Bazen, latife olsun diye, Çamlıca’daki altı minareli camiye, Tayyibiye Camii derim. Cumhurbaşkanın tavrı, hali, liderin tek sözüne bağlı keyfilik, biat ve sadakat, anayasa, mevcut düzenimizi çağdaş bir sultanlık sistemini benzetmez değildir zira…
“Köpeklerle dehşetengiz mücadeleleri” vesilesiyle sultanları son günlerde sık anıyoruz.
Bu vahşi “mücadele”nin en ünlü faslı, malum, Sultan Reşat dönemindeki, İttihatçıların güdümündeki vahşettir. 1910’da 80.000 köpek Sivriada’ya gönderilmiş, açlıktan birbirini yiyerek ölmüşlerdi, iktidarın ruh halinin bir sonucu olarak.
İktidar böyle buyurmuştu ama halk vicdanı da korkuyu da bilirdi.
Musa Kesler hatırlatmış, Pierre Loti’nin şu satırlarını: “Dört-beş asırlık sadakatten sonra (köpekler) katliamların en iğrencine mahkûm edildiklerini gördüler. Hiçbir Türk, Hilâl’e uğursuzluk getireceği söylenen bu onur kırıcı görevi üstlenmek istemedi. Bu yüzden serseriler, işsiz güçsüzler ve haydutlar görevlendirildi…” Nitekim İstanbul halkı Bakan Savaşı felaketini, 1910 vahşetine bağlayacak, “köpeklerin laneti” diye görecektir. Sivriada’nın “hayırsız ada” olarak anılması da bu yüzdendir.
İttihatçılar ve Sultan Reşat bu işe ilk soyunanlar değildi.
İlk köpek sürgünü 2. Mahmut döneminde yaşandı. Asırlardır insana sokaklarda yarenlik eden hayvanlar için sokak sokak dolaşarak mama satan seyyar satıcıların bile bulunduğu bir dönemde, talihsiz bir köpek bir İngiliz diplomatını ısırdı diye, Sultan Mahmut sokak hayvanlarını sürmeye karar vermiş, köpekler toplatılıp Sivriada’ya bırakılmışlardı. Halkın buna tepkisi esaslı olmuş. “Allah’ın gazabı üzerimize olur” korkusu eklenince, o köpekler tekrar getirilmişti İstanbul’a.
1860’da Sultan Abdülaziz döneminde de aynı şey yaşanmıştı. Köpekler adaya gönderilmiş, ardından çıkan büyük yangını halk buna bağlamış, tepki vermiş, köpekler geri gelmişti.
Şimdi yeni bir itlaf kampanyasının eşindeyiz.
Hükmü veren bu kez Erdoğan…
Yasa istedi, yasa hazırlandı…
Dün şöyle diyordu cumhurbaşkanı: “Gelişmiş hiçbir ülkede olmayan bir başıboş köpek sorunumuz var. Sahipsiz köpek sayısını ‘yakala-kısırlaştır-sal’ metoduyla çözmek istedik, ama bu bir çözüm olmadı. Veriler bu metodun, dünyanın diğer ülkelerinde de sahipsiz hayvan nüfusunu azaltmadığını gösteriyor. Şu anda bizim artık bu sorunu köklü şekilde bir çözüme kavuşturmamız gerekiyor” diyor, köklü çözümün ise, sahiplenilmeyen tüm sokak köpeklerini bir süre sonra itlaf etmek olduğu söylüyordu.
Ülkede 4 milyona yakın sokak köpeği var, velhasıl, öngörülen görülmemiş bir köpek katliamı…
Vicdan bir yana, tarih de, itlaf metodunun bir çözüm olmadığı gösteriyor.
Erdoğan’ın ‘yakala-kısırlaştır-sal’ dediği yöntem ise, onun sanısının tersine, bu ülkede doğru dürüst hiç uygulanmadı!
Ne para ayrıldı bu işe, ne kamuda çalışan veteriner sayısı arttırıldı, ne veterinerlerle iş birliği ve kısırlaştırma kampanyası yapıldı!
Burgazada gözümün önündeki örnektir. Belediye tarafından haftada bir gün gelmesi lütfen uygun görünen bir veterinerle, gönüllülerin kısırlaştırma çabalarıyla idare ediyor ada halkı. Hayvanlarına sahip çıkıyor, uyutma kelimesini duymak bile istemiyor.
Çözüm belli…
Türk Veteriner Hekimleri Birliği Merkez Konsey Üyesi Melike Baysal söylüyor:
“Popülasyonu artan hayvanlar sürüleşirler. Ancak suç sürüleşen hayvanlarda değil, bu hayvanların 20 yıldır üremelerinin engellenmemesinde. Tüm ülkede, aynı anda üremenin engellenmesine yönelik çalışma, yani kısırlaştırma yapılmalı. Aynı zamanda çok güçlü ve baskın karakterli köpekler de alınıp kısırlaştırılmalı ve bir süre rehabilitasyonları sağlanmalı. Bunlar içinde agresif köpekler varsa, gerekirse hayatlarını bakımevinde tamamlamalılar. Zaten bu hayvanların sayısı çok az…”
Dr. Tarkan Özçetin söylüyor: “Bir an önce orta halli bir futbolcunun transfer parası bile etmeyecek bir bütçeyle, ilgili bakanlıklarla, yerel yönetimlerle, sivil toplum örgütleriyle, halkla, hayvanseverlerle başlayalım çalışmaya. Bir şans verin…”
Ve bir karar verin, kötüleri mi örnek alacaksınız yoksa akıl ve vicdan yolundan mı gideceksiniz?