Rusya diktatörü Putin’in 24 Şubat 2022 tarihinde herhangi bir tahrik olmaksızın Ukrayna’ya beklenmedik bir şekilde saldırması tüm dünya için olduğu gibi ülkemiz için de kötü bir sürpriz teşkil etti. Saldırıda bulunma tehlikesinin gerçek olduğunu bir tek ABD ile Birleşik Krallık yönetimleri öngörmüş, diğer yorumcuların nerede ise tümü buna ihtimal vermediklerini beyan etmişlerdi. Gerçekten de İkinci Dünya Savaşı 1945 yılında bittikten sonra Avrupa kıtasında ilk defa bir ülke komşusuna saldırmıştı. Avrupa kıtasında böyle bir olasılığın bir daha gerçekleşmeyeceği hep öngörülmüş, sorunların barışçıl bir şekilde çözümlenmesi, güvenliğin tüm kıtada sağlanması için 1970’li yıllardan itibaren tüm kıtayı içine alan bir yapılanmaya gidilmişti. Bu amaçla merkezi Viyana’da olan Avrupa Güvenlik ve İş birliği Teşkilatı (AGİT) kurulmuştu. Kafkaslarda veya Balkanlarda küçük çapta da olsa çatışmaları engellemekte çok başarılı olamasa da AGİT, Avrupa kıtasında barışın teminatı olarak görülüyordu. Hele BM Güvenlik Konseyinin bir daimî üyesi olan Rusya’nın bu çapta bir saldırıya geçmesi kimsenin beklemediği bir olay oldu. Neticede ne BM ne de AGİT beklenen görevleri ifa edememişlerdir. Gerçekten de kararları veto etmek imkanına sahip daimî üyelerden birinin böyle bir harekette bulunması BM Yasasında öngörülmemişti. Savaş ne şekilde bitersen bitsin, BM ve AGİT gibi kuruluşların gözden geçirilmesi talepleri gündeme gelecektir. Gerekli reformların yapılıp yapılamayacağı ise ayrı bir konu.
Savaşın patlaması Batı dünyasında büyük bir infiale yol açtı. ABD, AB ve NATO derhal harekete geçti. Birçok alanda Rusya’ya karşı yaptırımlar uygulanmaya başladı. İlk aşamada Rusya dünya finans sisteminin dışına çıkarıldı, ülkenin resmi kanallarla dolar ve Euro gibi para birimleriyle iş yapması engellendi. Çoğunlukla Batılı şirketlerden kiralanmış olan Rus havayollarının uçaklarına ABD ve AB hava sahası kapatıldı. Rusya’daki Batılı yatırımlar sonlandırıldı, birçok şirket kısa zamanda büyük zararlara uğramak pahasına ülkeyi terk etti. Avrupa Birliği, Rus oligarkları başta olmak üzere tüm ekonomi paydaşlarını ve yönetimi zor duruma sokacak 8 yaptırım paketini kabul etti. Geçtiğimiz günlerde Rusya’nın ihraç ettiği petrole varil başına 60 dolarlık bir tavan koydu. Rus petrolünü taşıyacak gemilerinin sigortalanmasını engellemek suretiyle Rusya’yı birden bire 200’e yakın yeni süpertanker bulma zorunluluğunda bıraktı. Şimdiye kadar uygulanan ve Rus ekonomisi üzerindeki etkileri yıkıcı olmayan yaptırımların en ağırı belki de bu olacaktır.
Diğer taraftan Batı dünyası Ukrayna’ya elinden geldiği kadar silah yardımında bulunuyor, ayrıca milyarlarca dolar tutarında destek sağlıyor, yüzbinlerce mülteciye kapılarını açıyor. Aynı zamanda Ukrayna’ya sağlanan askeri malzemenin sadece ülkenin topraklarının işgalden kurtulmasına yardımcı olacak nitelikte olmasına ve Rus topraklarını vurabilecek menzile sahip olmamasına dikkat ediliyor. Savaşın sona ermesinin ancak müzakereyle mümkün olabileceği dile getirilmekle beraber, Batılı yetkililer en azından aleni söylemlerinde Ukrayna hükümetine barış için baskı yapıyor izlenimini vermemeye çok dikkat ediyorlar.
