Eski Zaman Gazetesi Başbakanlık muhabiri Ahmet Dönmez, yurtdışından yaptığı Youtube yayınlarıyla uzun süredir dikkatle izleniyor. 15 Temmuz Darbe Girişimi’nde Fethullahçıların rolü üzerine cemaat içinden elde ettiği bilgilerle yaptığı yayınlar cemaat çevrelerinden tepkiler aldı. Dönmez, yaşadığı Stockholm’de saldırıya uğradı.
Ahmet Dönmez, son olarak sosyal medyadan ifşaatlar yapan Fethullah Gülen’in yeğeni Ebuseleme Gülen ile yaptığı röportajla hem Türkiye’de hem de cemaat çevrelerinde tartışmaların ortasında kaldı.
Ahmet Dönmez ile Ebuseleme Gülen’in ifşaatlarının ardından 15 Temmuz ve iki cepheden de tepki alan gazeteciliği üzerine konuştuk.
Stockholm’deki bir evden hem Türkiye’de hem de bir zamanlar içinde bulunduğunuz cemaat içinde epey düşman kazandınız. Gazetecilikteki ısrarınızın motivasyonu ne?
‘Nasıl bir gazetecilik?’ başlıklı yazımda da söz etmiştim, bir gazetecinin mahallesi olabilir ama mahallecilik yapamaz. Bir kökeni olabilir ama kökencilik yapamaz. Her türlü köken – etnik kökenden başlayarak dine kadar veya toplumsal statü, toplumsal katman… Elbette bir yerlerde doğacağız, bir yerlerden geleceğiz ama sen onun militanlığını yapamazsın. Onun borazanlığını yapamazsın. Bir ideolojin olabilir ama onun papağanı olamazsın. Bir cemaate mensubiyetin olabilir ama cemaatçilik yapamazsın gibi benzer görüşlerim var. Yani mesleğinin doğruları ile içinde bulunduğun grubun çıkarları karşı karşıya geldiğinde sana mesleğinin doğruları neyi emrediyorsa ve neyi dayatıyorsa onun yanında yer alman gerekiyor.
Zaten Gülen Cemaati ile ilgili yazılarımda da şunu söylemiştim: Benim içinde bulunduğum camia her ne ise, benim illaki Gülen Cemaati için bunu söylediğimi düşünme. Bu bir futbol kulübü de olabilir, spor muhabirleri için söylüyorum; bir partiye yakın yayın organı da olabilir veya herhangi bir şirkete yakın bir yayın organı da olabilir. Hepsi için geçerli olan şey, içinde bulunduğun topluluk gazeteciliğin doğrularıyla çelişmemeli, çatışmamalı. Orada seni ahlaki bir çatışmaya veya açmaza sürüklememeli. Eğer sürüklüyorsa, o zaman o topluluğun içinde bulunmaman gerekiyor. Bu ikisi çatışma halinde olmamalı. Gazeteciliğin neyi savunduğunu biliyoruz. Çok somut evrensel ilkeleri var. Bu ilkelere uymak zorundasın.
Biz bunu Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu çok sancılı son 10 yılda fazlasıyla yaşadık, hatta son 10 yılla sınırlamamak gerekiyor. Geçmişte de hep vardı aslında, hadi diyelim ki son 20 yıl diyelim, AKP iktidarları diyelim. Çünkü burada her şeyi gördük. AKP iktidarları döneminde Türkiye’nin yükselişe geçtiğini de gördük, Avrupa Birliği’ne çok yaklaştığını da gördük. Demokratikleşmeyi gerçekten demokratik bir hukuk devleti olmaya çok yaklaştığını da gördük; tam tersi olarak tek adam rejimini de gördük. Hukuktan tamamen uzaklaşmış, kuvvetler ayrılığını askıya almış, parlamentoyu zayıflatmış, her şeyin bir adamın iki dudağı arasında olduğu keyfi bir otokrasiye dönüştüğünü de gördük bu süreçte. Dolayısıyla bu son 20 yılı ele alırsak işte gazetecilik nasıl yapılmalı ve nasıl yapılmamalı sorularının cevaplarını fazlasıyla bulduk bu süreçte.
Örnek olarak, şu anda 15 Temmuz konusunda yayınlar yapıyorum, yazılar yazıyorum ve içinde yetiştiğim ve bulunduğum camiayı, karşıma alacak şekilde, sürgün içinde sürgün yaşayacak, göç içinde göç, yalnızlık içinde yaşayacak şekilde bir mücadeleye girdim, yalnızlaştım. Bazı yakın arkadaşlarım benimle iletişimi kesti. Bunları göze alarak bir şey yapıyorsun. Ben yüzde yüz doğru yaptım veya kendi yaptığıma çok büyük ulvilik kutsallık atfedecek değilim. Çünkü geçmişte hatalarım oldu benim de; küçük tabii mesleki anlamda bugünle kıyaslandığında bana göre daha küçük hatalardı. Ama hatalarım vardı. Şimdi geriye dönüp baktığımda keşke şunu şöyle yapsaydım, bunu böyle yapsaydım dediğim hatalar bunlar. Ama 15 Temmuz’dan sonra çok büyük sorgulama, çok büyük mesleki yükümlülük veya vicdani yükümlülük gerektiğinde bunun da hakkını verdiğimi düşünüyorum, en azından vermeye çalıştığımı o yolda olduğumu söyleyebilirim.
Ben burada kendi adıma şunu söyleyebilirim: Bir saldırıya uğradım, 6 yaşındaki kızımın yanında Stockholm’de güpegündüz ve bir beyin sarsıntısı geçirdim. Beyin felci yaşayabilirdim veya yatalak hasta olabilirdim hatta hayatımı kaybedebilirdim ama buna rağmen devam ediyorum. O açıdan biraz daha rahat konuşabilirim; korkusuzca önce kendi camialarımızla karşı karşıya gelmeyi göze alarak, eğer gerekiyorsa hesaplaşmayı göze alarak, sadece gerçeklerin peşinden gitmeyi kendimizi adasaydık, Türkiye bu halde olmazdı diye düşünüyorum.
