Bazı isimler benim hemen ilgimi çeker. Bir zamandır yazıyor olduğum polisiye öykülerin kahramanı, örneğin, Komser Muzaffer Entürk. Komiserin soyadını ben uydurdum, ama arkadaşım fizyoloji profesörü Ertan Yurdakoş’unkini ben değil büyükbabaları uydurmuş. Çok beğendim, öykülerden birinde katile verdim bu ismi.
Geçenlerde internette amaçsızca dolanırken güzel bir isme rastladım yine: Türker Ertürk. OdaTV’de “Ben Türk’üm diyemeyenler kutlama yapıyor” başlıklı bir yazının yazarı. Kesin uydurulmuştur diye düşündüm. Bu kadarı da olmaz: Hem OdaTV yazarı, hem “Ben Türk’üm” diyemeyenlere veryansın ediyor, hem de adı Türker Ertürk!
Biraz daha eşelenince adamın Aydınlık gazetesinde de yazı yazdığını, emekli amiral olduğunu ve 103 Emekli Amiral Bildirisi’nin imzacıları arasında bulunduğunu gördüm. Anladım ki Türker Ertürk adamın gerçek ismi. Takma isimle amirallik yapmış olamaz diye düşündüm.
Bildirinin ne olduğunu unutanlar için basitçe hatırlatmak gerekirse, bu işlerin yabancısı olmayan Cumhuriyet gazetesinin haberi şöyleydi: “103 emekli amiralden kamuoyu açıklaması: ‘Türk Milleti’nin bağrından çıkan şanlı bir geçmişe sahip Deniz Kuvvetleri Komutanlığı personelinin Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda yetiştirilmesi elzemdir.’”
”Amirallikten istifa ettikten sonra Türker Ertürk CHP’ye katılmış, milletvekili aday adayı olmuş, Trabzon İl Başkanlığı için yarışmış. “Kurucu ilkelerinden uzaklaştığı, Atatürk’e olan bağlılığını yitirdiği” gerekçesiyle 2014’te CHP’den istifa etmiş ve Emine Ülker Tarhan’ın Anadolu Partisi’nde ikinci kurucu isim olmuş. Sonra oradan da ayrılmış ve nihayet 2019’da Kemal Kılıçdaroğlu’nun taktığı rozetle CHP’ye dönmüş.
Bu noktada merakımı yenemeyip ve saçmalıklara vakit harcamama ilkemi ihlal edip 2019 tarihli OdaTV yazısını okudum:
“Atatürk’teki tarih vizyonu Malazgirt’i de, Alp Arslan’ı da aşar. Hatay davası ile uğraştığı sırada Atatürk ’40 asırlık Türk yurdu yabancı eline bırakılamaz’ derken Ön Türklere referans yapar ve Anadolu’daki Türk varlığının Malazgirt’in çok öncesinde olduğunu göstermeye çalışır. Atatürk, bu farkındalık nedeniyle Tahsin Bey’i Meksika’ya Mayaları, Mu Kıtasını ve bunların Türklerle olabilecek ilişkisini araştırması için gönderir. Tahsin Bey’e ‘Mayatepek’ (Maya dilinde tepek, tepe demektir) soyadını Atatürk vermiştir, bu bilinç nedeniyle.”
“İşte bu nedenle Atatürk, Hititler (Etiler) ve Sümerler gibi uygarlıkların peşine düşüyor, araştırılmasını istiyor, bizzat kendi ilgileniyor, tarihi kalıntılarına sahip çıkıyor ve ‘çanak-çömlek’ muamelesi yapmıyor. Sakinleri farkında mıdır, bilmiyorum ama İstanbul’un Beşiktaş ilçesi sınırları içinde bulunan Etiler ile Zeytinburnu ilçesinin sınırları içindeki Sümer mahallelerinin adları Atatürk’ün ektiği farkındalık tohumunun bir ürünüdür.”
Ne yalan söyleyeyim, hayretler içinde kaldım! Türk subayının eğitim düzeyi hakkında ister istemez kuşkuya kapıldım. Bütün dünya nüfusunun ve tüm insan medeniyetinin Mu kıtasında yaşayan Türklerden ürediğine (Türk Tarih Tezi) ve dolayısıyla bütün dillerin ortak atasının Türkçe olduğuna (Güneş-Dil Teorisi) 2019 yılında hâlâ inanan zırzoplar olduğunu vallahi de, billahi de bilmiyordum.
Kırk asırlık Türk yurdu, Ön Türkler, Tahsin Bey ve Mayalar, Mu kıtası, Hititlerle Sümerlerin Türklüğü… Bunların her biri ayrı bir komedi, ayrı bir yazı konusu. Ve nitekim Atatürk’ün ölümünden hemen sonra sessizce rafa kaldırılmışlar.
Raftan indirip bize anlatmaya çalışan adamın nasıl bir adam olduğunu merak ederken, Deniz Harp Okulu Komutanı Tuğamiral Türker Ertürk’ün terfi alamadığı için istifa ederken söylediği şu sözleri buldum:
“Peki ben kimim? Üç nesildir denizci ve asker bir ailenin çocuğu. Babam deniz subayı. Dedem ise bahriye eri olarak İstiklal madalyası sahibi. Trabzonlu Ruşen oğlu Şevki Ertürk’ün torunu. Bunun anlamı nedir biliyor musunuz? Bu ülkenin kuruluş harcında benim genetik olarak katkım var. Armut dibine düşer. Çok istisnalar dışında hainlik gibi kahramanlık da kalıtımsaldır.”
Ve bir daha üzüldüm. Emekli Tuğamiral evrimin, genetiğin, kalıtımın nasıl işlediğini de bilmiyor!
Şöyle ki:
Fransız biyolog Jean-Baptiste Lamarck 1809’da canlıların “ihtiyaç duyulan” özellikleri kendi yaşamları esnasında elde edebildiklerini ve çocuklarına aktarabildiklerini yazmış. Bu şekilde canlıların yerel çevreye uyum sağladığını düşünmüş.
Lamarckçılığın klasik örneği şu:
Zürafaların boynu niye uzun? Çünkü üst dallardaki yapraklara uzanmak boyunlarını güçlendirir ve uzatır. Boynu uzayan zürafanın çocuğunun boynu da biraz daha uzun olur. Ve zaman içinde günümüzün garip yaratığı çıkar ortaya.
Oysa artık biliyoruz ki, zürafa hangi yaprağa uzanırsa uzansın, boynu uzamaz; uzasa da bu uzunluk çocuğuna geçmez. Evrim sürecinin mekanizması “edinilmiş özelliklerin kalıtımı” değil. Yani ne hainlik kalıtımsal ne de kahramanlık.
Zürafanın biri bacağını kırıp topal kalsa, kızı topal doğmuyor. Adamın biri CHP’li veya TKP’li olup milliyetçiliğin hayattaki en hakiki mürşit olduğuna inansa, bu habis özelliğini çocuğuna genetik yolla geçirmesi, doğum kliniğindeki bebeğin alnında “Ne mutlu Türküm diyene” yazması mümkün değil.
Kısacası, Türker Ertürk’ün sandığının aksine, “Bu ülkenin kuruluş harcına genetik katkı” yapmasına maalesef genlerimiz izin vermez.
Bana sorarsanız, iyi ki vermez.