Putin’in bir hesabı da yaptırımların neticesinde AB ülkelerinin Rusya’dan petrol ve gaz ithalatını durma noktasına getirmelerinin sonucunda ikame kaynakları bulamayacakları, kışın bu kıtada çok zor geçeceği, halkların da hükümetlerine savaşın Rusya’nın kabul edebileceği şartlara uygun bir şekilde sonuçlanması yolunda baskı yapacağı şeklindeydi. Oysa, hızlı davranan ve savaşın başladığı sıralarda zaten doluya yakın olan gaz depolarını yaptırımlar yürürlüğe girmeden Rus kaynaklarından, sonra da başka ülkelerden dolduran AB, en azından önümüzdeki kışı fazla bir sıkıntı yaşamayacak bir konumda geçirebilecek durumda gözüküyor. Fiyatlar yükselmiş ama savaşın başındaki seviyelerin altına inmiş, yine de enflasyon hızlı bir şekilde yükseldikten sonra tekrar %10’ların epey altına inmeye başlamıştır. Tabii savaş devam ederse 2023-24 kışının bu kadar kolay geçmeyeceği hesapları şimdiden yapılmakta ve tedbirler alınmaya başlamaktadır.
Ancak Putin’in bu hesabı da tutmamış, aşırı sağın güçlü olduğu Fransa ve İtalya gibi ülkelerde dahi Ukrayna’ya destek pek azalmamıştır. Bunun sebebi gayet basit: bir taraftan Putin ordularının işgal ettikleri bölgelerde uyguladıkları ve Batı medyasına sürekli yansıyan amansız vahşet görülmemiş bir infiali beslemiştir. Diğer taraftan daha önce 2008 yılında Gürcistan’a, 2014’te de Ukrayna’ya saldırılarından sonra fazla bir tepkiyle karşılaşmayan Putin’in şimdi durdurulmazsa zamanında Hitler gibi bütün Avrupa’yı, hatta dünyayı kana bulama ihtimalinin göz ardı edilemeyeceği düşüncesi genelde her tarafta hakimdir. Özetle, Batı savaşa tarafsız bir şekilde bakmamış, tersine başından beri Ukrayna’dan yana hareket etmiştir. Müttefiklerinin de ellerinden gelen imkanlarla bu gayretlere destek olmasını beklemiştir. Nitekim, Sırbistan hariç AB üyeliğine aday ülkeler de yaptırımlara katılmıştır. Küçücük Karadağ bile savaş başladığında limanlarında bulunan Rus oligarklarına ait teknelerin karasularından çıkmasını istemiş, aksi takdirde müsadere edeceğini açıklamıştır. Bu teknelerin en azından birkaç tanesinin aylardan beri Yalıkavak, Göcek, Marmaris gibi limanlarımıza sığındıkları malumdur.
Bize gelince, iktidar, hatta muhalefet ve çoğu medyanın bakış açısı savaşın başından itibaren Batınınkinden ayrışmıştır. Savaşın ilk gün ve haftalarında televizyon kanallarına çıkan ve taşıdıkları rütbelerden dolayı bu konuda uzmanlık sahibi oldukları varsayılan aralarında korgeneralliğe kadar yükselmiş emekli askerler, kategorik bir şekilde savaşın çok kısa zamanda Ukrayna’nın mağlubiyetiyle sonuçlanacağını ballandıra ballandıra, ağızlarının suyu akarak anlatmışlardı. Bununla yetinmeyip üst rütbeli subaylarda ürkütücü boyutlara ulaştığı anlaşılan katıksız Batı düşmanlığının etkisiyle Ukrayna’nın mağlubiyetinin ve Rusya’nın ülkeye hakim olmasının ülkemizin çıkarlarına uygun olacağını, dolayısıyla bir sevinç kaynağı teşkil edeceğini, Ukrayna’nın arkasına NATO’yu da alarak Rusya’yı tahrik ettiğini ve başına gelenleri hak ettiğini beyin yıkarcasına sıkılmadan günlerce ve haftalarca tekrar ettiler. Tabii olaylar bekledikleri şekilde gelişmeyince konuyu gündemden düşürme yoluna gittiler. Nitekim Batı medyasında Ukrayna savaşı nerede ise her gün haber bültenlerinde ilk sıraya sahip iken, bizde epey gerilere itilmiştir. Ülkemizde solcu geçinen bazı gazetelerin de anlaşılmaz bir Putin sevdasıyla Rusya’ya sınırsız destek vermeleri de ilginçtir. Bu kişilerin Sovyetler Birliğinin 1991 yılında çöktüğünün ve bugünkü Rusya’nın sosyalizmle uzaktan yakından ilgisi olmadığının farkında olmamalarına imkan olmadığına göre, bu tutumlarının bir doktora tezinin araştırma konusu olabileceğini akla getirmektedir. Velhasıl, her cepheden kaynaklanan beyin yıkama ve Türk halkının artık yerleşmiş Batı düşmanlığının da etkisiyle Rusya sempatizanlığı artar oldu. Başlangıçta kamuoyu yoklamaları Türk halkının %70 oranlarında Ukrayna’yı desteklediğini göstermişti. Son zamanlarda yapılmış bir araştırmaya rastlamadım. Ancak beyin yıkamasının etkisiyle halkın Ukrayna’ya verdiği desteğin büyük ölçüde azaldığını tahmin etmek mümkün.