“Fethullah Gülen o mahrem hizmetlerde neler yapıldığını bilmiyor olamaz”
Fethullah Gülen’in yeğeni Ebuseleme Gülen’in ifşaatlarında amcası Gülen’i aklamaya çalıştığı iddia ediliyor. Mesela Ebuseleme Gülen, Fethullah Gülen’in darbe için ‘Bizim arkadaşlar yapmaz’ dediğini söylemişti. Bu kadar edilgen ve kandırılabilir bir figür mü Gülen?
Ben açıkçası Fethullah Gülen’in “Bizim arkadaşlar yapmaz” dediğini düşünmüyorum. Şöyle, ben bir ayrıma gitmiştim “Zeytinyağı-su: Mahrem-Hizmet” başlıklı yazımda: “Hocaefendi” ve “Fethullah Gülen” diye. Bu aslında sembolik bir anlatım. Kitlelere bazen bir şeyi daha iyi anlatabilmek için benzetmelere başvurursunuz, alegoriler yaparsınız, metaforlar kullanırsınız veya semboller kullanırsınız. Bu da böyle bir şey. İki tane insan yok tabii ki, ama iki farklı şapkası var. Hepimizin bir sürü şapkaları var ve bildiğiniz gibi bu tür liderlerin de bir sürü şapkası vardır. Hele hele Gülen Cemaati gibi neredeyse bıçakla ikiye bölünmüşçesine keskin olarak ikiye ayrılan mahrem hizmetler denilen ve normal herkesin tanıdığı, gördüğü, görülür olan bütün dünyada da bilinen Gülen Cemaati’nin faaliyetleri ve hizmetleri var. Bunların ikisi asla yan yana gelemez, bağdaşamaz.
Şimdi, o Fethullah Gülen, o mahrem hizmetlerde neler yapıldığını bilmiyor olamaz. Bilmediği şeyler varsa bile bu yine bir liderlik sorunudur. Çünkü uzun yıllara dayalı olarak sistematik olarak işlenen bazı suçlar var ve cemaat jargonuyla söyleyecek olursak işlenen bazı günahlar var. Bunları bilmiyorsa ama onun adına birileri “Hocamız onay verdi, hocamız istedi, hocamız şöyle buyurdu ve hocamız böyle dedi” diyerek yapılıyorsa yine bu liderin hatasıdır. Çünkü lider orada lider olduğu için, onun adına uzun vadeli olarak böyle hatalar, böyle suçlar ve böyle günahlar işleniyorsa bu yine liderin hatasıdır. Böyle bir habersizlik olamaz yani olmamalıdır.
Ama bildiği şeyler de var. Cevaz verdiği fıkhî anlamda, cevaz verdiği, onayladığı bazı şeyler de var. Dolayısıyla “Bizim arkadaşlar yapmaz” ifadesi fazlasıyla iyi niyetli, fazlasıyla naif ve meselenin hocaefendi tarafına bakan yönüyle belki doğru kabul edilebilecek bir cümle değil. Ben bazı şeyleri özellikle mahrem taraftaki bazı şeyleri bildiğini biliyorum ya da tahmin ediyorum, yanıldığını da zannetmiyorum.
Ebuseleme Gülen böyle düşünüyor olabilir, böyle inanıyor olabilir. Tabii ki, bu onun görüşü ama ben bunca yıllık araştırmalarımdan, tecrübelerimden ve öğrendiklerimden sonra rahatlıkla söyleyebilirim ki, Fethullah Gülen’in özellikle mahrem tarafındaki yapılanların büyük bir kısmından haberi vardı, onayı da vardı.
“Gülen’in Adil Öksüz’ü tanımaması mümkün değil”
“Bir fotoğrafın anlattıkları” başlıklı yazınızda Adil Öksüz’ün 15 Temmuz 2016 darbe girişimi öncesinde ‘Kara Kuvvetleri İmamı’ olarak bütün TSK birimlerinin başına getirildiğine ve Mustafa Özcan’ın bu atama karşısında, “Talebeniz sizi mahcup etmeyecektir hocam” şeklindeki açıklamasına dikkat çekmiştiniz. Size açıklamalarda bulunan Ebuseleme Gülen’de, “Kimi kandırıyorsunuz? Herkes biliyor eskiden beri 5. katta olduğunu, vazifeli olduğunu, talebeniz olduğunu” ifadeleriyle sizi doğruladı. Adil Öksüz hakkında son fikriniz ne?
Şöyle ki, Gülen Cemaati’nin lider kadrosu, Gülen’in kendisi ve en eski talebeleri başta olmak üzere Adil Öksüz’ü çok iyi tanıyorlar çünkü Adil Öksüz’de eskilerden. Ben daha önce yazılarımda bahsetmiştim, ta 90’lı yıllarda öğrencilik hayatında mahrem hizmetlere başlayan Gülen’in mollası. Gülen’in mollası demek çok basit bir şey değil. Gülen Cemaati dünyasını bilenler bilir oraya herkes molla olarak seçilmez. Her ilahiyatçı oraya molla olarak kabul edilmez. Bir defa hadi kabul edildi diyelim, orada uzun yıllar kalamaz. Adil Öksüz ve Gülen’in en eski mollası Cemal Türk ki, akrabalar ve Gülen’in yanında yaşadıkları zaman aynı odayı kullanmışlar Cemal Türk’le Adil Öksüz. Bu derece işin merkezinde ve bu derece Gülen’e yakın bir isim. En eskilerden ve daha talebeliğinde üstelikte molla iken Gülen’in yanında mahrem hizmetlere girmiş askerlerle ilgilenen bir sivil abiydi o zaman.
