Ana SayfaHaberlerÇEVİRİ | Greta Thunberg: “Bayrak yüzüme her değdiğinde bana tekme atıyorlardı”

ÇEVİRİ | Greta Thunberg: “Bayrak yüzüme her değdiğinde bana tekme atıyorlardı”

Greta Thunberg, İsrail’de alıkonduğu günlerde yaşadıklarını İsveç’in Aftonbladet gazetesine anlattı: “Beni çok sert şekilde bir köşeye sürüklediler. ‘Özel bayan için özel yer’ dediler. Sonra İsveççe “Lilla hora” (küçük fahişe) ve “Hora Greta” (Fahişe Greta) sözlerini öğrenmişlerdi, sürekli tekrar ediyorlardı. Bayrak bana değecek şekilde konmuştu. Her dalgalanıp bana değdiğinde “Bayrağa dokunma!” diye bağırıyor, böğrüme tekme atıyorlardı. O halde otururken bir sürü gardiyan sıraya girip benimle selfie çekti.” Greta’ya İsrail polisince el konulan bavulu geri verildiğinde üzerinde “Fahişe Greta” yazılıydı, yanına bir penis ve İsrail bayrağı çizilmişti.

Kırmızı bavulu antrede duruyor. Üzerine büyük siyah harflerle “Fahişe Greta” yazmış biri. Yazının etrafında: bir İsrail bayrağı ve dik bir penis çizimi.

Bavul, tekneden İsrail ordusu tarafından el konulmuş — ve kendisine bu halde geri verilmiş. O ise gülüyor.

– Beş yaşındaki çocuklar gibiler!

Greta Thunberg ile arkadaşlarıyla birlikte yaşadığı ortak evde buluşuyoruz. Sonbahar güneşi pencerelerden içeri süzülüyor. Kahve içiyoruz. Duvarlar dünyanın dört bir yanındaki gösterilerden posterlerle kaplı.

Dün gece sadece yarım saat uyumuş. Bombalanan teknelerle ilgili bir kâbus onu uyandırmış.

Kendisi ve maruz kaldığını söylediği işkence hakkında manşetler istemiyor. Gazze’ye acil yardım götürmeyi amaçlayan büyük Küresel Sumud Filosu’na katılan diğer İsveçlilerle birlikte döndüğü akşam, Sergels Torg’daki basın toplantısında söylediği ilk şeylerden biriydi bu.

Ve bu görüşünde ısrar ediyor.

“Bu benim ya da filo üyelerinin diğerleriyle ilgili değil. Şu anda binlerce Filistinli, yüzlercesi çocuk, yargılanmadan tutuluyor ve çoğunun muhtemelen işkenceye uğradığını düşünüyorum.”

Hikâyenin, altını çiziyor, uluslararası dayanışma hakkında olduğunu; hükümetlerin yapmadığı işi yapmak için bir araya gelen insanlar hakkında:

“Ve her şeyden önce Gazze’de yaşayan insanlar hakkında.”

Ama kamunun ilgisi büyük ve kendisine yapılan muamele de bir şeyi yansıtıyor:

“İsrail, tüm dünya izlerken, tanınmış, beyaz, İsveç pasaportlu birine böyle davranabiliyorsa, kapalı kapılar ardında Filistinlilere neler yaptıklarını bir düşünün.”

Az önce, Batı Şeria’dan Greta ile aynı yaşta bir Filistinli çocuğun, İsrail gözaltında öldüğüne dair haber geldi:

“Bizim yaşadıklarımız, Filistinlilerin deneyimlediklerinin küçük, çok küçük bir parçası. Hücrelerimizin duvarlarında, bizden önce orada bulunan Filistinli tutukluların oyduğu mesajları, kan lekeleriyle birlikte kurşun izlerini gördük.”

Greta Thunberg kurban olarak tanımlanmak istemiyor. Ancak Filistinlilere nasıl davranıldığını gösterdiğine inandığı için kendisine nasıl muamele edildiğine tanıklık ediyor.

