Avusturya maçının son saniyesinde Mert Günok’un akıllara zarar refleksi, çeyrek finalin kapısını açmıştı. O maçta iki duran top, iki golle tabeleya yansıyınca, herkes çeyrek finalin gıçırtılı dişlerini unuttu ve ‘’Bozkurt’’un her derde deva olacağını varsaydı. Bozkurt belki öze dönüştü ama bu yol, çeyrek finalin ortasından geçmeyi garantilemiyordu. Belli ki, Bozkurt dayatmasını umursamayan ve satrancın başından ayrılmayan biri vardı; Montella. Çeyrek final yolunu ortadan delip geçemezse bile, yolun ortasında durmayı nasıl becerebilirim üstüne kafa yormuş. Bulduğu yol işe yaradı. Onu yolun ortasında tuttu ama karşıya geçmesine yetmedi. Üstelik bunda onun hiçbir kusuru da yoktu.
Türk futbolunun en zayıf karnı, bilindiği gibi savunması olagelmiştir. Savruk, panik, top uzaklaşın da nereye giderse gitsin üstüne bina edildi; ne de olsa Çanakkale geçilmezdi’’ Bu büyük kusuru Montella zarif dokunuşlarla derleyip toparladı. Turnuva boyunca Türkiye takımı Montella’nin savunma prensiplerine bağlı kaldı. Neydi bu prensipler?
Birincisi, top rakibe geçtiğinde geriye doğru koşular yapmak yerine, alanı daraltıp, her iki kanatta kademli olarak, dörtlü bloklar şeklinde dizilip, rakibi karşılamak ve defansın merkezini mutlaka bir ya da iki kişiyle kapatmak. Nitekim, Portekiz maçının ikinci golü hariç, takım savunmanın göbeğinden, rakibe gol atma imkanı vermedi.
İkincisi, savunma baskı altındayken bile, topun kiymetini bildi ve kısa paslarla, topu akan oyuna dahil etmeyi becerdi. Nadir de olsa, hücum ederken, savunmanın iki kanat oyuncusunu, rakip yarıya sahaya yerleşmek niyetiyle, ileri göndermekten teredüt etmedi.
Başka bir ifade ile topu birinci bölgeden ikinci bölgeye taşımak amacıyla, Montella yapılar inşa etti. Orkun, Çalhanoğlu, Kadıoğlu, Mert ve Kaan bu yapının pozisyona göre değişken oyuncuları oldular. Hatta dönem dönem bu döngüye Arda Güler de katıldı.
Montella topun rakipte olma hali üstüne bina ettiği savunma anlayışı ve disiplini daha önce gördüğümüz bir şey değildi. Bu bazen Şenol Güneş denese bile, bu kadar uzun ömürlü ve kesintisiz bir karakter kazanamıyordu.
Meselenin hücum boyutu hala olduğu gibi yerli yerinde duruyor. Hücum cidden yetenek ve öz güven gerektirdiği için, o ürünler hala ham ve hala sabırlı dokunuşlara muhtaç. Söz gelimi hem Avusturyanın hem de Hollandanın hücum oyununu oynamak uzak bir hayal. Çünkü bu oyunlar özellikle toplam yetenek havuzunun oyuna yansımasını gerektiriyor. Montella’nin alışkanlık haline getirdiği, savunmada hızla çoğalmak gibi, hücumda da aynı hızla çoğalmak şarttır.
Hiç kimse kusura bakmasın, bu meyve Türkiye süper liginde herkesin geniş alan aradığı ve oyun taktiğini üstüne kurduğu o zihniyetle olmaz. Hiç kimse hiç kimseye geniş alan bırakmıyor artık. Türkiye bile, rakibine geniş alan bırakmamayı öğrendiğine göre, gerisini siz hesaplayın.
Turnuvalarda sadece savunmanın direnciyle bir yere kadar gitmek mümkün; ama turnuvaların asil aktörü olmak, oyunun iki hali üstüne de uzmanlaşmak ile ancak mümkün. Montella işin yarısını bitirmiş. Şans verilirse, ikinci yarısını da tamamlayabilir. Yeter ki o sabır ve istikrar bir irade olarak ortaya konsun.