Sonrasında da Mustafa Özcan’a çok yakın olmuş. Mustafa Özcan ile halef-selef olmuş, bu kadar uzun yıllar boyunca mahrem hizmetlerde kalmış. Hava Kuvvetleri imamlığı yapmış daha sonra en sancılı, en tehlikeli dönemde Gülen Cemaati’nin en zora düştüğü zamanlarda Kara Kuvvetleri imamı yapılmış. Dolayısıyla bütün Türk Silahlı Kuvvetleri imamı yapılmış bir kişi için şimdi çıkıp da konuşmak kolay değil, tanımıyoruz diyemezsiniz.
Şimdi Gülen mesela Finlandiya televizyonuna tevil yaparak –yani tevil ne demek?– güya yalan söylemiyormuş gibi yapıyorsunuz, ama orada kelime oyunu yapıyorsunuz. Ben bilmiyorum Adil diye birisi yani aslında gerçekten Adil olan birisi demeye getiriyor. Adil Öksüz demiyor da tevil yapıyor orada. Yani Adil Öksüz’ü bilmemesi söz konusu bile olamaz. Fethullah Gülen’in o zaman gerçekten bunamış olması lazım. Şimdi hastalığı ile ilgili bir şeyler söylediğiniz zaman köpürenler, o zaman bunu nasıl kabul ediyorlar? Yani bunu kendileri aslında bugün son derece nazikçe, son derece kelimeleri seçerek ve kimseyi rencide etmemeye çalışarak söylediğimiz sözler karşısında çılgına dönen bu insanlar, hocamıza hakaret ediyorsun, hocamıza iftira atıyorsun diyen bu insanlar Fethullah Gülen’e bunak mı diyorlar? Buna itiraz etmeyerek. Çünkü Gülen’in Adil Öksüz’ü tanımaması, hatırlamaması ve bilmemesi mümkün değil.
Bana sen Fethullah Gülen-hocaefendi ayrımı yaparak hocamıza sen çift karakterli, şizofren, münafık ve ikiyüzlü demek istedin diye ateş püskürenler o zaman bunu nasıl izah ediyorlar? “Ben Adil’i tanımıyorum” diyen Fethullah Gülen’e siz kendiniz mi şizofren demek istiyorsunuz ya da bunak mı demek istiyorsunuz? Eğer o değilse yalancı mı demek istiyorsunuz? Bunu bir izah edin. Bunu siz neyle izah ediyorsunuz diye sordum ben bir yayında; buna cevap gelmiyor, gelemez de zaten. Yani sizin sorunuzun cevabı burada gizli. Neden bu konuda sessiz kalıyorlar? Çünkü sessiz kalmak zorundalar. Evet, tanıyoruz dese bu sefer peşinden başka sorular gelecek ve onlara da cevap vermek zorunda kalacaklar. O zaman tanıyorsanız bu yaşananları nasıl izah ediyorsunuz? Akıncı Üssü’nde bir arazide tarla bakmaya geldim cümlesini nasıl izah ediyorsunuz diye soracaklar bu sefer Gülen’e ve etrafındakilere. Buna cevap veremeyecekler ondan dolayı sessiz kalmak zorundalar.
Mesela Gülen’in kendisi yine yabancı televizyona verdirdiği bir röportajda “Adil Öksüz’ün MİT ajanı olabileceğine dair bazı iddialar da dolaşıyor” dedi. Bak, doğrudan ona MİT ajanı demiyor ama böyle iddiaların da varlığına atıf yapıyor. Peki, siz ne düşünüyorsunuz? ‘MİT’çi’ diyorsanız doğrudan bunu söyleyin, bu iddianızı dile getirin o zaman. Yani tam olarak ne dediğinizi biz anlayamıyoruz. Ne diyorsunuz Adil Öksüz’le ilgili? Adil Öksüz’ün ailesine bakmaya devam ediyorsunuz. Adil Öksüz’ün kendisiyle görüşmelere devam ettiniz 15 Temmuz’dan sonra bile. Ben bunlardan bahsettim çeşitli yayınlarda Cevdet Türkyolu’nun ve hatta Fethullah Gülen’in Adil Öksüz’le 15 Temmuz’dan sonra görüştüğüne dair yani telefon üzerinden görüntülü FaceTime görüşmeleri yapıldığına dair bazı iddiaları paylaştım.
Şimdi burada şöyle bir oyun oynanıyor: Cemaatin tabanına Adil Öksüz MİT ajanı denildi ve sahte üretilmiş bir MİT’e ait angaje belge de dolaştırıldı. Bunun sahte olduğunu kaynaklarımdan biliyorum. Bu üretilmiş bir belgeydi ama bunu tabana yaydılar çünkü tabanın bunu yemesini ve Adil Öksüz’ün MİT ajanı olduğuna inanmasını istiyorlar ama bunu doğrudan kendileri söylemiyorlar. Taban onu MİT’çi olarak düşünsün ama bizden bilmesin yani bunu biz açıklamayalım veya biz ilan etmeyelim sanki gerçekten MİT’in belgesiymiş gibi bir angaje belgesi üretelim ama biz üretmiş olmayalım, bu ele geçirilmiş olsun ve tabanımız buna ikna olsun, buna inansın. Çünkü o zaman her şeyi çok kolay açıklayabiliyorsunuz.
