çalışıyor.”
Genellikle okuduğum, ilginç bulduğum bir yazar değil, ama meraka kapılınca yazının geri kalanını da okumak zorunda kaldım. Baktım, aynı iddia tekrarlanmış:
“Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘adalet yürüyüşü’ ile başlayıp ‘helalleşme’ adımı ile zenginleşen değişimci politikalarının önünde adeta bir barikat gibi yükselen Ortodoks solun arkaik duvarlarını görmek doğrusu insanda umutsuzluk yaratıyor.”
Umutsuzluğa belki kapılacaktım, ama kapılamadım, çünkü merak ağır basıyordu: Kim bu “Ortodoks” sol? Karar gazetesi yazarı, yılların muhafazakâr ve dindar gazetecisi, eski AKP milletvekili, yeni muhalif Mehmet Ocaktan, “Ortodoks sol” derken kimi kastediyordu?
Ve sonunda merakımı giderdim. Şöyleymiş:
“Mesela Cumhuriyet’ten Nilgün Cerrahoğlu dünkü yazısında, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le yaptığım röportajdaki ‘Din siyasetin içinde olmamalı’ sözleri üzerinden tuhaf bir itibarsızlaştırma kampanyası başlattı.”
Yani “Ortodoks sol” derken kastedilen Cumhuriyet yazarı türünde bir şeymiş!
Ne yalan söyleyeyim, ben kendimi taş gibi, çok ortodoks bir solcu olarak düşünürüm. Ve hayatımda hiç Cumhuriyet gazetesini, ortodoksluk bir yana dursun, hafifçe bile solcu olarak düşünmemişimdir. Cumhuriyet yazarı/okuru türünü ise her zaman siyasî muarızım olarak görmüşümdür. (Muarız biraz eski bir kelime oldu; isterseniz basitçe ‘düşman’ diyebiliriz).
Ortodoks ne demek? Yunanca orthos düz veya doğru, doksa ise görüş veya inanç anlamına geliyor. Yani ‘doğru görüş/inanç’. Neye göre doğru? İlk ve temel öğretilere göre. Ortodoks kişi bu öğretilere sadık kalır, sonraki değişiklikleri, “sapmaları” kabul etmez.
En çok dinî bağlamda kullanıldığına göre, şöyle örnekleyebilirim: Papa son derece ortodokstur, ortodoks Hristiyanlığı o tanımlar. Protestanlar ise, adı üstünde, ortodoksluğa karşı bir protest hareketidir.
Peki, bunu sol siyasete nasıl uyarlayacağız?
Basit. Marx, Engels ve Lenin solculuğun ortodoksluğunu oluşturur. Yazdıkları her kelimenin doğru olduğu anlamında değil tabii. Yazdıklarının çok büyük çoğunluğu doğrudur doğru olmasına, ama daha önemlisi dünyayı anlamak ve değiştirmek için önerdikleri ve kullandıkları yöntem doğrudur.
Tekrar edeyim: Marx, Engels ve Lenin.
Yani Marx, Engels, Lenin ve Mustafa Kemal değil.
Solun ortodoksluğuna Mustafa Kemal çok ilkesel, çok temel, çok ortodoks iki dev nedenle giremez.
Birincisi şu. Kemalizm yeni kurulan Türk ulus devletinin ideolojisidir, millîdir, milliyetçiliğin Türkçesidir. Oysa Marx, Engels ve Lenin için, “İşçi sınıfının vatanı yoktur” diyen, “Bütün dünyanın işçileri birleşin!” diyen bir ortodoksluk için hiçbir şey millî değildir. Milliyetçilik işçi sınıfını böler, dolayısıyla sosyalizmin önündeki önemli engellerden biridir. Marx şöyle der:
“İşçinin milliyeti Fransız, İngiliz veya Alman değildir; emektir, ücretli köleliktir, kişinin kendini satmasıdır. İşçinin hükümeti Fransız, İngiliz veya Alman değildir; sermayedir. İşçinin yerli oksijeni Fransız, İngiliz veya Alman havası değildir; fabrika havasıdır. İşçinin sahip olduğu toprak Fransız, İngiliz veya Alman toprağı değildir; yeryüzünün birkaç metre altıdır.”
Kısacası, millî bir çözüm, millî bir kurtuluş peşinde olanlarla ortodoks solun işi olmaz. Biz marksistiz, onlar Türk milliyetçisi.
İkincisi şu. Kemalistler, solculuk zannettikleri şeyi Marx’tan değil Mustafa Kemal’den (biraz da Stalin sosuna bulanmış olarak) öğrendikleri için, din olgusunu tüm toplumsal, tarihsel bağlamlardan kopararak dindarlığı gericilik, tüm dindarları gerici olarak düşünürler. Oysa ne Marx böyle düşünür, ne de marksizmin önemli herhangi başka bir ismi. Şöyle der Marx:
“Dinî ıstırap, bir ve aynı zamanda, hem gerçek ıstırabın ifadesi hem de gerçek ıstıraba karşı bir protestodur. Din, ezilenlerin iç çekişi, kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz koşulların ruhudur. Kitlelerin afyonudur.” (Marx’ın bunu yazdığı dönemde afyonun ilaç olarak kullanıldığını hatırlatayım.)
Açık ki, ezilen büyük kitlelerin, berbat bir dünyaya karşı ilaç arayan kalabalıkların dine sarılmasını “gericilik” olarak anlamak marksizme ve ortodoks sola değil, Cumhuriyet yazarlarına özgü bir dangalaklıktır.
Türkiye’de dindar kitlelerin kemalizmden bezip AKP’ye oy vermesi (hatta 20 yıl sonra vermeye devam etmesi) ortodoks sol için anlaşılmayacak bir şey değil. Nilgün Cerrahoğlu gibileri içinse, kitlelerin sorunu gerici olmaları, koyun olmaları, Mustafa Kemal’in izinde yürümemeleri. Cerrahoğullarının altılı masaya karşı olmaları da bundan kaynaklanıyor zaten; CHP’nin “dindar ve gerici” kitlelerin geçmişte oy verdiği kişilerle ilişkilenmesini istemiyorlar. (Altılı masadan ben de hoşlanmıyorum, ama benim derdim dindarlarla değil, faşistlerle).
Ortodoks sol için sosyalizm büyük emekçi kitlelerin kendi eylemleriyle kendi iktidar organlarını yaratıp kendi iktidarlarını kurması anlamına gelir. Demek ki, dindar olsunlar veya olmasınlar, kitleleri küçük görmek ortodoks solculukla bağdaşamaz. Bu nedenle de Cumhuriyet yazarlarıyla biz ortodokslar arasında birkaç Çin Seddi ve bir iki de okyanus vardır.
Kısacası, Mehmet Bey, ben nasıl sizin hakkınızda “Dindar, demek ki AKP’li” diye düşünmüyorsam, rica ederim siz de beni milliyetçilerle, ulusalcılarla, kemalistlerle karıştırmayın.