Eylül başında Tunus açıklarında teknesinin bombalanmasını anlatmasını istiyorum. O an tam da teknede olacaktı, eğer bir basın toplantısına yardım etmek için çağrılmasaydı. Amerikalı istihbarat görevlileri, saldırının İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu tarafından emredildiğine dair CBS’e ifade verdi.

Teknelerin üzerine bırakılan kimyasallardan söz ediyor ve yıldızlı bir gökyüzüne bir daha asla dronları düşünmeden bakamayacağını söylüyor.

Greta Thunberg, filoyu oluşturan 42 teknenin 500 kişilik mürettebatını öne çıkarmak istiyor. Öğretmenler, doktorlar, araştırmacılar, öğrenciler, parlamenterler, küçük işletme sahipleri. En küçüğü 18, en yaşlısı 78 yaşında.

Hepsi farklı yaşam öykülerine sahip insanlar.

Özellikle onu derinden etkileyen Yahudi katılımcılarla ilgili bir hikâye anlatıyor:

“Birkaçı çok pro-İsrail ailelerde büyümüş. Her şeyi geride bırakıp geldiler; hayatlarını riske atıp, Gazze’de olanların kendi adlarına yapılmaması için ayağa kalktılar. Ama bazı durumlarda bu, ailelerinin onlarla bağlarını koparmasına neden oldu.”

Koridordaki bir kitaplığın arkasından bir Filistin bayrağı uzanıyor.

Dışişleri Gazze’ye seyahat edilmemesini tavsiye etmişken nasıl gidebildiniz?
– Öncelikle, bizim alıkonulduğumuz yer olan uluslararası sularda seyahat etmeye karşı bir uyarı yoktu. Bu bağlamda, hükümetin yakın zamanda, insani konularda çalışmak için seyahat uyarısı olan Ukrayna’nın bazı bölgelerine giden İsveçlileri kamuoyu önünde övdüğünü de not etmek gerekir. Demek ki bu bir ırkçılık meselesi; çünkü Ukraynalılar beyaz. Ve seyahat uyarısı genel olarak savaş bölgelerine giden insani yardım kuruluşları için uygulanmaz. Bu bir insani misyondu. Hükümetlerimizin kayıtsızlığını ve neredeyse tüm insan hakları örgütlerine, BM’ye karşı giderek — ve soykırıma ortaklıklarını bozmayarak — uluslararası hukuku çiğneme yönündeki aktif tercihlerini telafi etmek için bunu yaptık.

İsrail, teknelerinizde yiyecek ya da başka acil yardım olmadığını söyledi?

– Bu düpedüz yalan. Bizzat acil yardım malzemesi paketledim ve olması gereken her şeyin orada olduğundan emin olmak için tüm kutuları kontrol ettim. Bütün teknelerde insani yardım vardı. Yol boyunca her şeyin olması gerektiği gibi olduğundan birkaç kez emin olduk. Türkiye bize katılmak için bir gemi gönderdi; ek acil yardımı bize aktardılar. Sonra hapishanede, diğer teknelerden birinin mürettebatından, yakalandıklarında askerlerin onları teknede yere bastırdığını, ardından güverteden birilerinin videoya çekip “Bakın, silahları var” dediğini duydum — bu da tamamen yalandı. Görünüşe göre İsrail, teknelerde videolar çekip yalan yaymak için influencer’lar tutmuş.

7 Ekim’de, Hamas katliamının yıldönümünde neden basın toplantısı yaptınız?
– Tam da o vakitte bizi sınır dışı etmeye karar veren İsrail’di; biz de uçağın inmesinin hemen ardından basın toplantısı yaptık. Zamanlamayla ilgili olarak İsrail’e sormanız gerekir.