Nasıl her şeyi çok kolay açıklayabiliyorsunuz? Adil Öksüz en tepede, MİT’e angaje olmuş; o da altındaki işte diğer sivilleri kandırmış, tuzağa düşürmüş. Dolayısıyla bazı askerleri de aldatmış, tuzağa düşürmüş. Hulusi Akar’la beraber olan bundan ibaret, bizim hiçbir suçumuz ve günahımız yok. Bu şekilde çok kolayca izah edebiliyorsunuz. Daha doğrusu izah ettiğinizi sanıyorsunuz. Kimleri ikna ediyorsunuz? Zaten buna kanmaya hazır olan, buna inanmaya zaten dünden razı olan, bana yalanda olsa bir şey söyle ben zaten buna inanacağım diyen kitleyi inandırıyorsunuz zaten hedefte bu. Bu onlara yetiyor. Giden gitsin, kalan sağlar bizimdir anlayışı var. Kendileri açıktan Adil Öksüz’ün hain olduğuna veya MİT’çi olduğunu söyleyemiyorlar çünkü buna da inanmıyorlar. Gerçeği biliyorlar ve onlar da aslında öyle olmadığını biliyorlar.
Öbür taraftan izah edilemeyen bir sürü şey var. Adil Öksüz’ün serbest kalması ile ilgili mesela daha başka detaylar var. Adil Öksüz çift taraflı çalışmış olabilir yani iki tarafa da çalışmış olabilir. Ben tamamen Adil Öksüz’ün cemaatin gündemiyle hareket ettiğini öne sürmüyorum ama tamamen de cemaatin iddia ettiği gibi onun MİT’çi olduğuna kesinlikle inanmıyorum. Çift taraflı çalışmış olabilir ki bundan da emin değilim. Çok fazla soru işareti var, kabul ediyorum; aydınlatılması gereken çok nokta var ama Adil Öksüz konusu büyük bir muamma. Tek emin olduğum şey şu: Adil Öksüz’ün kim olduğunu Gülen ve etrafındakiler çok iyi biliyor ve bence onlar Adil Öksüz’ün hain olmadığına da, ihanet etmediğine de ve MİT’çi olmadığına da inanıyor. Bunu biliyorlar o yüzden çok aleyhine de konuşamıyorlar ve sessiz kalma sebepleri bu. Çünkü söyleyecek bir şeyleri yok.
“Cevdet Türkyolu, borsa spekülatörlüğünden tut da birçok şeyle suçlanan birisi”
Ebuseleme Gülen’in iddialarının merkezindeki isim Gülen’in sağ kolu Cevdet Türkyolu. Kimdir Cevdet Türkyolu? Neden hakkında bu kadar iddia var?
Cevdet Türkyolu, öğrencilik yıllarından itibaren İzmir’de Fethullah Gülen’in yanına yerleşmiş ve ailesi tarafından Fethullah Gülen’in hizmetine verilmiş. O tarihten bu yana Fethullah Gülen’in yanından ayrılmayan yani en eskilerden birisi dediğim gibi lise öğrenciliğinden beri orada bulunan birisi. Dolayısıyla Fethullah Gülen’in en mahremlerini bilen, gerçekten de en sadık isimlerden birisi. Fethullah Gülen’in dayağını da çok yemiştir ve hakaretini de çok işitmiştir. Fethullah Gülen tarafından defalarca da kovulmuş sonra geri kabul edilmiştir.
Öte yandan Cevdet Türkyolu, Fethullah Gülen’in sağlık sorunları ile ilgilenen birisi olarak doğası gereği Gülen’in mahremlerine dahil olmuştur, vakıf olmuştur. Dolayısıyla Gülen gibi buna çok önem veren ve bu mahcubiyeti yaşayan birisi herkese bu mahremini açamaz. En fazla güvendiği kişiye açabilir. Zaten Gülen, Cevdet Türkyolu’nu feda edememe nedeni de bu. O giderse yerine bir başkası gelecek ve bu mahremlerini açamaz.
Yani şunu biliyorum ve gerçekten bunu kabul edebiliriz: Gülen bu konularda gerçekten büyük bir hicap duyan bir insan, mahcubiyet duyan bir insan. Kolay kolay bu tür şeylerini açabilecek bir insan değil. Ancak böyle işte, ta çocukluğunu bildiği Cevdet Türkyolu gibi bir de sadakatine şüphe duymadığı birisine bunu yapabildi. Ama o olmazsa bir başkasına açamayacağı sağlıkla ilgili özel durumları var. Bu sebeplerden dolayı feda edemiyor Cevdet Türkyolu’nu.
Bu durum Cevdet Türkyolu’nun hakkında birçok soru işareti olduğu, şaibeli bir insan olduğu gerçeğini de değiştirmiyor. O da bu yıllar içerisindeki Gülen’e olan yakınlığını, pozisyonunu nüfusa dönüştürmüş, imtiyaza dönüştürmüş ve paraya dönüştürmüş birisi. Bugün cemaat tabanında birçok insan bunlara cevap arıyor, cevap verilmesi gerektiğini söylüyor ama cevap yok.
Burada öyle bir şey oldu ki, dikkatten kaçırılmaması gereken bir durum var: Osman Şimşek’le Cevdet Türkyolu karşı karşıya geldiğinde, Fethullah Gülen Cevdet Türkyolu’nu tercih etti. Cevdet Türkyolu, Osman Şimşek’i harcadı, ayağını kaydırdı ve onu itibarıyla oynayacak şekilde oradan kovdu. Kırgın bir şekilde ayrıldı Osman Şimşek. Halbuki Osman Şimşek de 25 yıllık talebesiydi Fethullah Gülen’in ve Osman Şimşek’in de sadakatinden ve vefasından şüphesi yoktu Fethullah Gülen’in. Ama onu feda etti Cevdet Türkyolu’na. Halbuki Cevdet Türkyolu hakkında şaibeler olan bir insan. Osman Şimşek hakkında bir şaibe yok. Bir mal varlığı veya herhangi bir ahlaki zaafla suçlanan birisi değil Osman Şimşek.
