Zaman…

Tüm toplumlar için kural olan kriz, istisna olan istikrardır. Zira krizler toplumların değişmesini ifade ederler. Yeni teknolojik girdiler, yeni sorunlar, yeni talepler toplumları kendi iç dengelerini, yönetim yapılarını, geleneklerini ve kurallarını sürekli değiştirmeye iter. Bu değişim, doğal olarak çıkar kavgalarıyla, ideolojik itişmelerle iç içe girer. Bunların ürettiği çatışmalar, yani krizler, ancak sistem tarafından bir talep göstergesi olarak kabul edilir ve entegrasyon yoluyla çözülürse biter ve değişim daha bir başkasına yerini bırakmak üzere yol alır. Türkiye uzun süredir böyle bir “değişim krizi”nin içinde. Krizlerin her geçen yıl derinleşmesi, “kendi etrafında dönen bir yılan” gibi “fasit bir daire” görüntüsü vermesi, bunların ardındaki değişim dalgasının sistem tarafından reddedilmesinden kaynaklandı.

Zaman sadece insanların hayatında değil, toplumların hayatında da hızla akar gider.

Ama hız izafidir.

Örneğin toplumlara oranla insanoğlu için değişimin süresi çok kısadır ve sonuçları daha keskindir.

Toplumsal hayattaki 1 yıl bir insan hayatındaki 1 dakikadan, hatta bir saniyeden fazla anlam taşımaz, yeter ki o bir dakika ya da yıl ölümler, savaşlar, kazalar gibi kesin sonuçlara yol açmamış olsun.

Türkiye’nin birkaç yılda izlediği hızlı değişimi bu sınırlar içinde değerlendirmek gerekir…

Toplum çevresi ile merkezi arasındaki mesafenin kapanması, çevrenin siyaseten merkeze taşınması, merkezin değişimle tanışmaya yüz tutması, çevrenin kendi içinde yaşadığı değişim süreci, en önemlisi siyasi karar mekanizmaları ile toplum arasındaki kopukluğu bir ölçüde gideren, iç dinamiklerin sağladığı meşruiyetle değişim politikalarını hayata geçiren bir anlayışın ilk ipuçlarının görünmesi elbette son derece önemli…

Ancak değerlendirme yaparken şu iki sınanmış ve bildik ilkeyi gözden kaçırmamakta yarar var.

İlk ilke şudur:

Tüm toplumlar için kural olan kriz, istisna olan istikrardır. Zira krizler toplumların değişmesini ifade ederler. Yeni teknolojik girdiler, yeni sorunlar, yeni talepler toplumları kendi iç dengelerini, yönetim yapılarını, geleneklerini ve kurallarını sürekli değiştirmeye iter. Bu değişim, doğal olarak çıkar kavgalarıyla, ideolojik itişmelerle iç içe girer. Bunların ürettiği çatışmalar, yani krizler, ancak sistem tarafından bir talep göstergesi olarak kabul edilir ve entegrasyon yoluyla çözülürse biter ve değişim daha bir başkasına yerini bırakmak üzere yol alır.

Türkiye uzun süredir böyle bir “değişim krizi”nin içinde. Krizlerin her geçen yıl derinleşmesi, “kendi etrafında dönen bir yılan” gibi “fasit bir daire” görüntüsü vermesi, bunların ardındaki değişim dalgasının sistem tarafından reddedilmesinden kaynaklandı.

İkinci ilke daha basit:

Tabiata, insana ve topluma ilişkin bir değişim bir kopuşu, bir yeniden başlangıcı ifade etmez. Değişim her zaman “sürekliliğe” tâbidir. Örneğin her toplumsal değişim toplumsal süreklilik içinde anlam kazanır. Her değişim unsuru veya noktası bir önceki dönemin unsurlarını içinde taşır, onlar tarafından kuşatılır.

Bu kurumlar, gelenekler ve siyasi partiler için de böyledir, devlet anlayışları için de…

Ama sürekliliğin mutlak olduğu yer “zihniyet”e ilişkindir. Devlet de, siyasi partiler de ya da kişiler de fikirlerin ve tavırların değişmesi, reflekslerin, kültürel ve siyasi kodların bir çırpıda değişmesi anlamına gelmez.

Güç dengelerinin kısa vade içinde ters yüz olmasının yarattığı “değişim havası”yla uzun vadeli “zihniyet ve toplumsal değer değişimleri” elbette birbiriyle ilişkilidir, ancak bir o kadar süre, nitelik, kalıcılık ve etki açısından birbirinden farklıdır.

Türkiye de bu koşullar içinde değişiyor.

Son zamanların ekonomik, siyasi, toplumsal girdileri de bu sınırlar içinde anlam taşıyor…

Değişiyoruz…

İyi bayramlar…

- Advertisment -