Halkın Ukrayna’ya çok büyük ve heyecanlı bir destek vermemesi, iktidarın da elini serbest bırakmıştır. Savaşın ilk günlerinde tarafsız bir politika uygulanmıştır. Örneğin, Montrö Boğazlar Sözleşmesinin savaş durumlarıyla ilgili maddesine dayanarak Boğazları tüm ülkelerin savaş gemilerine kapatmak bir tarafsızlık örneğiydi. Hatta denebilir ki Rusya’nın gözünde saldırı bir savaş değil, özel bir harekat olduğu için Montrö’nün ilgili hükmünün tatbiki zorunlu değildi. Yine de bu şekilde Türkiye alkış toplamış ve prestij kazanmıştır.
Ancak zamanla terazinin kefelerinden biri gittikçe Rusya lehine ağırlık kazanmıştır. Bir taraftan Rusya’ya uygulanan Batı yaptırımlarının yeni iş fırsatı yaratacağı umudu, iktidarın yanlış politikaları nedeniyle zora girmiş ekonomik durumu kurtarmaya yardımcı olabileceği kanaatine yol açmıştır. Rusya’daki Türk yatırımlarının çok büyük ölçüde arttığına dair bir bilgi mevcut değildir. Ancak ihracat beklenebileceğin epeyce altında arttı, buna karşılık ithalat çok yükseldi. Türkiye’nin petrol ithalatının fiyatların ucuzlamasıyla birlikte Rusya’ya dönük olarak iki katına çıktığı anlaşılıyor. Rusya’nın petrol ihracatına yönelik yeni AB yaptırımlarının bu durumu ne şekilde etkileyeceğini zaman gösterecektir. Bu arada BOTAŞ’ın doğal gaz ithalatı nedeniyle Rus şirketi Gazprom’a borcunu 2024’e ötelemek istemesi de dikkat çekmektedir.
Geçtiğimiz günlerde Boğazlardan geçecek tankerler için şimdiye kadar gerek görülmeyen bir takım belgelerin şart konması, bu belgeleri ibraz etmeyen 20 kadar çoğunlukla AB şirketlerine ait ancak Rus değil Kazak petrolü taşıyan gemilere geçiş hakkı verilmemesi soru işaretlerine yol açmaktadır. Bu tür tek taraflı ve danışılmadan ilan edilen tedbirlerin Türkiye’nin güvenilirliğine gölge düşüreceğini, hatta sorun kısa zamanda çözülmezse Montrö’nün feshedilmesini bile gündeme getirebileceğini akla getirmektedir. Her halükarda Bulgaristan ile Yunanistan arasında inşa edilmesi sözkonusu olan ve Türk Boğazlarını devre dışı bırakacak yeni petrol boru hattının inşasının bu tedbirlerle hızlanacağını tahmin etmek mümkün.
Türkiye’nin özellikle havayolları ve Rus vatandaşlarının seyahat özgürlüğüyle ilgili AB yaptırımlarına uymaması neticesinde Rus turistler ülkemize rahatlıkla gelebilmişlerdir. Yine de 2022 yılında ülkemizi ziyaret eden Alman turist sayısı az bir farkla da olsa Ruslardan daha fazla olmuştur. Tabii bunların önemli bir kısmının Rusya’daki seferberlik ilanından sonra askere alınma korkusuyla ülkeden kaçan ve Türkiye’de en azından bir süre kalmayı öngören gençlerden oluştuğu tahmin edilebilir.