Bir de Cevdet Türkyolu, borsa spekülatörlüğünden tut da gayrimenkul zenginliğine varıncaya kadar gelen, gidenlerden para veya başka imtiyazlar, ihale imtiyazları talep etmesine varıncaya kadar birçok şeyle suçlanan birisi. Bunlara cevap vermiyor ama buna rağmen onun yerine dürüstlüğüne, temizliğine, tevazusuna, cemaate, Gülen’e olan sadakatine, vefasına, ilmine, bilgisine ve nezaketine herkesin şahitlik ettiği Gülen Cemaati tabanı açısından söylüyorum tabii ki dışarıdaki bilmez ve böyle bir ismi feda etti Osman Şimşek’i. Ama Cevdet Türkyolu’nu tercih etti. Neden? çünkü az önce söylediğim sebeplerden. Sadece sağlık durumu ilgili veya Gülen’in bazı sırlarına vakıf olma değil mesele aynı zamanda bunun dışında da birçok mahreme vakıf olması Cevdet Türkyolu’nun. Çok önemli bir faktör.
“Gülen Cemaati’nin en büyük sermayelerinden birisi olan güven yerle bir oldu”
Bu ifşaatlar, ortaya çıkan bilgiler sonrası cemaatin politikası sessizlik ve yakın isimler üzerinden inkar. Bu ne kadar daha sürdürülebilir?
Ben şu anki gidişata bakarak şöyle görüyorum: Bir defa Gülen herhangi bir açıklama yapmayacak. Dolayısıyla Gülen Cemaati herhangi bir hesaplaşma, yüzleşme yoluna gitmeyecek. Herhangi bir şekilde güven tazeleme yoluna gitmeyecek. Dediğim gibi giden gitsin kalan sağlar bizimdir mantığıyla hareket edecek. Çünkü bir açıklamaları ve söyleyecek bir sözleri yok. Yokmuş gibi ve mış gibi davranarak devam edecekler. Duymazdan gelerek devam edecekler. Zamana oynayacaklar. Zamanla bunların unutulacağını zaten birilerinin de ihtiyaçtan dolayı cemaatte kalmaya devam edeceğine inanıyorlar ve bunda çok da haksız değiller.
Bu birileri kimdir? Tabanı kast ederek söylüyorum. Yani özellikle yurt dışına çıkanlarda bir sosyal çevrenin içerisinde yer alma ve dayanışma içerisinde olma ihtiyacı var. Çünkü zaten yalnızlaşarak ülkenden gelmişsin. Bulunduğun ülkede zaten yabancısın, ötekisin, iğretisin; dil sorunun, iş sorunun var ve statü sorunun var. Bir de diğer Türklerin içerisine de giremiyorsun. Kendinden başka dostun yok. Büsbütün yalnızlaşmak istemiyorsun. Aklına gelebilecek o kadar çok şey var ki ihtiyaç derken; bir sosyalleşme ve dertleşme ihtiyacın var. Ev arıyorsun ve bu sosyal çevre içerisinde herkes birbirine yardım ediyor. Kiralık ev ilanları, iş ilanları ve kullanılmayan eşyalar paylaşılıyor. Bazen maddi sıkıntın oluyor ve destek oluyor bu arkadaşlar. İşte en önemlisi çocukların rehberlik ihtiyacı var. Çocukların senin kültürüne bağlı olarak yetişmesini istiyorsun. Oradaki gittiği ülkede bir kimlik bunalımı yaşamamasını, dininden uzaklaşmamasını ve köklerinden uzaklaşmamasını istiyorsun. Bunun için işte cemaat abileri çeşitli hizmetler veriyorlar; hafta sonu kurslar veya eğitim merkezlerinde aktiviteler ve kamplar oluyor. Çocuklarının diğer kendi yaşıtlarıyla beraber bunun içerisinde kalmasını istiyorsun. Eşlerin buna benzer yine sosyalleşme ve dayanışma ihtiyaçları oluyor. Yani cemaatle ilgili eleştirileri ve soru işaretleri olsa bile işte bu saydığım sebeplerden dolayı gidip gelmeye, o dairenin içerisinde kalmaya devam etmeye ihtiyacı var insanların. İhtiyaçtan kastettiğim budur.
Cemaat yöneticileri de bunu bildiği için zamana oynadıkça bazı şeylerin unutulacağına ve bazı şeylerin artık kanıksanacağını ama insanların insan olmaktan kaynaklı olan ihtiyaçları devam ettiği müddetçe tekrar dönüp dolaşıp kürkçü dükkanına geri geleceklerini hesap ediyor. Şu ana kadar ki plan bu ve bir açıdan bakarsan çok da başarısız sayılmaz. Nereden baktığına bağlı.
Ama diğer bir taraftan bakarsan çok büyük bir başarısızlık var. Çünkü Gülen Cemaati’nin en büyük sermayelerinden birisi olan güven yerle bir oldu. Artık güven ilişkisi yok ve kimse kimseye güvenmiyor. Yani oraya gidip gelse ve çocuğunu gönderse bile aslında hala bir mesafeyi koruyarak yapıyor. Birisi bir şey dediğinde sorguluyor, eskiden sorgulanmazdı. Para yardımında bulunacak kişiler nereye gittiğinden emin olmak istiyor. Merkeze para vermek istemiyorlar. Yani verenler yok değil, var tabii ki. Eskiden oran yüzde yüzdü şimdi yüzde elliyse bile çok büyük bir güven kaybı var. Bu cemaat için en büyük mesele bence. Yani buradan baktığında bir başarısızlık söz konusu fakat onlar bu tarafından değil diğer tarafından bakmayı tercih ediyorlar. Çünkü başka çareleri yok. Oraya oynayarak, kalan sahalara oynayarak varlığını sürdürmeye çalışıyor.