İsrail, filonun liderliği içinde Hamas’la bağlantılı kişiler olduğunu söylüyor?
– Kesinlikle doğru değil. İsrail aynı argümanları ve karalama kampanyalarını tekrar tekrar kullanıyor. “Hamas” kelimesini söylemek her tür şiddeti meşrulaştırıyor. Bizi yakalayabilmek ve bize terörist muamelesi yapabilmek için karalama kampanyaları inşa ettiler. Terörizm, siyasi kontrol için sivil nüfusta korku yaratmak amacıyla şiddetin hesaplanmış şekilde kullanılması olarak tanımlanır. Biz, uluslararası sularda, sivil halka gıda ve ilaç götürmek için barışçıl şekilde yelken açarak bunu yapmıyorduk. Terörizm tanımına uyan İsrail’in davranışlarıdır.

İsrail, acil yardımı kendilerine bırakmanızı ve Gazze’ye kendilerinin ulaştırmasını teklif etti — neden reddettiniz?
– 2008’den beri filolar Gazze’ye yelken açtığından bu yana, İsrail sürekli olarak teslimatı devralmayı teklif etmeye çalıştı ve yıllardır bilinçli bir kararla hayır dedik. Çünkü İsrail’in yalan söylediğini biliyoruz: Ablukalarının yasal olduğunu, bizim terörist ve Hamas destekçisi olduğumuzu söylüyorlar. Ve İsrail’in acil yardımı Gazze’ye sokmadığını gördük. Sınırlı miktarda giren yardım da insanlara fayda sağlamıyor. Sıra bekleyenler vuruluyor. Ve içeri girmesi gereken sadece gıda değil. Kıtlık yalnızca acil yardım eksikliğinden kaynaklanmıyor — İsrail, tüm dünyanın yardımıyla, fırınları ve diğer temel altyapıyı bombalayarak, ekilemeyecek hâle getirerek toprakları tahrip ederek, insanların balık tutmasını yasaklayarak — kendi karasularında balık tutanları vurup tutuklayarak — Filistinlilerin kendi kendilerini geçindirme imkânını kasıtlı ve sistematik biçimde ortadan kaldırdığı için yaşanıyor. Dolayısıyla mesele yalnızca acil yardımı içeri sokmak değil — bu aynı zamanda bu yasa dışı ablukaya meydan okuyan siyasi bir beyan.

Bu sadece bir PR gösterisi — odağı Gazze’den alıp kendinize çeken “selfie tekneleri” değil mi?
– Kimse bir selfie fırsatı için hayatını riske atmaz. Ben şahsen platformumu, beyaz tenimi, İsveç pasaportumu kullanarak sahip olduğum ayrıcalıklardan yararlanıp Gazze’ye ışık tutacağımı açıkça söylüyorum. Yani elbette aldığımız medya ilgisini Gazze’deki abluka hakkında konuşmak için kullanıyoruz. Bu 2008’den beri başlangıçtaki bilinçli stratejimizdi — kamuoyu ve dikkat, uluslararası kurumlarımız en temel insan haklarını bile güvence altına almakta başarısız olduğunda elimizde kalan az sayıdaki araçtan. Filistinliler ne kadar insanlıktan çıkarıldı ki, sembolik eylemin ne olduğuna Batılı beyaz medya şahsiyetleri karar veriyor? Acil yardım götürmek sembolik bir eylem ama aynı zamanda dünyanın Gazze ile olduğunu göstermek için de sembolik.

Para nereden geliyor — seni kim finanse ediyor, Greta?
– Keşke biri olsa! CSN ve öğrenci kredileri. Bir konferansa konuşmaya davet edilirsem tren biletimi karşılamalarını sağlamaya çalışırım. Aldığım ödüllerden ya da yer aldığım kitap ve filmlerden gelen telifleri “hayır işlerine”, artık adına ne derseniz, bağışladım. Filo ise kampanyalarla toplanan paralarla finanse edildi ve her şeyini bırakıp bütün zamanını buna adayan, ücret almayan gönüllüler vardı.

