Ana SayfaVİDEO HABERAltı yaşında nikâh: İnanç, siyaset, gelenek

Altı yaşında nikâh: İnanç, siyaset, gelenek

“Bu bir kadına, kıza verilen rol, konumla ilgili bir durum. Ve geleneğin yarattığı büyük tahribatlardan bir tanesi. Gelenek her zaman tahribat yaratmaz ama bu tür istismarı da içerebilir. Kız çocuğu ailedeki bir değişim malzemesi olarak kullanılıyor. Bir babanın altı yaşındaki çocuğunu evlendirmesinin bu anlamda bir sirkülasyonu ifade ettiği, baba için kız çocuğunun evlenecek ve oradaki gerekli bağlantıları sağlayacak bir nesne olduğu görülüyor. İstismar daha onu mümkün kılan rol tanımlarıyla başlıyor.“

Programın tamamını izlemek için:

Bu hafta üzücü, insanın içini bunaltan bir konu gündemdeydi. Altı yaşındaki bir kız çocuğunun bir tarikatın şeyhiyle evlendirilmesi, ardından ilerleyen yaşlarında nikâh kıyılması,  tacize, tecavüze uğraması ve bunun ortaya çıkışı, bunun haberleştirilmesi, aile bakanının iki yıldır bu konuyu biz biliyorduk fakat gizliliğini sağlamaya çalışıyorduk minvalinde açıklamaları… Bu olay doğal olarak birçok yönüyle tartışıldı, tarikatlar boyutuyla tartışıldı, siyaset boyutuyla tartışıldı, toplumsal roller açısından, toplumsal ahlak değerleri açısından tartışıldı. Siz bu olay, bu haber hakkında genel olarak nasıl bir değerlendirmede bulunmak istersiniz?

Çok vahim bir olay olduğuna şüphe yok. Bir kere tabii bu bir adli olay. Altı yaşında bir kız çocuğuna tecavüz edilmesi, cinsel olarak istismar edilmesi hadisesi… Fakat bunun bir dini evlilik şemsiyesi altında yapılması, babanın ve annenin buna katılımı, eş olarak erkek olacak kişinin bu istismarı, tecavüzü evlilik adı altında yapması işin diğer boyutlarına gönderme yapıyor. Bir dini nikâh olması hasebiyle ve bir tarikat içinde gelişmesi yönüyle bir dindar yapılanmalara yaptığı gönderme, Türkiye’deki aile kurumu bu üzerinden süre giden tartışmalarla zihniyet açısından bağlanması, bir de bunun siyasi kullanımı, siyasi tartışmalara yol açması…


Özetle; bir, kadın-aile içi şiddet meselesi var; iki, artık en sapkın en kabul edilmez halinde bunun meşrulaştırılması var; üç, din, dindar ilişkileri meselesi var.


Birinci boyuta değineyim. Bu bir kadına, kıza verilen rol, konumla ilgili bir durum. Ve geleneğin yarattığı büyük tahribatlardan bir tanesi. Gelenek her zaman tahribat yaratmaz ama bu tür istismarı da içerebilir. Kız çocuğu ailedeki bir değişim malzemesi olarak kullanılıyor. Bir babanın altı yaşındaki çocuğu evlendirmesinin bu anlamda bir sirkülasyonu ifade ettiği, baba için kız çocuğunun evlenecek ve oradaki gerekli bağlantıları sağlayacak bir nesne olduğu görülüyor. İstismar daha onu mümkün kılan rol tanımlarıyla başlıyor.

Kadına verilen rol de iki büyük eksen üstüne oturuyor: Hizmet et ve tatmin et. Erkeğin ihtiyaçlarını tatmin etmek ve yine erkeğin hizmetini, ailenin hizmetini görmek üstüne kurulu bir köle rolü. Burada tatmin ve hizmet yerine getirilmediği takdirde her türlü geleneksel fiili ve fiziki şiddetin uygulandığı, bunun da tabii karşılandığı bir yapı ve zihniyet bu.


Önceki haftalarda da konuştuğumuz konulardan birisiydi; bu iktidar aile kurumunu çok ön plana çıkartan, aileyi korumanın çok fazla altını çizen bir iktidar. Ve bununla ilgili hatta son olarak başörtüsüne anayasal güvence teklifinin yanı sıra aileyle ilgili bir madde de eklendi. Peki aileyi bu kadar önemsediğini dillendiren bir iktidarın bu tarz durumlar ve olaylar karşısında, bu tarz skandallar karşısında toplumu tatmin edecek bir tavır almayışı, bir açıklama yapmayışı, bir eyleme girişmemesi, bunları önlememesi, denetlememesi ve hatta bu olayda görüyoruz ki yargılanmasında bile ayak sürümesi nasıl açıklanabilir?