Bundan sonraki öngörüm şu şekildedir: Bundan sonra böyle devam etmek isteyecekler. Her geçen gün soru soranların sorduğu sorulara cevap alamamaktan kaynaklı olarak araya mesafe koyanların sayısı artacak. Çünkü bazı şeyler zamana yayılarak oluyor. Belli bir kıvam, belli bir olgunlaşma -yani civcivin yumurtadan çıkmasının bile belli süre istediği hatta bütün doğumlar böyledir belli süre istediği yerlerde- bu kadar kalpten derinlemesine iman derecesinde inanılmış bir davada, bir hareket içerisinde insanların 40 yıl, 50 yıl, 30 yıl, 20 yıl neyse uzun zaman emek verdikleri, kendilerine adadıkları ve kendilerini özdeşleştirdikleri bir camiada hele hele böylesine bir lider hareketi içerisinde insanların bir günde bazı şeylerden vazgeçmesini veya vazgeçme olmasa bile en azından soru sormasına cevap aramasını bekleyemiyorsunuz. Ama zamanla bu sayının arttığını gözlemliyorum ve ben bunu sağlıklı buluyorum.
Bunu ben şöyle söyleyeyim: Sorgulamayı iyi bir şey olarak görüyorum çünkü yalana dayalı olarak bir ilişki devam etmemeli. Dürüst olunmalı, insanlar soru sorabilmeli ve cevap alabilmelidir. Böylesine evrensel ve kendilerini diğer bütün İslami hareketlerin üzerinde gören işte ahir zamanda gelecek olan peygamber efendimizin kardeşlerim dediği kutsiler ordusu olarak kendini tanımlayan bir hareketin tabanına azami ölçüde dürüst olması gerekir. Yalan söylememesi veya sorduğu soruları cevapsız bırakmaması gerekir. Böyle bir şey varsa ortada çok büyük sorun var demektir, bir yerlerde bir şeyler yanlış gidiyor demektir. O yüzden sorgulamaları yerinde, doğru görüyorum. Olması gereken de budur diye düşünüyorum.
Cemaat bir yol ayrımındaydı. Aslında şu an için bakıyorum, köprüden önceki son çıkışı geçmiş gibi görünüyor. Neden böyle düşünüyorum? Gülen’in sağlık durumuna bakarak. Sağlığı daha yerindeyken bazı açıklamalar yapmalıydı, bazı sorulara cevap vermeliydi ve bazı noktaları aydınlatmalıydı. En azından tabanının kafasındaki sorulara cevap vermeliydi. Taban şu anda neyin ne olduğunu bilmiyor ve ak koyun kara koyun birbirine karışmış durumda. Biz tuzağa düştük, biz ihanete uğradık diyorsunuz ama bunları kimlerin yaptığını söylemiyorsunuz. Hala aynı kadrolarla yola devam ediyorsunuz ve bu belirsizliklerle ve soru işaretleriyle tabanınızı baş başa bırakıyorsunuz. Oysa bu süreçte bu hareket için çeşitli fedakarlıklar yapmış, ağır bedeller ödemiş, kimi canından olmuş, kimi işinden olmuş, kimi özgürlüğünden olmuş, kimi yuvasından olmuş, kim evladından olmuş, hala devam eden büyük bedellerin kurbanları olan insanlara duyduğunuz saygı ve vefa gereği bir cevap vermeliydiniz. Şu an ağır sağlık sorunlarıyla boğuşuyor ve bugün konuşsa bile artık güvenemeyeceğiz. Yani ne kadar doğru ve ne kadar gerçek. Çünkü demans problemleri var. Bazı şeyleri karıştırıyor veya hatırlamıyor. Bu açıdan çok büyük kötülük yaptığını düşünüyorum.
Cemaatten şöyle eleştiriler geliyordu: Artık AKP aklı başında olan, entelektüel, farklı görüşlere sahip, demokrasiyi savunan, Avrupa Birliği’ni destekleyen, liberal demokrasiyi savunan ve özgürlükçü demokrasiyi savunan insanlardan uzaklaşıyor; geriye bir cahiller ordusu kalıyor demişlerdi. İşte cahil ve eğitimsiz bir seçmen kitlesi var AKP’nin kazandığı bu seçimde. Bu iktidarın cahillerin iktidarı olduğu deniyordu.
Şimdi aslında bu son süreçte cemaat benzer bir tehlikeyle karşı karşıya. Biraz aklı başında, bağımsız düşünme eğilimine sahip, yetenekleri olan, sorgulayan, zeki ve ahlaki üstünlüğü kaybetmek istemeyen insanların yanında duramayacağı bir yer haline gelmiş durumda. Bir dini cemaat için hele hele Gülen Cemaati gibi iddialarda bulunan bir cemaat için bundan daha büyük bir kayıp olamaz. Ahlaki üstünlüğü kaybetmek istemeyenlerin içinde olmak istemeyeceği ve yan yana olmak istemeyeceği bir yer haline geliyor. Neden sorulara cevap vermiyor. İllaki Gülen Cemaati şunu yapmıştır, böyle ahlaksızdır, böyle suçlar işlemiştir ve böyle günahları işlemiştir demiyor bu insanlar. Bu mesafe koyan tabanındakileri kastederek söylüyorum. Belki böyle demiyorlar ama böyle bir şüphe var. Bu sorulara cevap verilmediği müddetçe de benim bu şüphem güçlenecek diyenler var. Dolayısıyla bu kadar büyük şüphelerin olduğu bir yerde de bir ahlaki üstünlüğüm kalamaz benim. Ahlaki üstünlüğümün kalmayacağı yerde de duramam diyenlerin kelimesi kelimesine böyle ifade etmiyor olabilir. Ama tavrın tercümesi bu. Bu insanların araya mesafe koyduğunu gözlemliyoruz.