Antisemit misin?
– Herkesin barış, adalet ve eşitlik içinde yaşaması gerektiğini ve soykırım yapmamamız gerektiğini söylemek — bunu antisemitik görmüyorum.

Bunun iklimle ne ilgisi var — sen bir iklim aktivistisin?
– Her şey. Basit bağlar var — savaş ve ekosit (ekosistemleri yok etme/öldürme, editör notu) kadar iklime zarar veren pek az şey var. Ekosit, insanların yaşadıkları topraklarda yaşamalarını imkânsız hâle getirmeyi amaçlayan bir savaş yöntemidir. Ama daha basit olmalı: Ben insanları ve gezegenin esenliğini önemsediğim için iklim aktivistiyim. Odak değiştirdiğimi düşünmüyorum. Hâlâ beni başlatan aynı ilkeler doğrultusunda aktivistim: adalet, eşitlik, özgürlük ve sürdürülebilirlik ilkeleri. Benim için aynı. Ve bir insan o kadar korkunç derecede bencil olsa ki, insanların paramparça edildiğini ya da açlıktan öldüğünü görürken hiçbir şey yapmasa ya da hissetmese bile — buna izin veren bir dünyanın geri adım atıp sürdürülebilirliğe odaklanacağını, ya da yardıma ihtiyacın olduğunda senin için ayağa kalkacağını nasıl beklersin?”

Greta Thunberg bir şeyler yemesi gerektiğini söyleyip buzdolabından bir tencere fasulyeyi ısıtıyor. Tezgâhta, yakın zamandaki “çöp dalışı”ndan kalma pancar ve diğer sebzeler var: market konteynerlerinden atılmış yiyecekler, kurtarılıp buraya getirilmiş.

Gecenin, teknenin İsrail ordusu tarafından baskına uğradığı anına atlıyoruz. Yüzleri kapalı, büyük otomatik silahlı adamlar tekneye biniyor — filo kanallarından canlı yayımlandı ve dünya çapında insanlar izledi. Aftonbladet’in görüştüğü birçok tanık, silahların yüzlerine doğrultulduğunu anlatıyor. Tekne kıyıya götürülürken alt güverteye indirilip hareket etmeden bir daire şeklinde oturtuluyorlar.

“Aşağıda aşırı sıcaktı. Sadece oturduk. Bizi beklemeyenler teknenin içinde dolaşıp etrafı dağıtıyor, her şeyi sağa sola fırlatıyordu.
Yiyeceklerin, ilaçların, bez ve mama gibi — Gazze için olan yardımın başına ne geldiğini bilmiyor.”

Greta saçlarını tarıyor. Günlük bir sahneyi fotoğraflamamıza izin veriyor – odak noktası olmayı yalnızca Gazze’deki duruma dikkat çekmeye yardımcı oluyorsa kabul ediyor.

Yaklaşık 20 saatin ardından, Tel Aviv’in 40 kilometre güneyindeki İsrail’in en büyük sanayi limanı Aşdod’a vardılar. Bir asker, Greta Thunberg’i işaret edip “Önce sen, hadi bakalım!” dediğini anlatıyor.

“Free Palestine” yazılı tişörtünü giymesine izin verilmediğini, değiştirmesi emredildiğini söylüyor. Bunun üzerine üzerinde “Decolonize” yazılı turuncu bir tişört giydi.
– Sonra kurbağa şapkamı taktım. Tam tekneden inerken bir grup polis beni bekliyordu. Beni yakaladılar, yere yatırdılar ve üzerime bir İsrail bayrağı attılar.

Burada her şey “sıfırdan yüze” çıkıyor, yani şiddet tırmanıyor, diye anlatıyor hem Greta hem de tanıklar.

Greta, demir çitlerle çevrili asfalt bir alana sürüklendiğini söylüyor. Bu sahne altı saatten fazla sürmüş. Aftonbladet’in konuştuğu filo katılımcıları da bunu doğruluyor.

