Özellikle ekonomik veya başka sıkıntılarla boğuştuğu dönemlerde sık sık gündemin değiştiğine şahit olduğumuz ülkemizde, bu defa İngilizce hindi ile isim benzerliği nedeniyle yaşandığı iddia edilen karışıklık ve hatta istihzadan dolayı, ülkemizin adının tüm dünyada Türkçe olarak kullanılması için bir kampanya başlatıldı. Bu kampanyanın herhangi bir tartışma, kamuoyu nezdinde yoklama yapılmadan, mevcut ekonomik sıkıntıların ağırlaştığı ve devletin yıllık bütçesinin altı ayda tükendiği bir ortamda maliyeti gibi çeşitli unsurlar katiyen hesaba katılmadan ve ihtiyaç duyulmadan başlatılması yönetim tarzımızın bir özelliği olarak görülmelidir.
Aslında böyle bir deneme bundan 30 yıl kadar önce zamanın cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın eşi Semra Özal’ın fikri olarak gündeme gelmiş ve bir süre sonra bundan vazgeçilmiştir. Bu defaki denemenin yine kısa ömürlü olup olmayacağını zaman gösterecektir.
Kırk yıllık meslek hayatımda ve daha önce yurt dışında geçen öğrencilik hayatımda ülkemin adının hindilerle özdeşleştirildiğini ve bu yüzden de benimle dalga geçildiğini doğrusu hatırlamıyorum. Belki bir nedeni bu isim benzerliğinin sadece İngilizce için geçerli olduğu, Fransızca, İspanyolca vs gibi uluslararası geçerliliği olan dillerde hindiye apayrı isimler verilmiş olmasıdır. Örneğin, Fransızca hindiye “dinde” yani “Hindistanlı” veya “Hindistandan” denmektedir. Ancak Hindistan’ın bu ad benzerliğinden gocunduğunu ve Fransızlara ülkelerinin adını Hintçe anmaları için baskı yaptıklarını duymadım.
Türkiye adının sadece İngilizce konuşulan ülkelerde değil tüm dünyada kullanılmasının istenmesi aslında bir anlamda Anglosakson kültürel egemenliğinin kabul edilmesi anlamına geliyor. Oysa istatistiklere göre İngilizce, dünya nüfusunun sadece %16.5’u tarafından konuşulmaktadır. Kalan %83.5 başta Mandarin Çincesi olmak üzere, Hintçe, İspanyolca, Fransızca ve diğer bir çok dili kullanmaktadır. Bu dillerde ülkemizin adı ile malum kuşun adı arasında herhangi bir benzerlik yoktur.
Kaldı ki olsa bile duyulan bu hassasiyete doğrusu pek bir anlam veremiyorum. Birçok ülkenin devlet armasında başta, aslan, kartal olmak üzere çeşitli hayvanlar bulunmaktadır. Selçuklular belki Bizansın etkisiyle çift başlı bir kartal kullanmışlardı. Bugün Arap ülkelerinin birkaçının devlet armasında kartal bulunmaktadır. Demek oluyor ki devlet armasında bir kuş bulundurmak İslamın uygun görmeyeceği bir şey değil. Bizde Osmanlının son zamanları hariç ay yıldız dışında devlet arması yerine geçecek bir şey bulunmadığı için böyle bir durum gündeme gelmedi.
Devlet armalarında sadece aslan veya kartal gibi asil sayılacak hayvanlar yoktur. Mesela Fransa’nın ve Belçika’nın Fransızca konuşulan bölgesi Valonya’da horoz milli semboldür. Fransa’da horoz bayrağın mavi-beyaz-kırmızı renkleriyle, Valonya’da ise yine bayrağın siyah-sarı-kırmızı renkleriyle görülür.
ABD’nin devlet armalarında kartal bulunmaktadır. Ama hindinin de ABD geleneklerinde özel bir yeri vardır. Her yıl Kasım başında kutlanan ve Kuzey Amerika kıtasına ilk göç edenlerin anıldığı Şükran Gününde geleneksel olarak ABD Başkanı Beyaz Saray bahçesinde bir hindiyi “affetmektedir.” Gerçi “affedilen” hindinin akıbetinin ne olduğunu, doğal ömrünün sonuna kadar yaşamasına izin verilip verilmediğini bilmiyorum ama bu tören tv’lerde canlı olarak yayınlanmakta ne başkan ne de etrafındakiler bir hindi ile birlikte böyle bir ortamda bulunmaktan rahatsızlık duymaktadırlar.
Aslında ülkemizde de konuya geniş bir ilgi duyulduğunu, başta İngilizce olmak üzere ülkemizin tüm dillerde ve ülkelerde “Türkiye” olarak tanınması yolunda kamuoyundan iktidara bir baskı ve talep geldiğini söylemek mümkün değil. Nüfusumuzun önemli bir bölümünün uygulanan ekonomik politikaların neticesinde gittikçe fakirleşmekte olması ve geçim sıkıntısının her gün daha geniş kitleleri daha ağır bir şekilde vurduğu bir ortamda zaten halkımızın bu konuyu önemseyeceğini düşünmek yanlış olur. Belki konunun milliyetçi duyguları okşayan bir yönü vardır. Ancak başta İngilizce olmak üzere yabancı dil bilgisinin Avrupa ülkelerine nazaran bir hayli sınırlı olduğu ülkemizde hindi ile İngilizce isim benzerliğimizin geniş halk kitlelerinin radarında olduğunu söylemek güçtür. Nitekim otuz yıl önceki deneme de halktan karşılık bulmadığı için terk edilmişti.