Yani hem akli hem de ahlaki olarak cemaate mesafe koyanların sayısının artması, cemaatin başka bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Geriye kalanlar arasında bunu çok fazla önemsemeyenler de olacak. Bu dediğim iki noktayı akli ve ahlaki meseleleri çok fazla önemsemeyen, dert etmeyen insanların kaldığı körü körüne bağlılar ve inançlılar topluluğu haline geliyor. Yani önemli bir kitleyi kaybediyor. Sadece burada çok akıllı, çok zeki insanlar gidiyor demek istemiyorum. Çok akıllı, çok zeki insanlardan kalanlar da var. Ama bunlar da ahlaki meseleleri, ahlaki üstünlüğü çok dert etmiyorlar. Çünkü onlara göre ahlak eşittir zaten cemaat ve Fethullah Gülen. Fethullah Gülen ne diyorsa aslında doğruyu da o temsil ediyor, ahlaki olanı da o temsil ediyor ve haklı olanı da o temsil ediyor. Doğrudan otomatik olarak böyle baktıkları için zaten diğer meseleleri, soruları, şüpheleri, çelişkileri ve kimi delilleri görmezden gelebiliyorlar. Ama onların ahlak zannettikleri şey aslında kaynağından problemli hale gelmiş oluyor.
Dolayısıyla bağlayacak olursam ikiye bölünmeden kastettiğim şuydu: Bir tarafta kesin inançlılar grubu var. Bu kişiler genellikle çok fazla sorgulamayan insanlar. Zaten kesin inançları da bu özelliğinden geliyor. Ancak aynı zamanda son derece agresif, öfkeli ve saldırganlar. Hapislerde yatmışsınız, evladınızı kaybetmişsiniz veya eşinizi kaybetmişsiniz önemli değil eğer Gülen’i veya cemaati eleştiriyorsanız, otomatik olarak hain ve fitneci ilan ediliyorsunuz. İşte Osman Şimşek gibi bir insan bile olsanız otomatik olarak hain ve fitneci olarak görülüyorsunuz. Kim olursanız olun Gülen’in yeğeni bile olsanız veya 25 yıllık dostu bile olsanız Gülen’i veya cemaati eleştirdiğinizde haklı olarak, haklı şeyler söylediğinizde otomatik olarak MİT’çi gibi etiketlerle bile suçlanıyorsunuz. Saldırganlıktan kastettiğim işte bu.
Bir yandan saldırgan, agresif, çirkin bir dil kullanan diğer yandan körü körüne bağlı ve kesin inançlı ve sorgulamayan bir kitle kalıyor. Bu kitle giderek azalırken buna karşılık olmayan geniş bir kitle ise ayrılıyor ve sayıları da her geçen gün artıyor. Cemaatin gitmekte olduğu yer burası işte.
Fakat Gülen sağlığı yerindeyken konuşsaydı az önce dediğim gibi biz şunu yaptık, bunu yaptık, şu şöyle oldu, bu böyle oldu demek değil; en azından tabanının yaşadıklarına, bu süreçte ödediği bedellere, başlarına gelenlere duyduğu saygı ve vefa gereği onlara hürmeten sadece onların bilebileceği şekilde mesajlarını verebilirdi. Bu konularda Gülen ve cemaatin iç kanalları aracılığıyla bilgi verebilirdi ancak bunu yapmadılar.
Mesela biz tuzağa düşürüldük ve kumpas kuruldu diyorsunuz bunun nasıl yapıldığını anlatmak zorundasınız. İnsanlar bunun nasıl olduğunu bilmeli ki bir daha benzer bir şeyin olmayacağına güven duyabilsinler veya bir daha aynı şeylerin tekrarlanmayacağının teminat altına alınabilmesi için tedbir alabilsinler. Bunları açıklamak zorundaydıylar cemaatin tabanına ama bunları açıklamadılar. Kimlerin rol aldığı, kimlerin bilerek veya bilmeyerek bu oyunun parçası olduğu ortaya konulmalıydı. Hainler var, oyunlar var, tuzaklar var, tuzağa düşenler var. Kimler bunlar? Bunları bilmek zorundaydı cemaatin tabanı ancak bu açıklanmadı. Eğer tercihler değişmediyse ve kadro değişmediyse o zaman aslında kimseyi sorumlu tutmuyorsunuz veya yaptıklarınızın arkasında duruyorsunuz demektir.
E, o zaman tamam da bu tuzak nasıl oldu? Bunun açıklanması gerekiyor. Açıklanmadığında geride çok büyük cevaplanmamış sorular kalıyor. Bu durumda cemaatin tabanını baş başa yalnız bıraktınız.
Bu açıdan ben Gülen’in ömrünün son döneminde kendi tabanına üstelikte sadece bu cemaate gönül vermiş, Fethullah Gülen’i sevmiş, Fethullah Gülen’e inanmış, Fethullah Gülen’in davasına sahip çıkmış, ona inanarak peşinden gelmiş olan ve sadece bundan dolayı çok ağır bedeller ödemiş olan insanlara bence bir vefa borcu vardı. Ve bu borcu yerine getirmedi. Onlara çok büyük bir kötülük yaptı.
Bu kötülükte şundan: onların başına gelenleri bilme hakkına saygı göstermedi. Onların başına gelenlerin ne olduğunu bilme hakkını riayet edip onlara bu haklarını teslim etmeleri gerekiyordu. Yani bu sorularına cevap vermesi gerekiyordu. İnsanların, başımıza ne geldi?” sorusunun cevabını verebilmeleri gerekiyor. Başımıza şu geldi, şundan geldi, şunlar şunlar yüzünden geldi ve bunun karşılığında da şunlar yapıldı, bunlar yapıldı, şu hesap soruldu, bu bedel ödetildi veya neyse artık hangi yöntemle yapıyorsanız bunu yapmadı. Bunun için kendi takipçilerine, kendi gönüllülerine, kendi inananlarına, kendi bağlılarına, kendi insanına ve kendi tabanına çok büyük bir kötülük yaptığını düşünüyorum Fethullah Gülen’in.
