Ana SayfaHaberlerBoğaziçi’nde başıma gelenler: "the general in the particular - the particular in...

Boğaziçi’nde başıma gelenler: “the general in the particular – the particular in the general”

Üniversitelerde başı kapalı öğrencilere ikna odalarının kurulduğu, kapılarda kurulan kabinlerde başlarını açarak okula girdikleri dönemde Boğaziçi Üniversitesini kazanan Sümeyye Kavuncu o yıllara ait deneyimlerini daireiki.com’da yazdı. Serbestiyet okurları için yazısını paylaşıyoruz.

2004- 2010 yılları arasında Boğaziçi sosyoloji bölümünde başörtülü bir öğrenci olarak okudum. Beni derinden etkileyen bu okulda yaşadıklarımı, kendi Boğaziçi deneyimimi bazı okul arkadaşlarım dahil çoğu insanın bilmediğini fark edince anlatmam gerektiğini hissettim.

Boğaziçi’ni kazandığımda iyi bir okul kazanmış olmam ve kampüsün güzel olması dışında pek de bir şey bilmiyordum. İlk önce kampüste ve camide karşılaştığım başörtülü kadınlarla arkadaş oldum. Ortak pek çok şeyimiz vardı. Okula giriş çıkışlarımız sorunluydu mesela. Doğal olarak hemen arkadaş oluyorduk ve birbirimizi tanıyorduk. Benzer deneyimleri yaşadığımızdan ve dayanışma kültürüm olduğundan benden farklı da olsa bütün başörtülü öğrencilerle dayanışmaya çalıştım. Özellikle okul girişinde başörtülü kadınların sekülarizme transform olması amacıyla yerleştirilen “kabin”de dönüşürken yaşadığımız diyaloglar inanılmazdı. Şapka, kapüşon, iğne, bone ne lazımsa paylaşıyorduk ve “kabin”de her zaman ekstra bir kutu şapka bulunurdu. Ah bu Türk tipi sekülarizm!

Ben okulu kazandıktan birkaç dönem sonra bir yasa değişikliği olmuştu ve okula başörtülü giriş çıkışların önü açılmıştı.

Fethullah Gülen cemaatine mensup kadınlar yasa değişikliğine rağmen okula başörtülü girmemizi eleştirdiklerinde dayanışmaya dayalı hayat görüşümü onlara karşı sürdüremedim. Okula girerken şapka takmadığım için beni ilk gelip suçlayan ve uyaran kişi Fetullahçı bir kadındı. “Önce Kemalist biri çıkıp uyarsaydı, sen ikinci olsaydın bari” demiştim. Onlara göre biz otoriteye itaat etmemiş oluyorduk. Sorun çıkarıyorduk. Onları da zor durumda bırakıyorduk falan. Acildi demek ki.

Neyse, sonra beklediğimiz üzere yasaklar kalktı. Okula rahatça girmeye başladık. O zaman benim sorguladığım şey Müslüman öğrencilerin hâlâ kampüste değil iki kampüs arasında yer alan caminin toplantı salonunda etkinliklerini yapmasıydı. Neden kampüse bu kadar mesafeli olmamız gerekiyordu? O sırada Boğaziçi’nde önce karanlığı sorguluyoruz, sonra kardeşlik istiyoruz adına toplanıp açık toplantılar yapan solcu, Kürt, feminist öğrenciler vardı. Bu toplantılar ilgimi çekiyordu ve kendi arkadaşlarımı ikna edemiyordum beraber gitmeye. Sonunda bir gün tek başıma gittim.

Beni dersler kadar kampüste hocalar, öğrenciler bir arada yaptığımız bu açık derslerin, toplantıların ve eylemlerin yetiştirdiğini söyleyebilirim. Tek başıma ilk katıldığım öğrenci yürüyüşünde, Politika bölümünden Ayşen Candaş Bilgen beni görüp yanıma gelip sarılmıştı. Unutmuyorum.

Bir sosyoloji öğrencisi olarak kampüsteki etkinliklere katılmamak, başka insanları tanımaya çalışmamak benim için zaten olanaksızdı. Boğaziçi benim için güney kampüstür. Twitter’da timeline’ı aşağı kaydırır gibi Güney kapıdan aşağıya inerken asılan afişleri okuya okuya yürümeye bayılırdım. O zaman Twitter yoktu. (Bunu yazarken kendimi çok yaşlı hissettim :D) Tüm gündem afişlerde olurdu. Dans Kulübünün gösteri afişinin yanında sosyalist bir bildiri, yanında Kürtçe bir afiş, ardından İK’nın kocaman kariyer buluşması afişleri, öğrenci gruplarının toplantı çağrıları, film gösterimleri, kulüp tanışmaları. Böyle uzayıp gidiyor. Kimse kimsenin afişini yırtmıyor. Karşı görüşteyseniz, yanına kendi afişinizi yapıştırıyorsunuz.

