Susuz hayat imkânsız. Su yaşamsal bir ihtiyaç.
İklim felaketi ve kirlenme ile birlikte yeryüzündeki kullanılabilir su kaynakları hızla azalıyor. Su krizi kapıda. İstanbul gibi şehirlerde risk giderek artıyor.
Su ihtiyacını uzaktaki su havzalarından karşılayan bir şehir konumunda, İstanbul.
İklim kuşağı özelliklerinin değişmesi ile birlikte, kişi başına düşen su miktarı sürekli azalıyor.
80’li yılların ortalarından itibaren Dünya Bankası’ndan alınan büyük çaplı kredilerle atıksular için kolektörler ve arıtma tesislerinin yapımına girişildi. Su yönetiminin yeniden yapılanmasının gerekli olduğu ortaya çıktı. Ancak insan merkezci yönetim modeli değişmedi.
Aradan kırk yıl geçmesine ve yönetimlerin şehirsel atıksuyunu tümüyle arıtacağını ilan etmesine rağmen, üçte birine zor erişildi. Tesislerin, kolektörlerin yapım ve işletme maliyeti çok yüksek olduğu için projeler bir türlü tamamlanamadı. Bazıları on yıllar geçtikten sonra iptal edildi. Bu arada pratik bir çözüm olarak denize derin deşarj gündeme geldi.
O tarihlere kadar İstanbul’da atıksu sistemleri bulundukları yerlere göre farklılık gösteriyor(du).
Bazı semtlerde yakın tarihlere kadar yağmur sularını sarnıçlarda biriktiren, atıksuları geri kazanan örnekler bulunuyor(du). 1980’lerin ortalarına kadar şehrin düzenli su alan Beyoğlu, Şişli gibi yoğun yapılaşmanın olduğu yerlerde kısmen atıksuları denize ileten kanalizasyonlar bulunuyordu. Bina yoğunluğunun nispeten düşük olduğu semtlerde, banliyölerde basınçlı su kullanılsa bile, fosseptikler kullanılıyor(du). Belediye yönetmeliklerine göre tasarlanmış fosseptikler iki hazneli, toprak altında inşa edilmiş düzenekler(di). Bu düzeneklerde bakteriler tarafından temizlendiği için atıksu kimi yerlerde denize ya da toprağa veriliyor(du). Kimi yerlerde de kullanılıyor(du). O tarihlerde Ümraniye gibi gecekondu bölgelerinde de atıksuyun bahçelerde kullanıldığına tanık olmuştum.
(Hala mevcut ve çalışır durumda olan yerler bulunduğu için geçmiş zaman kipindeki ekleri paranteze aldım.)
1980’lerin ortasında yeni bir dönüşüm yaşandı. Kaçak yapıların olduğu bölgelerde belediye hizmetleri ve şehir suyu dağıtımı yaygınlaştı. Atıksu miktarı da artınca, bu doğal arıtma sistemleri lağvedildi. Örneğin Ümraniye’de, Kısıklı’da, Dudullu’da, Bostancı’da, Maltepe’de, Pendik’te, Bostancı’da Yeşilköy’de, Fenerbahçe’de, ama hala su toplama imkânlarını, sarnıçlarını ve atıksu sistemlerini koruyan Adalar’da… Belediyeler mevcut fosseptik sistemlerini iptal ettiler, atıksuyu doğrudan kanalizasyona bağlamayı yönetmelikle şart koştular. Bu tarihlerde şehirsel atıksuyun arıtılması için Dünya Bankası’ndan muazzam büyüklükte krediler alındı. İSKİ’nin abonelere yansıyan su faturaları atıksu arıtma maliyeti olarak ikiye katlandı. Şehrin imar yoğunluğu nedeniyle uzaktaki su kaynaklarına ihtiyaç duyması sonucu taşıma maliyeti arttı.
Geçmişte atıksular ve yağmur suları zehirlenmeden kullanılıyordu, sulamada. Bugün denize veriliyor ve kimyasallarla zehirlenerek.
Büyükşehir Belediyesi’nin bir şirketi tarafından hazırlanan Adalar Planları’nı bir örnek olarak gösterebilirim: Yetkililer tarafından düzenlenen bütün toplantılara katıldım. Planlama toplantılarında yetkililer tarafından “Adalar arasında kolektörlerin yapılacağı, bütün atıksuyun toplanarak Büyükada Kumsal mevkiinde ileri biyolojik arıtma teknolojisiyle temizleneceği” açıklandı. Buradaki bir tesiste biyolojik arıtma sonrası zehirli maddelerin santrifüj, kurutma yöntemiyle toplanacağı ve ağır kamyonlarla anakaraya taşınacağı bilgisi de verildi.
Toplantıda şu soruları sordum: 1: Ne zaman tamamlanacak? İş planı nedir? 2: Bütçesi ne kadar? 3: Kumsal’da nasıl yer alacak? 4: Projeyi görebilir miyiz? 5. Atıksuyun tam olarak arıtılacağını söylediniz. Peki o zaman neden denize veriyorsunuz? Öyle ya madem suyu arıttınız, kaynağındaki hale getirdiniz, neden denize veriyorsunuz? Sonuçta başka yaşam ortamlarının suyunu çalıyoruz. Suyun maliyetinin yüzde seksenini taşımak için gerçekleşen enerji tüketimi oluşturuyor. Arıtma ve zehirli çamuru kurutma, taşıma maliyeti de öyle… Ayrıca Büyükada’da sözü edilen yerde, Kumsal’da bu büyüklükte bir yer yok. “Denize dolgu yapılabilir” dediler ama o da mümkün değil. (Söyledikleri projeye göre Su Sporları Kulübü’nün oradan taşınması lazım.) Adalar arasında yapılması planlanan kolektörlerin maliyetini de sordum. Çünkü bu uzunluktaki kolektörlerin, pompalama istasyonlarının maliyeti yüz milyon doları bulabilir. Bunun yerine merkezi değil, yerel arıtma tesislerinin daha iyi sonuç vereceğini, hem de yerel halkın sahiplenme, atıksuyu değerlendirme bilincini geliştirilebileceğini söyledim.
Ne cevap verdiler biliyor musunuz? Hiçbir cevap vermediler. Çünkü ortada bir proje yok. Karşımızda yalnızca “merak etmeyin, sizin bir şey yapmanıza gerek yok, biz sorunları çözüyoruz” diyen insan-merkezci bir yönetim modeli var. Kalıp gibi tekrarlanan bürokratik çekmece ihale şartnameleri, kapalı yöntemler ve müteahhitler tarafından hazırlanan projeler… Dolayısı ile ihale yapılmadığı için bir zaman planı da, proje de, yerelde bir çalışma da yok.
Su ve atıksuyun yönetiminde yerel halkın söz sahibi olabilmesi için İSKİ yönetiminin acil olarak katılımcı hale getirilmesi gerekli. Tıpkı su tasarrufu için başlatılan kampanyada olduğu gibi, hiç zaman kaybetmeden şehirsel atıksuları geri kazanmak için maliyeti çok düşük katılımcı çalışmalar hemen başlatılabilir.
Yerelde, su ve atıksu sistemlerinin yönetiminde bağımsız sivil toplum kuruluşları aktif kılınmalı. Vatandaşların bilinç düzeyi, katılım enerjisi yükseltilmeli. Sorun sahipleri ile temas edilmeli. İstanbulluları bu kritik sürece dahil etmeden katılımcı, sürdürülebilir bir su ve atıksu yönetimini hayal etmek mümkün değil.