“Distopik gibiydi. Belki 50 kişiyi, dizlerinin üzerinde kelepçelenmiş, alınları yere değecek şekilde dizilmiş halde gördüm, diyor.”

Greta, salondaki koltuktan kalkıp halının üzerine uzanıyor, o pozisyonu gösteriyor.

Filoya katılan birçok kişi işini kaybetti, aileleri onlarla tüm bağlarını kopardı. Greta’ya göre hiç kimse bunu bir “selfie uğruna” yapmadı.

“Beni diğerlerinden ayırıp karşı tarafa sürüklediler. Bayrak üzerimdeydi, sürekli vurup tekmelediler.”
Greta gülüyor:

“Sonra kurbağa şapkamı çekip aldılar, yere fırlatıp çiğnediler, tekmelediler, sanki çocuk gibi kriz geçirdiler. Beni çok sert şekilde bir köşeye sürüklediler. ‘Özel bayan için özel yer’ dediler. Sonra İsveççe “Lilla hora” (küçük fahişe) ve “Hora Greta” (Fahişe Greta) sözlerini öğrenmişlerdi, sürekli tekrar ediyorlardı.”

Her başını kaldırana vuruluyordu. Greta’nın oturduğu köşeye bir bayrak diktiler.

“Bayrak bana değecek şekilde konmuştu. Her dalgalanıp bana değdiğinde “Bayrağa dokunma!” diye bağırıyor, böğrüme tekme atıyorlardı. Bir süre sonra ellerim çok sıkı plastik kelepçelerle bağlandı. O halde otururken bir sürü gardiyan sıraya girip benimle selfie çekti.”

Greta’ya İsrail polisince el konulan bavulu geri verildiğinde üzerinde “Fahişe Greta” yazılıydı, yanına bir penis ve İsrail bayrağı çizilmişti.

“Bavulumu aldılar, Filistin’le ilgili olabileceğini düşündükleri her şeyi çöpe attılar. Her eşyayı tek tek çıkarıp gözümün içine baka baka bıçakla yırttılar. On kişi birden selfie çekiyordu.”

Bir anda aşırı sağcı bakan Itamar Ben-Gvir geldi, herkesin önünde durdu, diyor Greta.

“Bağırıyordu: “Siz teröristsiniz. Yahudi bebekleri öldürmek istiyorsunuz.” Karşılık verenleri kenara çekip dövdüler. Yere yatırıp tekmelediler. Ama ben sadece göz ucuyla görebildim çünkü kafamı kaldırdığım her seferde yanımdaki gardiyan bana tekme atıyordu.”

Çok etkileyici bir anı da aktarıyor:

“Tuvalete gitmem gerekiyordu, izin istedim. Sonra oturanların arasından geçirilerek götürüldüm. İsveç heyetinden bir kadın bana “Seninleyiz Greta” dedi. Hemen kenara çekilip saldırıya uğradı. Ben ilerledikçe oturanlar “Slay!” diye bağırdı. “Slay” diyorlardı çünkü bunun benim kelimem olduğunu biliyorlardı. Onu söyleyenler gardiyanlarca dövülüyordu. Ama ben ilerledikçe biri uzun “Slaaaay” dedi, ardından başkaları katıldı. En sonunda herkes “Slay” diye bağırıyordu ve o anda hepsine birden saldırmaları mümkün değildi.

Durup gülümsüyor.

Ardından Greta bir binaya götürülüp üst araması ve soyunmaya zorlandığını söylüyor.

“Gardiyanların zerre empatisi yoktu, selfie çekmeye devam ediyorlardı. Çok şey hatırlamıyorum, her şey aynı anda oluyordu. Şok halindesiniz, canınız yanıyor ama sakin kalmaya çalışıyorsunuz.”

Bir anda bir temizlik odasına sürüklenmiş, dizlerinin üzerine çöktürülmüş.

