Kısa bir aradan sonra iddianamelerde 15 Temmuz’un izini sürmeye devam. Ama bu kez henüz kabul edilmemiş, yani aslında okumadığımız bir iddianamedeki bir bilgi üzerinden iz süreceğiz…
TGRT Haber’in Ankara Temsilcisi ve Türkiye gazetesi yazarı Batuhan Yaşar, geçen çarşamba günkü yazısında önemli bir gazetecilik başarısına imza atarak henüz mahkemeye sunulmamış Akıncılar Üssü İddianamesi’ndeki şok çarpıcı bir bilgiye yer verdi.
Savcılık da bu önemli gazeteciliği doğrulayan bir açıklama yaptı:
“21.07.2016 tarihinde saat 10.22’de ABD Başkonsolosluğu adına kayıtlı numaradan Adil Öksüz'ün cep telefonunun arandığına dair kayıt var.”
ABD Büyükelçiliği de dört saat sonra bir açıklama yaparak haberi doğruladı. “21 Temmuz 2016’da Emniyet’in isteği üzerine vizesini iptal ettiklerini, prosedürel olarak da telefonla aradıklarını açıkladı:
Amerikan-Türk emniyet güçleri arasındaki yakın iş birliğinin doğrudan sonucu olarak, ABD'nin İstanbul Başkonsolosluğu'ndan Adil Öksüz adına kayıtlı bir numaraya 21 Temmuz 2016 tarihinde bir çağrı gerçekleştirilmiştir. O gün (21 Temmuz) Emniyet Genel Müdürlüğü, ABD'nin Türkiye Temsilciliği'ni arayarak, Adil Öksüz'ün Türkiye'den kaçmasını engelleme konusunda yardım talebinde bulunmuştur. Bunun arkasından Öksüz'ün vizesini iptal ettik ve ABD yasaları gereğince Öksüz'ü arayarak kendisini bu iptal konusunda bilgilendirmeye çalıştık. ABD Başkonsolosluğu'nun, şüphe uyandırmaktan çok uzak olan bu çağrısı, darbe girişiminin ardından ABD ve Türk emniyet güçlerinin yakın iş birliğini sergilemektedir.
Başbakan ve Adalet Bakanı, elçiliğin açıklamasından “tatmin olmadıkları”nı söylediler.
Her bakımdan ilginç ve önemli bir haber. İddianameyi okuduğumuzda savcının bu iddiayla ilgili ne dediğini, ne yaptığını ve hangi sonuçlara vardığını da öğreneceğiz.
(Bir not; Akıncı İddianamesi’ni, 15 Temmuz Çatı İddianamesi’ni hazırlayan Ankara Cumhuriyet başsavcı vekili Necip İşçimen yerine atanan Ankara Cumhuriyet Başsavcı Yüksel Kocaman hazırladı. Kocaman, Erdoğan’ın 1999’da kaldığı Pınarhisar Cezaevi’nin de Cumhuriyet Savcısı’ydı.)
Buna en sonunda dönmek üzere 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında ABD ya da Batı olduğuyla ilgili okuyabildiğimiz iddianamelerde hangi deliller ve iddialar olduğuna daha yakından bakalım.
Bir gazeteci ya da daha fazla aldatılmak istemeyen sorumlu bir vatandaş olarak soru sormanın, şüphe etmenin bile hakkınızda türlü tezvirat için yeterli kanıt olabildiği bir ortamda bu konudaki kanaatimi en başta söylemekte fayda var:
Beş darbe yaşamış Türkiye’de yaşanmış tecrübelere bakınca bir darbenin arkasında ABD ve Batı’nın olduğunu düşünmeye kestirmeden komploculuk denemez. ABD’de yaşayan bir adamın cemaatinin yaptığı bir darbenin ardından Batılı ülkelerin verdiği tepkiler, destek için Ankara’ya gelmelerinin bile haftalar aylar sürmesi, medyalarının tavrı bu şüpheleri artırmakta haklı.
Ama bu öyle “kesin öyle ya” diye geçiştirilecek, üzerinden atlanacak bir iddia değil, bu doğruysa somut kanıtlar, polisin, istihbaratın ve savcıların iyi soruşturmaları, belki iyi gazetecilikle ortaya konmalı ve darbeyi desteklediği ortaya çıkan ülkelerle ilişkilerimiz dondurulmalı, darbecilerle iş birliği içinde olduğu çıkan elçiler istenmeyen adam ilan edilmeli, konu BM, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taşınmalı.