Şimdiki halde ülkemizin üyesi olduğu Birleşmiş Milletler başta olmak üzere tüm uluslararası kuruluşlarda isim levhalarının “Türkiye” olarak değiştirilmesi istenmiş ve bu istek kabul edilmiştir. Ülkelerin adlarının değişmesi çok olağan dışı bir şey değildir. Sovyetler Birliği levhası Rusya Federasyonu olarak değiştirilmiştir mesela. Özellikle bağımsızlıktan sonra birçok Afrika ülkesi isim değiştirmiştir. Mesela Kongo Zaire olmuş sonra tekrar Kongo olmuştur. Rodezya Zimbabve olmuştur vs. BM bu değişikliklere haliyle ayak uydurmuştur.
Ancak adını başka dillerde kendi dilinde dayatmaya çalışan eskiden Birmanya olarak anılan Myanmar dışında son yıllarda meydana gelen bir örnek akla gelmemektedir. BM Sekretaryası 192 üyesi bulunan örgütte her ülkenin kendi adının kendi dilinde yer almasını istememiş olmasına muhakkak şükrediyordur. Yoksa farklı alfabelerin kullanıldığı dünyamızda BM toplantı salonları birer Babil kulesine dönecek, hangi levhanın hangi ülkeye ait olduğu tam bir muammaya yol açacaktı.
Arkadan iktidar hızını alamayıp milli hava yolumuzun tüm dünyada ve özellikle Avrupa’da marka sıfatını İngilizce olarak kazanmış olmasına ve bu amaçla da tam rakamı açıklanmayan ancak onlarca milyon dolara ulaşmış olması muhtemel reklam harcamalarına rağmen, Türkçe anılması emrini vermiştir. İlk önce adının Türkiye havayolları olarak kullanılması emri verilmiş, sonra ayak üstü alınan bu kararın birçok sakıncalara yol açacağı anlaşılınca bundan geri dönülmüş ancak şirketin adının bundan böyle yurt dışı dahil sadece Türkçesinin kullanılacağı, uçakların tümünün bu adı taşıyacak şekilde yeniden boyanacağı, şirketin kullandığı tüm reklam araçlarının buna göre değiştirileceği ilan edilmiştir.
Devlet bütçesinin çok büyük açık verdiği, devletin kontrolünde olan milli havayolumuzun zaten zarar ettiği ve bu değişikliklerin getireceği ilave yükün sonunda vatandaşa yükleneceği gerçeğinin karşısında belki bu kararın sık sık karşılaştığımız şekilde unutturulması ihtimali mevcuttur. Hatta bunun böyle olmasını ümit etmenin sanırım mevcut ekonomik sıkıntı ortamında her vatandaşın dileyeceği bir şey olması muhtemeldir. Zira yapılacak masraflar önünde sonunda vatandaşın cebinden çıkacaktır.
Diğer taraftan emirde ısrar edilirse “Türk Hava Yolları” ibaresinin birçok yabancı dilde telaffuzu bir hayli zor olacaktır. “Ü” harfinin Almanca ve bazı Kuzey dilleri dışında mevcut olmaması ve tanınmaması bir sıkıntı yaratacaktır. Bu sıkıntıyı telafi etmek için Almanca “ü” harfini içeren kelimeler “ü” yoksa “ue” olarak yazılmaktadır. Bu yapılmadığı takdirde “Türk” “Turk” olarak okunacaktır. “I” harfine gelince o da sadece Türkçede mevcuttur. “I” sesi Korece ve başka Ural-Altay dillerinde mevcut olmakla beraber başka türlü simgelenmektedir. Ayrıca Fransızca “H” harfi bazı kelime başlarında okunmaz. Dolayısıyla “Türk Hava Yollarını” Türkçe bilmeyen bir Fransızın “Turk Ava Yolari” şeklinde okuması kuvvetle muhtemeldir. Başka dillerde de benzer sıkıntıların ortaya çıkması beklenebilir. Esas istihza ve şakaların o zaman gündeme gelmesi beklenebilir.
Pasaportların da bu yıldan itibaren değişmeye başlamasının öngörüldüğü ve “Türkiye Cumhuriyeti” ibaresinin altında daha küçük harflerle yer alan İngilizce “Republic of Turkey” kelimelerinin ya tamamen kalkması veya “Republic of Türkiye” şeklinde değiştirilmesinin buyurulduğu basında yer almıştır. Bu durum dünyanın çeşitli ülkelerinde zaten sıkıntıyla karşılaşan Türk pasaport hamillerinin bir de pasaportun hangi ülkeye ait olduğu sorusuyla karşılaşması riskini taşımaktadır. Pasaportun üzerindeki ay-yıldız maalesef Türkiye’ye ait olduğunu belirtmek için yeterli olmayacaktır. Ay-yıldızı kullanan Singapur, Malezya, Libya, Azerbaycan vs gibi birçok ülke vardır.
Bir de tabii iktidarın hızını alamayıp pasaportlarda İngilizce yer alan ad, soyad, doğum tarihi gibi bilgilerin sadece Türkçe yer almasını isteyip istemeyeceği merak konusudur.
Dolayısıyla vakit varken ve kamuoyunun konuya katiyen ilgi göstermemiş olmasından da yararlanarak konunun çok fazla büyütülmeden unutturulması her bakımdan hayırlı olacaktır.