Kendi sınıfımda sürekli psikolojik şiddetine maruz kaldığım Kemalist bir kadın vardı. Sınıf arkadaşım! O kendini bilir. Bir gün bana korkunç bir mail atmıştı. Gericilik vs diye başlayan. O mail, antropoloji dersinde  üstüne analiz yaptığım final ödevim oldu. A aldım. Haberin olsun 🙂 SOC 487 Nükhet Sirman’ın Duygu Antropolojisi dersiydi.

Bir gün Tarih Kulübünde okuma grubu açar mısın diye bir teklif geldi bana. Ben de bunu nasıl yönetirim yapabilir miyim derken, yaparsın yaparsın deyip cesaret verdiler bir üst dönemdeki öğrenciler. Böylece komisyonu kurduk. Bir kulübün anahtarının bana verildiği ilk anımdır.

Sonra Kadın Araştırmaları Kulübünde, Folklor Kulübünde hâlâ düşününce acayip heyecanlandığım harika işler yaptık. Okulda 8 Mart’ta nerede stand açılacak, Newroz’da hangi filmin gösterimi yapılacak, kampüste olan biten her şeyi biliyordum ve büyük bir zevkle takip ediyordum.

Elbette her şey güllük gülistanlık ya da mükemmel değildi. Ama Boğaziçi bana farklı düşünsek bile birbirimizi dinleyecek bir alan açmıştı, konuşunca insanların beni dinlediği ve benim de başkalarının deneyimlerini kalbimi açarak dinlediğim bir alan.

Barışçıl bir şekilde karşılıklı konuşulabilen bir alana bugün Türkiye’de hâlâ ne çok ihtiyaç olduğunu düşünürsek geçmişimde bir dönemliğine de olsa yaşadığım bu deneyim hâlâ çok kıymetli geliyor bana.

Sonra rektör değişikliği oldu. Yeni rektör başörtülü öğrencilerden kampüse girerken “Suç işlediğimi kabul ediyorum” diyen bir dilekçeyi imzalamamızı istedi ve kapıda yine güvenlik görevlileriyle kavga etmeye başladık. Bu da ikinci bir kırılma noktası olmuştu benim için.

Böyle bir dilekçeyi asla imzalamamaya karar verdik. Bizim yerimize başörtülü olmayan arkadaşlarımız imzaladılar dilekçeyi. “Ben bugün kot giydim. Hatamın farkındayım. Saçımı kırmızıya boyattım. Suçumu kabul ediyorum” diyen yüzlerce dilekçe… İmzalandı, rektörlüğe gönderildi.

Bu insanlar benim hayata bakışımı şekillendirdi. Dayanışma mümkün. Özgür bir ülke mümkün. Bu ülkede kendin olarak var olabilmek mümkün. Başkasını kalpten dinlemek mümkün. Başka sözlere insanlara alan açmak mümkün. Boğaziçi benim özgürlüğe ve dayanışmaya inanma sebebimdir.

Sonra bir gün giriş kapandı bize tamamen. Derse girmemin hiçbir yolu yoktu. İşte “Sen derse gelemiyorsan, biz dersi yukarıya getiririz” cümlesinin öznesi olan başörtülü öğrenci benim. Bazen bundan bahsedildiğini duyuyorum. Bana bunu söyleyen de politika bölümünden Zeynep Gambetti idi.

60 kişilik bir sınıftı. Ben sınıfta tek başörtülü öğrenciydim. Bana 60 kişinin bir kişinin yanına gelmesi teklif edildi. Telefonu kapattım. Güney kapıda durduğum kaldırım kenarına oturdum ve ağladım. Hiçbir teorik ders bu kadar öğretici olmamıştır benim için.

Daha o kadar çok anım var ki. İlk aklıma gelenler bunlar. Benden önceki dönemde Boğaziçi’nde rahatça var olamayan, kampüse ait hissedemeyen arkadaşlarım için de üzgünüm. Keşke siz de bunları yaşayabilseydiniz. Sizin deneyimlerinizi de görüyorum, umarım siz de benimkileri görürsünüz.

Bir de bugünkü seçimlerim içime sinmediği için hafızamı DELETE tuşuna basarak sildiğim gibi tuhaf bir ithamla karşılaştım. Bunları yazmama sebep olan da bu itham. Bugün başörtülü olmadığım için geçmişte yaşadıklarımı çarpıttığım gibi korkunç bir itham. Asla kabul etmiyorum.

Görülmediğimi, anlaşılmadığımı, benim deneyimlerimin geçersiz olduğunu hiç bu kadar derinden hissetmemiştim.

Ama neye sebep oldu bu suçlama; kendi deneyimimin hakikatine sıkı sıkı sarılmama. Teşekkür ederim.

Benim Boğaziçi deneyimim böyle.

Hiç kimseye hiçbir borcum yok.

Kaynak:daireiki.com

- Advertisment -