spot_img
Ana SayfaYazarlar14 Mayıs mucizesi

14 Mayıs mucizesi

 

14 Mayıs’ın değerini anlamak için, cumhuriyet döneminin genel özelliklerini kısaca hatırlamak lâzım. Türkiye İstiklâl Harbi veya Millî Mücadele adı verilen savaştan başarıyla çıkıp bağımsız bir devlet olarak tarih sahnesinde belirdi. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının öncülüğünde yürütülen mücadelenin sonunda anayasal monarşiden cumhuriyete, imparatorluktan ulus devlete geçildi.

 

Bu cumhuriyetin hak ve özgürlüklerle de demokratik siyasî mekanizmalar ve süreçlerle de ilgisi yoktu. Başka bir deyişle yeni cumhuriyet demokratik olmayan bir cumhuriyetti. Ulus devlet ise ideal bireyi ve toplumu yaratmayı gerekli gören bir zihniyete dayanmaktaydı. Bu yüzden Osmanlı’nın anayasal monarşi geleneği ve çok partili hayat birikimi tümüyle reddedildi.

 

Yeni devletin özellikleri 1925’ten sonra iyice belirginleşti. Siyasî otorite halka dayanmıyordu. Devlet toplumun diline, dinine, kıyafetine müdahale etti. Pozitivist bir anlayışla laikliği toplumu dinden arındırma olarak anladı ve uyguladı. Osmanlı’da canlı olan fikir hayatı ve İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlerdeki sivil toplum oluşumları tasfiye edildi.

 

1925’ten 1945’e kadar süren diktatörlük devresinde iktidar mutlaktı. 1924’te devlet kontrolü dışında doğan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası tasfiye edildi. Mustafa Kemal döneminde 1930 Serbest Cumhuriyet Fırkası tecrübesi de devlet kontrolünde başlayan ve yine devlet tarafından tasfiye edilen bir deneme oldu. Mustafa Kemal kötü gidişin farkındaydı. Ömrünün sonlarına doğru geriye bıraktığı mirasın diktatörlük ve sefaletten başka bir şey olmadığını söyledi. Ancak, artık gidişatı değiştirecek gücü yoktu. Bir tek parti canavarı yaratmış ve sonunda bu canavar onu da esir almıştı. Ömrünün son yıllarında kendisininki dışında her politik makama seçimle gelinmesini ister duruma gelmişti. Son bir çabayla kendisinin yerini alabilecek olan İnönü’yü daha da baskıcı bir rejim oluşturabileceği düşüncesiyle tasfiye etmek istedi. Başaramadı. Atatürk’ün ölümünden sonra iktidar İnönü’ye geçti ve baskı daha da arttı.

 

Rejim ekonomik alanda da çok başarısızdı. Kısmen 1929 Büyük Buhranı ve II. Dünya Savaşı ama daha ziyade devletçi ve ekonomik özgürlük karşıtı iktisat politikası yüzünden açlık, fakirlik, sefalet diz boyuydu. Anadolu halkı salgın hastalıklarla kırılmaktaydı. Ankara’daki mütehakkim sınıf bir taraftan ekonomik teşebbüslerin önünü kesiyor diğer taraftan toplumun yetersiz üretiminin önemli bir bölümüne el koyuyordu.

 

II. Dünya Savaşı’nın sona ermesi dünyada bir demokratikleşme dalgası yaratı. Üstüne Türkiye’nin Sovyetler Birliği’nden gelen tehditler ve taleplerle karşılaşması eklendi. Bir tercih yapmak zorunda kalan Türkiye Batı’nın baskılarına cevap vermek ve içerde biriken ve patlaması hâlinde iktidar elitlerini silip süpürecek stresi boşaltmak için sistemi demokratikleştirme sürecini başlatmak zorunda kaldı. İnönü ve adamları Hüsnü Mübarek’in Mısır’da yaptığı gibi sistemi görünürde çok aslında tek partili bir sisteme dönüştürerek yola devam etmek istiyordu. Halkın CHP’yi velinimet olarak gördüğüne ve serbest seçimlerde iktidara getireceğine inanıyordu. Bu umutla ve yoğunlaşan dış baskıların da tesiriyle İnönü Atatürk gibi sözünden caymadı ve süreci sürüklemeye devam etti.

 

Bu çerçevede başka partiler doğmaya başladı. Demokrat parti muhalefet partilerinin ilki değildi ama en önemlisiydi. Gerçek lideri Adnan Menderes’in bilge ve cesur idaresi altında CHP’ye meydan okumaya ve alternatif olmaya başladı. DP’nin kutlu yürüyüşü 14 Mayıs 1950 seçimlerindeki zaferiyle sonuçlandı. Türkiye böylece adeta bir mucizeyi başardı ve bir tek parti diktatörlüğünü iç savaş çıkmadan, tek kuşun sıkılmadan, insanlar ölmeden devirmeyi başardı. Şüphe yok ki bunun asıl şerefi Menderes ve arkadaşlarına aitti. Ama İnönü de sözünden caymayarak ve seçimi kaybedince iktidarı devrederek müspet bir rol oynadı. Bu İslam dünyasında eşi benzeri görülmemiş bir vakaydı. Hâlâ da tekrarlanamadı.

 

Türkiye 14 Mayıs ile ne kadar gurur duysa az!

- Advertisment -