Türkiye iki taraf arasında arabulucu rolü oynamayı çok istemiştir. Burada her zaman olduğu gibi iç politikada kullanılabilecek bir malzeme arayışının ön planda olduğu açıktır. Yine de Ukrayna’dan tahıl ihracatına imkan veren anlaşmanın İstanbul’da imzalanması ve geçtiğimiz haftalarda uzatılması azımsanacak bir başarı değildir. Ancak her iki tarafın iradesizliği karşısında savaşı sonlandırma gayretlerinde bulunmak şu sıralarda pek mümkün gözükmüyor.
Savaş başladığında ülkemizin yaptırımları uygulamayacağını açıklaması ve savaşı ekonomisi için bir fırsat olarak görmekte olduğunu gizlemeye dahi çalışmaması, Batılı ülkelerin Rusya pazarında boşalttığı yere girmeye çalışması halinde ikincil yaptırımlarla karşılaşacağı endişesini doğurmuştu. Ancak rakamlar en azından şimdilik böyle bir durumun varit olmadığını, dolayısıyla endişeye mahal olmadığını göstermektedir.
Diğer taraftan ülkemiz, Avrupa Konseyi, Birleşmiş Milletler ve NATO gibi kuruluşlarda savaşın başından beri Rusya aleyhine alınmış nerede ise bütün kararlara katılmıştır. Uygulamasa bile NATO’da alınan kararları veto etmeye çalışmaması dikkatlerin üzerine çekilmesini engellemiştir.
Tabii İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğinin Macaristan ile ülkemiz tarafından henüz onaylanmamış olması bir sorun teşkil etmektedir. Macaristan’ın beklendiği şekilde bu onayı Ocak ayı içinde vermesiyle ülkemize yönelik baskının artması kuvvetle muhtemeldir. Zira her iki ülkenin üyeliklerinin resmen gerçekleşmesinin gecikmesi haliyle Rusya’nın işine gelecektir.
Ancak tarafsızlık politikamıza görünür iki darbe indirilmiştir. Birincisi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Putin ile çok sık yaptığı görüşmeler ve zaman zaman onu övmek için kullandığı dildir. Bu yakınlık tabii Batı medyasının ve siyasetçilerinin gözünden kaçmamaktadır. Bu arada Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenskyy ile sadece bir defa yüzyüze görüşmüş, adı geçen özellikle savaşın ilk dönemlerinde dünyanın ücra ülkeleri dahil bir çoklarının parlamentolarına hitap etmek imkanını elde etmişken, böyle bir imkanın Türkiye’de kendisinden esirgenmiş olması terazinin ne tarafa kaydığının bir işareti sayılabilir. Zelenskyy’nin TBMM’ye hitap etmesinden sonra istediği takdirde Putin’e de böyle bir imkan verilebilirdi. Gerçi dünyanın hiçbir parlamentosuna savaş başladıktan sonra böyle bir istekte bulunduğunu hatırlamıyorum.
İkinci husus, esas itibarıyla Rusya’dan geldiği farz edilen ve Türk ekonomisini, özellikle Türk lirasını ayakta tutmak için kullanıldığı tahmin edilen külliyatlı Rus parasıdır. Bu paranın Türkiye’deki seçimlerden önce iktidara destek için verildiği, Putin’in Türkiye’de iktidar değişikliği görmek istemediği anlaşılmaktadır. Merkez Bankası bilançosunda net hata ve noksan başlığı altında görünen 10’larca milyar dolarlık meblağın büyük ölçüde Rusya’dan geldiği tahmin edilmekte, hatta Rusya’nın yaptırımları delmek için ülkemizi kullandığına dair şüpheler artmaktadır. Böyle bir durumdan her iki tarafın kazançlı çıktığı anlaşılmaktadır. Henüz tehlike çanları çalmadı, Batı ikincil yaptırımları dile getirmedi ama zaman zaman uyarılarda bulunarak gözünün üstümüzde olduğunu hatırlatmaktadır.
Neticede, ülkemiz tarafsızlık politikasını belki kağıt üzerinde sürdürmektedir. Ancak Rusya’nın yenilip Putin rejiminin tehlikeye düşmesini de kendi öncelikleri açısından istemediği gayet açıktır. Nelerin olup biteceğini zaman gösterecektir.