Son yıllarda küresel gündem, dünya halklarının kulak kesildiği esas hikaye temel olarak iki özne etrafında dönüyordu: Çin ve ABD. İçinde yüksek doz çatışma ve rekabet, belki biraz da intikam duygusu barındıran bu yükselenler/düşenler hikayesi Rusya’yı epeydir ikinci plana atmış, gözlerden uzak kılmıştı. Birkaç yıl öncesine kadar “Yeni Soğuk Savaş”ın ABD karşısındaki esas aktörü olarak resmedilen Rusya bu payeyi büyük ölçüde Çin’e kaptırmıştı. Barack Obama döneminde Washington’un stratejik odak noktasını Asya-Pasifik’e kaydırması, Donald Trump yönetiminin Çin’e açtığı ticaret savaşları ve takip eden koronavirüs krizi Rusya’yı bu hikayeden çıkartmıştı. Tüm bunlar Şubat ayındaki Ukrayna kriziyle değişmiş görünüyor. Rusya’yı yeniden merkeze oturtan, Putin’e de tabir-i caizse “esas oğlan” rolü bahşeden bu krizde Çin de var. Bu sefer o yan rolde.
Ukrayna krizi, aslında çok az ortak noktası olan Rusya ve Çin’i birbirine bağlayan esas duygunun altını çiziyor: ABD hegemonyasına ve NATO’ya karşı olan tutum. Rusya ve Çin dünyadaki geniş otoriter ülke havuzunda sıklıkla yan yana düşse de oldukça farklı iki siyasi rejim. Soğuk Savaş yıllarında hem Rusya’ya hem Çin’e ilham veren Marksist-Leninist ilkelerin yerinde epeydir yeller esiyor. Zaten o zaman dahi bu iki ülke sosyalizmi farklı yorumlamış, aynı saflarda olmalarına rağmen karşılıklı bir dizi hayal kırıklığı ve gerginlik yaşadıktan sonra 1960’lı yıllarda yollarını ayırmışlardı. Bu, medeni ve sessiz bir ayrılık olmadı. Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti dünyada kendi ideolojik hatlarını benimseyen yeni taraftar kitleleri yarattı, sol hareketlerin kendi içinde kavgaya tutuşmasına neden oldu. Bugün işler daha da karışık. Rusya, zayıf ekonomisine ve azalan nüfusuna rağmen askeri gücünü kullanmaktan çekinmeyen sert mizaçlı bir ülke; Çin, silahını son ana kadar cebinden çıkartmayan, pandemiye rağmen büyüyen ekonomisini her şeyin üzerinde tutan bir nüfus devi. Rusya 21. yüzyılda sempatiden (çekim alanı, yumuşak güç vs.) ziyade korku uyandırırken, Çin gittiği her yere Kuşak ve Yol yatırımları gibi kimsenin kolay kolay karşı çıkamayacağı planlarla, vaatlerle giden bir güç. Bugün Amerikan karşıtlığı diye bir olgu olmasa, bu iki ülkeyi neyin birleştireceğini söylemek gerçekten zor. Ancak elbette, ABD’yi kendi çıkarlarına tehdit olarak görmeleri, Rusya ve Çin için küçümsenecek bir motivasyon da sayılmaz. Batıyı dizginleme arzusu otuz yıl boyunca onları bir araya getirdi: birlikte Şanghay İşbirliği Örgütü gibi güvenlik mekanizmalarını oluşturdular ve birçok askeri tatbikat ile istihbarat operasyonu düzenlediler. Çin-Rusya ortaklığını sona erdirecek bir gelişme ise Batıda epeydir beklenmesine, hatta planlanmasına rağmen, gerçekdışı bir öngörü olarak kaldı.
Ukrayna krizi, Rusya ve Çin’e, aralarındaki tek gerçek bağ olan Amerikan/NATO karşıtlığını dosta düşmana yeniden ilan etme imkanı veriyor. Ancak bu kriz, haritaların silah zoruyla değişmesine karşı olan Çin’in diplomaside bir ip cambazı mahareti sergilemesini de gerektiriyor. Bu da Rusya’nın ilhak siyaseti, Putin’in tehditkar dış politika söylemi ve sınır komşularına dair emperyal emelleri gibi çetrefil alanlara hiç girmeden konuyu NATO genişlemesine bağlamak demek. Beijing vurguyu ABD hegemonyası üzerine sabitlediğinde, Ukrayna’da işgal, ilhak ve savaş senaryolarının tartışılması gecikiyor; Rusya’nın saldırganlığı önemsiz ve tali bir konu haline geliyor. Ancak Çin’in Rusya’ya desteği bundan bir adım öteye gidecek gibi de gözükmüyor. Propaganda sarkacının geniş ve iddialı gel-gitlerinde bile Rusya’nın Ukrayna’yı işgal senaryolarına destek yok. Xi Jinping ve Vladimir Putin arasındaki yakınlık, bugüne kadar Çin’in Kırım’ın ilhakını tanımasını sağlayamadı. Rusya’nın Ukrayna’daki tek taraflı hamlelerinin Çin’e Tayvan’ı işgal konusunda örnek olacağı tezleri de şu an için oldukça afaki.
Geçmiş örnekler bize Çin’in Ukrayna krizindeki muhtemel tutumuyla ilgili bazı fikirler veriyor. Bu deneyime göre, Çin elbette Rusya’nın yanında yer alacak. Ama sadece Amerikan karşıtlığını öne çıkartan propaganda metinlerinde — ve kendisini ABD/NATO ile askeri sahada karşı karşıya getirecek hamlelerden özenle kaçınarak. Baş roldeki Rusya, Ukrayna krizi boyunca birkaç farklı cephede (askeri, kamuoyu, ekonomik vs.) savaşıp yıpranırken Çin tarafları sağduyuya davet edecek, arabuluculuk önerecek, diplomasinin önemini vurgulayacak, Birleşmiş Milletler’e başvuracak ve Batı’nın yaptırımlarını eleştirecek. Hikayenin sonunda kimin tekrar baş rol olacağını takdir edersiniz…