Bu aşamaya gelmeyen iddialar, teoriler bir iç siyaset malzemesi olmaktan başka bir işe yaramıyor, darbeyle ilgili Türkiye’nin haklı tezinin ikna ediciliğini azaltmaktan başka bir işe de yaramıyor.
8 ay boyunca 15 Temmuz’dan sonra darbenin arkasında ya da yanında bir yabancı eli olduğuyla ilgili ortaya atılan iddialar ve sayıları 30’ü aşan iddianamelerde bununla ilgili ortaya konan, deliller, karinelere bakmaya başlayabiliriz.
Darbenin ardından darbeyi ABD’nin yaptığı yaptırdığı yolunda Türkiye medyasında çıkan en bilinen üç haberi hatırlayalım önce.
“Darbeyi ISAF Komutanı General John F. Campbell yönetti.”
“Darbe gecesi Büyükada Splendid Hotel’de 13 CIA ajanının katıldığı toplantı yapıldı. Darbe buradan yönetildi. Henry Barkey 19 Temmuz'da otelden ayrılırken resepsiyona üzerinde Pensilvanya yazılı bir çan bıraktı.”
“Darbe günü Türkiye’de olan eski CIA görevlisi Graham Fuller, darbe başarısız olunca helikopterle Yunanistan’a kaçtı.”
Bunun dışından darbe sırasında ABD’nin İncirlik’ten darbecilerin jetlerine yakıt ikmali yaptığı, Erdoğan’ın uçuş rotasını bildirdikleri gibi başka iddialar da dillendirildi.
Darbeden 9 ay sonra içinde binlerce görüntü, kayıt ve ifade yer alan 30’un üstünde iddianameye baktığımızda savcıların bu iddia/haberlere iddianamelerinde şu ana kadar yer vermediğini, bu iddiaları destekleyen herhangi bir delil, iz, karine bulamadığını ya da bu iddiaları araştıracak ciddiyette bulmadığını söyleyebiliriz.
Darbenin dış bağlantılarıyla ilgili iddialara yer vermesi beklenen 15 Temmuz Çatı İddianamesi’nde ise darbenin olmasa da FETÖ’nün uluslararası bağlantıları hakkında 8 sayfalık bir bölüm bulunuyor.
“FETÖ ile Uluslararası Teşkilat, Yabancı Devlet ve İstihbarat Servisleri İlişkisi” başlıklı bölüm iddianamenin belki de en zayıf tarafı.
Bir hukuki metin, iddianameden çok bir gazete köşe yazısına benzeyen iddialı tespitlerle başlıyor:
“Erzurum’da büyümüş yarım ilkokul mezunu bir vaizin Türkiye genelinde kendisine bağlı binlerce taraftar bulması kabul edilebilir olmakla birlikte, bu şahsın dünya genelinde sayıları binleri bulan kuruluşları yönlendirmesi ve Devleti ele geçirmeye çalışması, Fetullah Gülen’in tek başına gerçekleştirebileceği bir proje değildir. Bunlar için mutlaka bir takım unsurların strateji belirlemesi, yönlendirmede bulunması ve desteği gerekir. Hoca karizması veya hizmete adanmışlık küresel ölçekli bir harekete dönüşen Örgütteki değişimi açıklamaya yeterli değildir. Bu Örgütün arkasında küresel ölçekte politik çıkarları ve stratejik oyunları bulunan devasa yapılanmaların olduğunda kuşku yoktur. Yurtdışında destek arayan Fetullah Gülen, bu desteği elde edebilmek için yabancı ülke istihbarat servislerinin elinde gönüllü tutsak ve oyuncak haline gelmiştir.”
Ama buradaki iddialı tespitlerin altı geri kalan yedi sayfada doldurulamamış. Deliller klasöründe; eski CIA ajanı Graham Fuller’in Gülen’in ABD’deki oturma izninin referanslarından biri olması, 2014 yılında çıkan, üzerine çokça yazılıp çizilmiş bir telefon kaydı (http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/yildiray-ogur/578989.aspx), FETÖ’nün Avrupa’da lobi için G+ (Europe) adlı profesyonel bir şirketle anlaşmış olması, Gazeteciler ve Yazarları Vakfı Başkan Yardımcısı Cemal Uşşak’ın 2014 yılında İstanbul’da iki Alman istihbaratçıyla bir restoranda görüşmesi gibi bazıları zaten bilinen, bazıları da tam olarak ne anlama geldiğini anlaşılmayan deliller, gazetelerde ve kitaplarda çıkmış (FETÖ’nün Moon Tarikatı’nın Türkiye ayağı olduğu gibi) birtakım iddialar yer alıyor.