Bu kitle çünkü sadece Gülen’in ağzına bakıyor. Şimdi ben çıkarım bir şey yazarım, bana bir kulp takarlar. Ben her şeyi bilmiyorum ve sonuçta aynıdır. Ben sadece bir gazeteci olarak ulaşabildiğim şeyleri yazıyorum ama bana çok rahatlıkla kulp takabilirler. Farklı niyetler peşinde koşmakla suçlarlar. Şuranın adamı, buranın adamı vesaire kırk türlü şey söylerler. Osman Şimşek bile bir şey söylediğinde onu başka niyetlerin, başka ajandaların peşinde koşmakla suçlayabiliyor.
Şimdiye kadar Gülen’in yanından kimler kimler ayrıldı? En sadık, en yakınındaki üç-beş kişi denilebilecek insanlar bile ayrıldılar. Kemalettin Özdemir, Latif Erdoğan, Nurettin Veren gibi. Onların bile söylediklerinin hiçbir karşılığı olmadı. Herkese çok rahatlıkla bir kulp takılabilir.
Bir Gülen konuşursa bir anlamı vardı ve bir karşılığı vardı bu tabanda; o yüzden diyorum Gülen konuşmalıydı. Gazetecilerin yazıp çizdikleri önemli olabilir ama bu kitlenin kafalarındaki soruları gidermiyor. Bak mesela ben o kadar çok şey yazdım, çizdim ama hiçbir etkisi olmadı hemen hemen. Fakat Osman Şimşek çıkıp da, evet, Ahmet Dönmez şu noktada şunları yazmıştı ve doğruydu dediğinde birden çok büyük bir gürültü koptu. Veya küfürlerini bir kenara bırakarak söylüyorum ama Ebuseleme Gülen benim yazdıklarımın yanında çok çok hafif şeyler söylemesine rağmen çok büyük bir gürültü koptu.
O yüzden diyorum peki bir de Gülen konuşsaydı ne olacaktı? Çünkü onun ağzının içine bakıyor herkes ve ondan geldiği zaman herkes bunun doğruluğundan emin oluyor ya da şüphe duymuyor, kabul ediyor. Gülen açıklamalıydı ve bu taban bilmeliydi neyin ne olduğunu, başına neyin geldiğini ve kimler yüzünden geldiğini bilmeliydi. Ve onlara ne yapıldığından da emin olabilmeliydi.
Artık Gülen sağlığını büyük oranda kaybetmiş görünüyor. Şimdi hala bir şans var diye düşünüyorum. Bu durumda bile bir şeyleri söylese, yazsa ve paylaşsa bir heyetle sağlığı verdiği ölçüde yine de bir şans var diyorum. Ama daha sağlıklı olduğu dönemde bile bunu yapmadıysa bence yapmadan veda edecek. İnan bana göre çok büyük bir kötülükle veda edecek. En azından bu kadar ağır bedeller ödemiş, inim inim inleyen kendi sevenlerine, kendi takipçilerine, kendi cemaatinin gönüllülerine yaşadıklarına olan hürmet, saygı ve vefa gereği onlarla bazı şeyleri paylaşmalıydı. Çok tekrar ediyorum. Bu insanların bilme haklarını elinden aldı. Bu insanların kendi akıllarını kullanması, kendi sorularını sorması ve bu sorularına cevap araması ya da cevap arayanlarla beraber bir yol yürümesi, kulak vermesi elbette beklenebilir. Ama içinde yetişilen kültür buna çok el vermediğinden ve bunu da en iyi kendisi bildiğinden dolayı bu kimyaya ve kodlara uygun olanı yaptı.
Mesela Gülen bugün hayatını kaybetse artık gerçek o kadar büyük bir darbe yemiş olacak ki o kadar büyük bir ihanete uğramış olacak ki bundan sonra en doğruları yüzde yüz saf seçilmiş doğruları paylaşsanız bile insanlara bunun doğru olduğunu anlatamayacaksınız. Çünkü şöyle deyip çıkacak birileri hocamız bunu söylememişti, böyle olsaydı hocamız bunu söylerdi diyecekler hayattayken. Ve herkes kendine göre bir takım yalanları doğruymuş gibi kabul ettirecek veya kabul ettirme yoluna gidecek. Herkesin kendi doğruları olacak, – yani herkesin kendi doğruları derken cemaati yönetenleri ve yöneten elitleri kastediyorum. – Gülen sonrası için onların kendine göre bir anlatısı olacak tabana. Ve cemaatin tabanı da, bunları dinleyenlerde doğru kabul etmek durumunda kalacak veya aklında başka sorular olsa bile bu sorularla beraber yaşamak zorunda kalacak.
Sonrasında ne olacak: Mış gibi cemaat olacak. Onlar doğruymuş gibi söyleyecekler. Bunu hocamız böyle söylemişti gibi olacak ve hep böyle anlatılacak. Cemaat de tabanı da inanmasa bile inanmış gibi yapacak çünkü başka çaresi olmayacak. Bunu teyit edebileceği başka bir yüzde yüz güven ve itimat duyabileceği bir adres kalmamış olacak. Kime sorup da doğrusunu öğrenecek ve doğru olduğunu birileri söylese bile güven duyamayacak zaten. Bir de duymak istedikleri var, inanmak istedikleri var ve inanmak istediğini tercih edecek. Duymak istediğini söyleyeni tercih edecek. Geri kalan her şeye yalanmış gibi muamele edecek. Çünkü onu rahatlatan diğeri olacak. Konforlu böyle.
İşte bu yüzden tekrar ediyorum son söz olarak Fethullah Gülen’in bu insanlara gerçekten bir borcu vardı ve bu borcu ödemeden giderse bence onlara ihanet etmiş olacak. Çok büyük kötülük yapmış olacak.