“Sonra Ben-Gvir ve medya ekibi içeri girdi, çekim yapıyordu. “Seni bir terörist gibi çürüteceğim. Sen Hamas’sın. Teröristsin. Yahudi bebekleri öldürmek istiyorsun” diye bağırıyordu. Ben ise olabildiğince sakin durup BM sözleşmelerini alıntıladım, İsrail’in dokunulmaz olmadığını ve uluslararası hukuka uyması gerektiğini söyledim. Bunun kayda alındığını ve yayımlanacağını düşündüm ama hâlâ görmedim.”

“Belki de cevabın fazla iyiydi”, diyor arkadaşlarından biri.

Ben-Gvir daha sonra medyaya çıkıp cezaevindeki muameleyi övündü: bunun kendi talimatı olduğunu söyledi.

– “Filo aktivistlerini terör destekçisi olarak görüyoruz, onlara Ketziot hapishanesinin şartlarını yaşatıyoruz ki bir daha dönmeyi akıllarına getirmesinler. İşte böyle olur” dedi.

Bakanla görüşmenin ardından Greta, yetkililerin kendisine sürekli belgeler imzalatmaya çalıştığını anlatıyor. Bunlar arasında İsrail’e yasa dışı yollardan girdiğini kabul etmesi de var. Greta reddediyor. Tekrar plastik kelepçelerle bağlanıp gözleri kapatılıyor ve küçük bir hücreye konuluyor. Başka mahkûmlarla birlikte arabada buz gibi bir gece geçiriyor.

“Donuyorduk. Üzerimizde sadece tişört vardı.”

Sonra cezaevine götürülüyor. Dışarıda tekrar soyunmaya zorlandığını söylüyor.

“Alay, kaba muamele, her şey kameraya alınıyordu. Yaptıkları her şey son derece şiddet içeriyordu. İnsanların kalp, kanser, insülin ilaçlarını gözlerinin önünde çöpe attılar.”

Cezaevinde bir duvarı kaplayan dev bir resim olduğunu söylüyor: bombalanmış Gazze, kaçan insanlar ve yanında kocaman bir İsrail bayrağı.

Tüm bunlara rağmen Greta Thunberg, filo üyelerinin hiçbirinin kurban olarak tanımlanmaması gerektiğini vurguluyor.

“Ne yaptığımızı çok iyi biliyorduk. Daha Barcelona’dan çıktığımız ilk gece, bizi terörist gibi göreceklerini söyleyerek tehdit etmişlerdi. Ben hiç korku ya da yenilgi hissetmedim.”

Cezaevinde bazen 15 metrekarelik hücrelerde 13 kişi kaldıklarını, günlerin birbirine karıştığını, saat olmadığını söylüyor. Günler boyunca neredeyse hiç yemek verilmemiş, temiz su yokmuş. Tuvalet lavabosundan akan kahverengi sudan içmeye zorlanmışlar. Birçoğu hasta olmuş.

“Öyle susuz kalıyordunuz ki ağlamaya bile “hakkınız” yoktu. Sıcak 40 dereceydi. Sürekli yalvarıyorduk: Su alabilir miyiz? Sonunda çığlık atmaya başladık. Gardiyanlar önümüzden geçip şişelerini sallıyor, içtikten sonra şişeleri çöpe atıyorlardı.”

Bir keresinde yaklaşık 60 kişi, güneşin altında küçücük bir kafese tıkılmış. Çoğu oturacak yer bulamamış.

“İnsanlar bayıldığında kapılara vurup doktor istiyorduk. Gardiyanlar “Sizi gazlayacağız” diyordu. Gaz tüpü gösterip üzerimize basacaklarını söylüyorlardı.”

Geceleri düzenli olarak parmaklıklara vuruyor, fenerlerle ışık tutuyor, herkesi ayağa kaldırıyorlardı.