İddianameden Türkiye tarihinin belki de en önemli davası için bu ciddi iddiaları araştırmak üzere savcıların yurt dışına gitmedikleri, bu iddialarının altını doldurmak için herhangi bir tanıkla görüşmediklerini de öğreniyoruz. Bu iddialar için kanıt klasörüne giren tanıklıklar da şöyle; Eski FBI görevlisi tercüman Sibel Edmonds’un internette yayınlanan röportajı, ABD’li uzman William Engdahl’ın internette de yayınlanan Ulusal Kanal tarafından gerçekleştirilen röportajı, Yönetmen Serkan Koç tarafından Fetullah Gülen’in hayatını anlatan “Bir Gladyo Projesi The GULEN’’ isimli kitap ile bu kitabın ekindeki CD’deki röportajlar (Paul L. Wıllıams (Eski FBI Danışmanı), Wayne Madsen (Gazeteci-Araştırmacı), Aleksandr Dugın (Uluslararası Avrasya Hareketi Başkanı), Leonid Savin (Moskova Üniversitesi), Prof. Dr. Asghar Fardi (Tahran Üniversitesi).
Türkiye’de az kalsın iktidarı ele geçirecek bir darbenin en önemli iddianamesinde, bu örgütün yurt dışı bağlantılarının internetten araştırılıp, ikincil kaynaklardaki pek de itibarlı olmayan isimlerin görüşlerinin delil olarak kullanılmasının takdiri kamuoyunun.
Ama Türkiye’den gönderilen dosyalarda karşılarında bu iddiaları ve isimleri bulan yabancı hukukçular, siyasetçiler ve gazetecilerin ne düşündüğünü tahmin etmek zor değil.
Halbuki 15 Temmuz’dan bu yana darbenin ve FETÖ’nün yurt dışı bağlantıları üzerine muhakkak araştırılması gereken çok daha ciddi karineler, deliller bulunmaktaydı.
Örneğin 15 Temmuz 2016’dan aylar öncesinden Amerikan medyasında ve think tanklerinde Türkiye’de bir darbenin gelmekte olduğunu söyleyen çok sayıda yazı, makale yazılmıştı.
Pentagon ve ABD Dışişleri’ne yakın isimler tarafından yazılan bu yazıların kaynağını araştırmak, bu isimlerin bazılarıyla görüşmeye çalışmak darbenin Washington’daki izlerini sürmek için çok önemli ipuçları verebilirdi.
Araştırması gerekenler listesinin tepesinde ise muhakkak darbe gecesi açılan bir telefon olmalıydı. Amerikan Buzzfeed sitesinde çıkan ve yalanlamayan habere göre 15 Temmuz gecesi biri, Hulusi Akar’ın telefonundan, o sırada Afganistan’da uyumakta olan ABD Genelkurmay Başkanı General Joseph Dunford’u aramıştı. Habere göre ses Akar’a ait değildi ve telefonun ucundaki kişi darbe için ABD Genelkurmay Başkanı’ndan destek
istiyordu.
Şimdiye kadar bu telefonla ilgili ortaya bir bilgi çıkmadı.
Yine darbenin yurt dışı bağlantılarıyla ilgili cevabı aranması gereken sorulardan biri de neden ABD Başkanı Obama’nın seçilmiş hükümete destek açıklaması için saat 02.05’e kadar beklediğiydi.
(Halbuki ABD çok daha erken saatlerden itibaren darbeden haberdardı. ABD Ankara Büyükelçisi John Bass, saat 23.15’de Türkiye Dışişleri’nden bir yetkilinin aradığını ve darbeye karşı Washington’un desteğini beklediğini kendisine ilettiğini, onun da bunu hemen başkentine bildirdiğini açıkladı. ABD ilk açıklamayı 23.57’de yaptı. Moskova’da bulunan Dışişleri Bakanı John Kerry, "Türkiye’de barış, istikrar ve devamlılık olmasını umuyorum" gibi ortalama, hükümete destek bildirmeyen cümleler kurdu. 00.17'de ise bu kez Beyaz Saray'ın Twitter hesabından ‘ABD Başkanı Obama’nın Türkiye’de gelişen olaylardan haberdar edildiği, kendisinin ‘düzenli aralıklarla bilgilendirildiği’ gibi yine destek bildirmeyen, ne olacağını bekleyen bir açıklama geldi. 00.44'de de bu kez Reuters, Beyaz Saray kaynaklı bir haber yaparak "ABD'nin, Türkiye’de bir darbe girişimi olduğunu düşündüğünü, o esnada kimin kazanıyor olduğunun kesin olmadığı"nı yazdı. Obama’nın Kerry üzerinden hükümete yazılı destek açıklaması yaptığı saat olan 02.05’de ise artık darbenin geri püskürtülmeye başlandığı ortaya çıkmıştı.)