Bu tabii biraz önce söylediğim mantığın koyu yönlerinden, yani muhafazakâr yönlerinden bir tanesi. Aile kurumu çok ince bir hat. Aile tabii önemli. Aile güvendir, aile korumadır, aile büyümedir, aile topluma intibaktır, öğrenmedir. Aile şefkattir. Fakat bütün yapılarda olduğu gibi aile dediğimiz yapının içerisinde de bu pozitif işlevlerin yanında karanlık alanlar ve ilişkiler olabiliyor. Zira, aile aynı zamanda hiyerarşi üreten, baskıcı bir yapı. Aile, kimileri için, bir tür değişmemenin, bir tür statükonun, muhafazakârlığın, keskin hiyerarşinin, egemen erkek gücünün daha doğrusu egemen bir gücün toplumsal yapı üstündeki hükümranlığının en temel küçük sembollerinden birisi.

Bugün de açıkçası AK Parti, Tayyip Erdoğan bundan çok farklı düşünmüyor. Anayasa değişikliği önerisinde, ailenin sınırlarını belirlerken, yapılmaya çalışılan şey aslında aile üstünden bir gelenek tahkimatıdır. Tecavüze uğramış kız çocuklarını tecavüzcüleriyle evlendirerek aileyi kurmak ve korumak gibi inanılmaz bir öneri de getirebilmişti bu mantık. Çocuğu korumak, bedenin bütünlüğünü korumak, kadını korumak, kızı korumak yerine işte biraz önce tanımını verdiğimiz o hiyerarşik ve kullanıma açık bir kadın tanımı üstüne oturan bir aile bakış açısı. Dolayısıyla bu çok ince bir hat. Yani aileyi savunmak, korumak ile aileyi bir içe kapalı, hastalık üretebilen, bu hastalıkları rasyonelleştirebilen bir tanım çerçevesinde ele almak arasında büyük farklar var. Ama yine de bu fark çok ince bir hat üstünde bir ayrım noktası olarak karşımıza çıkıyor. AK Parti’nin bu işe bakışının bu olduğunu düşünüyorum. Aksi takdirde seçimlere giderken aile üstünde bu kadar tepinmek, aile kurumu üstünde bu kadar vurgu yapmak başka bir anlam ifade etmez. Bu, aileden hareketle dediğim gibi hiyerarşinin, rollerin, gelenek hükümranlığının bir tür tescili demektir.

Geleneğin çeşitli formları, örneğin kimi tarikatlar, bu tür hiyerarşik köle yapılarını ve kullanım yapılarını rasyonelleştiriyorlar. Gelenekle ilgili sorun zaten burada.

Tarikatların iki boyutu var. Yani bir tarafta dini boyut var. Yaratan-yaratılan arasındaki ilişkiyi farklı bütünlük içinde tasavvur etmek bir ibadet yolu. Ama aynı zamanda tasavvuf, keskin formları, teslimiyete dayalı şeyh-mürit ilişkisini içeriyor ve bu da gündelik hayatla ilgili uygulamalara yansıyabiliyor. Sapkın durumlara yol açabiliyor. Nitekim kim şeyh, hangi adam şeyh tartışması ta Osmanlı’dan. 2. Mahmut’tan beri süregelen bir tartışma…

1999’da Hizbullah diye korkunç bir felakete tanık olduk Türkiye’de. Hizbullah denilen bir örgüt kendisine tam biat etmeyen dindarları aldı, infaz etti, oturdukları, kiraladıkları evlerin mahzenlerine gömdü, bahçelerine gömdü. Böyle neredeyse bine yakın ceset bulundu. Bu din adına yapıldı. Bu, o dönem önemliydi. Çünkü ilk defa Türkiye’de dindarlar “Din bu mu? İnanç bu mu? Bu inanca zarar veriyor” tarzı bir bakış açısına da sahip oldular. 28 Şubat sonrası dindarların değişiminin ve sorgulamasının kritik noktalarından bir tanesiydi bu. Burada da benzer bir tabloyla karşı karşıyayız. Yani din adına ve dindarların savunduğu gelenek adına doğrulanan bir şeyse bu, burada zarar gören dinin doğrudan kendisidir. Dindarla din arasında bir karışım, bir aynılaşma hali söz konusudur ki bunun olmaması gerekir.

- Advertisment -