Greta, böceklerle dolu bir hücrede tek başına tutulduğunu anlatıyor. Saatlerce, ne kadar sürdüğünü bilmeden. Kendi kendine şarkı söylemiş, sakinleşmek için.

“Ama şarkı söylemek bile çok yorucuydu, bir süre sonra durmak zorunda kaldım.”

Sonrasında çeşitli yetkililer, diplomatlar, politikacılarla özel görüşmelere götürülmüş. Bir seferinde hükümet temsilcileriyle de görüşmüş:

“Bana “Seni Hamas’la rehine karşılığı takas etmeyi teklif ettik” dediler, gözümün içine bakarak. Bir süre sonra sordum: “Bu da ne demek?” dedim. “Şaka yapıyoruz” dediler. Başkaları “Bu soykırım değil. İnan bize, soykırım yapmak isteseydik çoktan yapardık” dedi.”

Liman bölgesinde İsveçliler yalnızca beş dakikalığına bir avukatla görüşebilmiş. Sonrasında hiçbir hukuki destek verilmemiş. Cuma günü Tel Aviv’deki İsveç büyükelçiliğinden üç kişi gelip açık havadaki bir kafeste İsveçlilerle görüşmüş.

“Hep birlikte yaşadıklarımızı anlattık. Yiyecek, su eksikliğini, kötü muameleyi, işkenceyi. Fiziksel yaralarımızı gösterdik. Bütün iletişim bilgilerimizi verdik – babamın numarasını, örgütteki irtibatın numarasını. Açıkça söyledik: Bunların hepsi medyaya açıklanmalı.”

Greta Thunberg’e göre, İsveçli diplomatların cevabı şuydu:

“Hiçbir şey yapmadılar. Sadece “Bizim görevimiz sizi dinlemek. Buradayız ve konsolosluk desteği alma hakkınız var” dediler.”

“Defalarca söyledik: Suya ihtiyacımız var. Gardiyanların elinde su şişeleri olduğunu görüyorlardı. Elçilik görevlileri ise “Not edeceğiz” dedi. Bizden biri, Vincent, “Bir dahaki görüşmemizde mutlaka su getirmelisiniz” diye ısrar etti.”

Ama elçilik personeli tekrar gelmeden iki gün geçti.

“Geldiklerinde yanlarında yalnızca yarısı boş bir küçük su şişesi vardı. En kötü durumda olan Vincent onu içebildi. Biz gardiyanlara sürekli “Su alabilir miyiz?” diye sorduk ama onlar şişeleri ellerinde sallayarak yanımızdan geçip cevap vermediler.”

Sonunda İsveçli grup, Aftonbladet’in konuştuğu tanıklara göre, elçilik personelinin gözleri önünde “Su verilmedikçe hücrelere dönmeyeceğiz” diye karar aldı. Fakat bu kez elçilik personeli hapishaneden ayrılmak istedi.

“Bizi böyle mi bırakacaksınız? Siz şimdi giderseniz, bizi dövecekler” dedim. Ama yürüyüp gittiler.”

Bazı katılımcılar, bir kadın aktivistin öfkeyle gardiyanların su şişelerini attığı çöp kutusuna tekme attığını anlatıyor. Şişeler yere saçılmış, Greta ve diğerleri kendilerini yere atıp kalan suyu açıp içmeye çalışmışlar.

“Elçilik personeli bunu gördü ama yürüyüp gitmeye devam etti.”

Katılımcılar beş günlük esaretten sonra serbest bırakıldıkları gün, İsveç Başbakanı Ulf Kristersson İsveç medyasına “Gazze’ye gitmek çok aptalcaydı” dedi.

Aftonbladet, Dışişleri’nin ailelere gönderdiği e-postaları, mahkûmların elçilik personeline aktardıklarıyla karşılaştırdığında, durumun ciddiyetinin küçümsendiği ortaya çıktı.
Bakanlığın, Greta Thunberg’in limanda saatlerce dövülmesini şu ifadeyle aktardığı görüldü: “Sert muamele gördüğünü ve uzun süre sert bir zeminde oturduğunu söyledi.”

