spot_img
Ana SayfaSeçim 2023Dindar seçmen için bir tuzak: Yaşam tarzı siyaseti

Dindar seçmen için bir tuzak: Yaşam tarzı siyaseti

Sağ popülizm, bilhassa kaybedeceğini anlayanlar ve kaybedecek fazlaca şeyi olanlar için seçimlerde çok sık başvurulan bir alet çantası. Öyleyse, tarihi bir eşiğe bu denli yaklaşmışken, manipülasyonlar karşısında kararsız kalan ve bu seçimin farklı yaşam tarzlarının çarpıştığı bir kültürel sermaye savaşı olduğu yanılsamasına kapılan dindarların kalplerini genişletecek birkaç hatırlatma yapmayı borç biliyorum.

İslamcılık, İslam’ın “fıtratı” gereği politik olduğu düşüncesine dayanıyor. Hasan El-Benna Davanın Esasları’nda İslam’ın politikayla olan ilişkisini şöyle özetliyor:

“Bazı insanların İslam’ı sadece bazı ibadet biçimleri ve ruhi haller olarak dar bir alana sıkıştırmaları büyük bir hatadır. Biz inanıyoruz ki, İslam hayatın bütün safhalarını düzenleyen, her konuda en hassas hükümleri veren, hayati problemler karşısında eli kolu bağlı kalmayan yegane nizam olarak çok geniş manalar içermektedir.”

İslam’ın özüne dair iki şey söylemek gerekirse, hepimiz şu eski bilgileri hatırlarız: i) metin belirleyicidir, ii) merkezileşmiş hiyerarşik bir din adamları sınıfı yoktur. Dolayısıyla, resmî dini otoritenin olmaması İslam’ı bir tür serbest piyasaya açar. Bu serbest piyasa içerisinde, hem sağdan hem soldan siyasetçiler dini söyleme başvurmak ve dini metnin otoritesine dayanmak hususunda özgürce hareket eder. Anaakım Ortadoğu analizlerinde “kaldıraç olarak İslam[1] tarifi ile öne çıkan bu siyaset, en basit haliyle dinin toplumu istenen yönde mobilize etmek için araçsallaştırılmasından ve siyasetçinin hayal ettiği basamakları çıkarken dini kendisi için bir kaldıraç olarak kullanmasından ibaret. Çünkü dinin önemli olduğu toplumlarda kimin din adına konuştuğu ile seçmen popülaritesi arasında doğrudan bir ilişki var. Bu, esasında dindar toplumlar için zor kullanmanın bir yolu.

Türkiye, tarihinin en önemli seçimlerinden birine bu kadar yaklaşmışken, din ve siyasetin birbirini tanımazdan gelen eski iki dost olmasını beklemek zor. Ancak, İslam’ın hayatın gerçek sorunları ile ilgilenen güncel, dinamik, canlı ve politik bir öğreti olarak savunulması ve İslam’a rol tayin edilmesi ile sağ popülizm arasındaki ilişkiyi tam da bugün yeniden hatırlamaya çok ihtiyacımız var – özellikle de, Hannah Arendt’in tasvir ettiği şekliyle bir kamusal alan yaratılırken, devlet-toplum ilişkisinden bahsederken ve toplum dönüşürken…

İslamcı siyasetin küresel tarihinden ve müktesebatından haberdar olanlar için bugün Türkiye’de giderek daha fazla din temelli siyasi söyleme başvurulması ile Hasan El-Benna’nın “hayati problemler karşısında eli kolu bağlı olmayan İslam” savunusu arasında artık herhangi bir ilişki bulunmuyor. Aksine, siyasal İslam değil sağ popülizm olarak tanımlamamız gereken bu siyaset biçimi, İslam’ın elini kolunu bağlıyor; onun alâmet-i fârikaları olan tekelleşmeme, merkezileşmeme ve belirli bir sınıf tarafından zaptedilememe gücünü tasfiye ediyor. Neyden bahsettiğimi somutlamam gerekirse:

  • Seçime 23 gün kala, Erdoğan bir temel atma töreninde muhalefeti eleştirirken A’raf Suresi’nin dindarlar arasında bilinirliği oldukça yüksek olan “mühürlenmiş kalpler” ayetine referans verdi. Bu ayet, hakikati ve tevhidi körü körüne inkâr edenlerin artık kulaklarının duymaz, gözlerinin görmez, kalplerinin de kavramaz olduğunu, dolayısıyla “iflah” olmayacaklarını, müzakereye ve değişime açık olmadıklarını anlatan son derece dokunaklı ve güçlü bir mesaj. Erdoğan’ın bu ayete dayanarak kitlesine verdiği mesaj ise muhalif siyasetin “mühürlü” olduğu, yani iflah olmaz bir şekilde gerçeğin/doğrunun/iyinin karşısında konumlandığı.
  • Bu seslenişin hemen ardından, Ramazan Bayramı gelip çattı. Sultanahmet Camii’ndeki restorasyon çalışmaları da bayrama yetiştirildi. Cami yeniden ibadete açılırken Erdoğan hem bayram namazını hem de caminin yeniden açılışını miting fırsatı olarak gördü. Cami içerisinde, muhalif siyasetçilerin cemaate yuhalatıldığı İslam’ın özüne ve ruhuna saldırı niteliğinde anlar yaşandı.
  • Seçime 17 gün varken, AKP’li Bekir Bozdağ 14 Mayıs akşamı toplumun ya “alnı secdeye giden” kesiminin ya da “şampanya patlatan” kesiminin mutlu olacağını ifade etti. Bozdağ toplumu seçim akşamı iki gruptan hangisinin sevinmesini istiyorlarsa onu göz önünde bulundurarak oy vermeye çağırdı.
  • Seçime 11 gün kala, Erdoğan kendisine oy vermeyecek kitlenin “dini, bayrağı ve ezanı olmayanlar”, yani “yerli, milli ve İslami” olmayanlar olduğunu, muhalif siyaset emri “Kandil’den” alırken AK Parti’nin emri doğrudan “Allah’tan” aldığını iddia etti. AK Parti direkt vahiyle hareket eden ilahi bir güç olarak tasvir edildiğinden, AK Parti’yi desteklemeyenler neredeyse Erdoğan’a değil de Allah’a karşı geliyordu.

Araştırmalar, siyasetle ilişkilenen din insanlarının itibarını kaybettiğini söylüyor.[2] Peki dinle ilişkilenen siyasetçilere ne oluyor? Evet, çok büyük bir talihsizlik yaşamadıkça itibar ve seçmen kazanıyorlar. Örneğin, Gezi İmamı olarak da bilinen Fuat Yıldırım, gezi eylemleri sırasında Dolmabahçe Camii’nde içki içildiği iddiasını “Ben din adamıyım, yalan söyleyemem” diyerek yalanlamış ve farklı toplumsal kesimlerin takdirini kazanmıştı. Fuat hoca, dini güncel siyasete boğdurmamanın kazandırdığı karizmanın yanı sıra, esasında oldukça politik bir tavır ortaya koymuştu ve bu, geleneksel olmayan İslami öğretiye içkin “adalet” mücadelelerinden oldukça tanıdık olduğumuz bir jestti. Bugün ise İslami referansların mücadele tarihimizden alışık olduğumuz politik jestlere tercüme edilmesine, yani tanıklık edilen haksızlıklara “Müslümanca” mesafelenmenin bir ifadesi olmasına daha az; toplumsal kutuplaşmanın harlayıcısı olarak kullanılmasına daha çok rastlıyoruz.

Sözün özü, sağ popülizm bilhassa kaybedeceğini anlayanlar ve kaybedecek fazlaca şeyi olanlar için seçimlerde çok sık başvurulan bir alet çantası. Öyleyse, tarihi bir eşiğe bu denli yaklaşmışken, söz konusu manipülasyonlar karşısında kararsız kalan ve bu seçimin farklı yaşam tarzlarının çarpıştığı bir kültürel sermaye savaşı olduğu yanılsamasına kapılan dindarların kalplerini genişletecek birkaç hatırlatma yapmayı borç biliyorum.

i) İsra Suresi 15. Ayet: “Hiç kimse bir başkasının günah yükünü çekmez ve onunla yargılanmaz.”

ii) Mutaffifin Suresi 33. Ayet: “Hâlbuki onlar, Müminlerin başına bekçi olarak gönderilmemişlerdir.”

iii) Maide Suresi 105. Ayet: “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın, kendinizi düzeltin.”

Bizim gibi toplumlar bin yıldır alnı secdeliler ve şampanyacılar olarak değil, seçkinler ve tebaalar olarak ayrışıyor. TÜİK, 2022 yılına ait Gelir Dağılımı İstatistikleri ile en yüksek gelire sahip %20’lik kesimin toplam gelirden aldığı payın %48’e çıktığını açıkladı. Kimsenin başına bekçi olarak tayin edilmediğimizi hatırda tutmak yaşam tarzı siyasetine karşı direncimizi arttıracak, toplumsal barışın temeli olan ittifaklar alanını dikenlerinden temizleyecek, kendi gerçekliğimize dayanarak hareket etmeyi çok daha kolay ve acısız kılacak.

——————–

Lisans eğitimini sosyoloji ve psikoloji alanında, yüksek lisans eğitimini sosyal politika alanında tamamladı. Toplumsal cinsiyet ve yoksulluk alanındaki çalışmalarına 3 yıldır Havle Kadın Derneği ve İstanbul Planlama Ajansı’nda devam ediyor.


[1] Yildirim, A. K. (2019). The New Guardians of Religion: Islam and Authority in the Middle East. Baker Institute for Public Policy Report. https://doi.org/10.13140/RG.2.2.34141.26087

[2] Williamson, S., Yildirim, A., Grewal, S., & Kuenkler, M. (2023). Preaching Politics: How Politicization Undermines Religious Authority in the Middle East. British Journal of Political Science, 53(2), 555-574.

- Advertisment -