Cumartesi günü, birçok medya kuruluşu Greta’ya işkence yapıldığını yazdı.

“Dünyanın en büyük haber ajansı, kızımın ağır istismar ve işkenceye maruz kaldığını bağımsız kaynaklarla 15 saattir bildiriyor. Ama sizden tek kelime yok.”

(Greta Thunberg’in babası Svante Thunberg’in, 5 Ekim sabahı 11.27’de Dışişleri Bakanlığı’na attığı e-postadan.)

Aftonbladet’in gördüğü e-postada babası, durumu bakanlığa bu sözlerle bildirdi.

“Bana gönderdikleri e-postalar kızımın anlattıklarıyla uyuşmayınca, verilen tepkiyi tam bir ihanet ve provokasyon olarak hissettim. Sanki bir kültür savaşında piyon gibiydim. Aynı anda İsrailli bakan açıkça, geçerli yasalara göre işkence uygulandığını kabul ediyordu.”

Aftonbladet, Greta’nın sözlerini büyük ölçüde doğrulayan üç filo üyesiyle görüştü. Hepsi farklı türde kötü muamele ve aşağılanma yaşamış. Yakınlarıyla da görüşüldü; herkes İsveç elçilik personelini ağır biçimde eleştiriyor.

Onlardan biri, eşi Tomas evde oğulları Malik’le bekleyen Marita Rodriguez:

“Bize söylediklerimizin tümünü ailelerimize aktarmalarını istedik. Neden en önemli kısımları sakladılar?”

Marita hem İsveç hem Şili vatandaşı:

“Şili’den bir konsolosu gördük. Görüşmesine izin verilmediğinde bile gardiyanlara direndi. “Ben sizin Şili konsolosunuzum, sadece nasılsınız duymak istiyorum” dedi. Bu, İsveçli görevlilerin tavrı ile tam bir tezat oluşturuyordu. Onlar neredeyse hiç itiraz etmedi.”

Bir diğer tutuklu Vincent Storm, yaşadığı kötü muamele ve aşağılamayı şöyle anlatıyor:

“Hiçbir şey yapmadılar. Çok hayal kırıklığına uğradım. Diğer ülkelerden, örneğin Fransa’dan büyükelçiler geldi. Onlar bisküvi yiyip su içebiliyordu. İsveç elçiliği hiçbir şey yapmadı.”

Aftonbladet, Vincent’in partneri Rebecca Karlsson ile bakanlık arasındaki e-posta yazışmalarına ulaştı. Bakanlığın yazdığına göre Vincent su içebilmiş:

“Ziyaret sırasında, elçiliğin getirdiği bir şişe suyu içebildi. Ama bu, görevlinin kendi yarım şişesiydi. Kimseye verilmedi. Gerçeği çarpıttılar”

Filo katılımcılarının tamamı ve yakınları, elçiliğin, İsveçlilerin tanıklıklarını “yumuşatarak” ailelere aktardığını söylüyor. Bazı ailelere hiçbir şey iletilmemiş.

“İsveç vatandaşlarının haklarını savunmayan Dışişleri Bakanlığı’nı Parlamento Ombudsmanına şikâyet edeceğiz”

Dışişleri Bakanı Maria Malmer Stenergard, Aftonbladet’e gönderdiği e-postada şunları yazdı:

“İsveçli vatandaşlar büyük bir risk aldı. Global Sumud Filosu yine Gazze’ye yelken açtı, sonuç aynı oldu; gemilerle hiçbir acil yardım Gazze’deki sivil halka ulaşmadı.”

Aftonbladet, Başbakan Ulf Kristersson ile iletişime geçti, ama basın sekreteri konuyu Dışişleri’ne yönlendirdi. Tel Aviv’deki İsveç büyükelçiliğinden kimse röportaj vermedi.

- Advertisment -