Bu gecikme sırasında Türkiye’deki darbecilerle ABD’li yetkilileri arasında herhangi bir temas olup olmadığı cevabı aranması gereken sorulardan bir diğeri olmalıydı.
Yine o gece darbe haberini Cleveland’da katıldığı seçim kampanyası konuşmasında heyecanla anlatan, darbecileri alkışlatan Trump’ın istifa eden Ulusal Güvenlik Danışmanı emekli Korgeneral Michael Flynn’ın irtibatta olduğunu ve kendisine 'NATO kapsamındaki sorumluluklarımızı tanıyoruz, Birleşmiş Milletler kapsamındaki sorumluluklarımızı biliyoruz, laik bir ülke olarak görülmek istediğimizi tüm dünyanın bilmesini istiyoruz' dediğini aktardığı darbeci subayın kim olduğu sorusu da cevaplanmayı bekleyen sorular listesinde.
Darbenin uluslararası bağlantıları araştırılırken, Batı’ya sıcak mesajlarla dolu olan darbe bildirisi kadar (http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/yildiray-ogur/592590.aspx) , saat 03.10’da Genelkurmay Başkanlığı resmi sitesinde yayınlanan “Tüm uluslararası anlaşmalarımız ve taahhütlerimiz geçerliliğini korumaktadır. Tüm dünya ülkeleri ile iyi ilişkilerimizin devam edeceğini temenni ederiz” diyen dört cümlelik üçüncü bildirinin hangi ihtiyaçtan yayınladığı sorusunun da peşinden gidilebilir.
17/25 Aralık iddianamelerinde yer alan 17/25 Aralık operasyonlarından günler önce operasyonu yürüten polislerle ABD İstanbul Başkonsolosluğu arasında dikkat çekici telefon trafiği de aydınlatılmayı bekliyor.
ABD İstanbul Başkonsolosluğu’nun 21 Temmuz 2016’da Adil Öksüz’ü araması da önemle üzerinde durulması gereken yeni bir bilgi.
ABD Büyükelçiliği’nin açıkladığı gibi bu Emniyet’ten gelen Adil Öksüz’ün vizesinin iptali talebinden sonra, yapılmış prosedürel bir arama mı sorusuna savcılığın iddianamede ne gibi cevaplar aradığını ve bulduğunu okuyacağız.
Emniyet’ten ABD elçiliğinin açıklamasını doğrulayan ya da yalanlayan herhangi bir açıklama henüz yapılmadı. 21 Temmuz 2016 günü gazetelerin birinci sayfalarında kaçtığı ve arandığı haberleri ve fotoları olan Adil Öksüz’ü ABD elçiliğinin aynı gün aramasını (hem de konsolosluk üzerine kayıtlı bir telefonla) “kaç dediler” diye yorumlayan kimseye faydası olmayan sabun köpüğü komplo teorileri yerine daha önemli soruların peşinden gidilebilir.
Örneğin eğer Öksüz’ün telefonu açtığı bilgisi doğruysa, ABD elçiliğinin Öksüz’ün darbeden sonra kullandığı bir telefonu nereden bulduğu, aranan Öksüz’ün yerinin tespit edilmesi tehlikesi varken neden telefon taşıdığı, neden ABD elçiliğinden gelen telefonu açtığı, savcılığın Öksüz’ün darbeden sonra kullandığı telefona nasıl ulaştığı ve o telefonla başka hangi görüşmeleri yapıldığını tespit ettiği gibi başka sorular da akla gelecektir. Tabii, elden kaçtığı haberleri günlerdir çıkan darbenin en kritik isminin vizesini iptal için neden 4 gün beklenip ABD elçiliğine başvurulduğu, ABD’nin vizesi iptal edilmiş insanları arama prosedürünün böylesine bir vakada neden uygulandığı gibi başka sorular da.
Ama herhalde 2015 yılında FETÖ’nün Hava Kuvvetler İmamı olduğuyla ilgili savcılıklara verilmiş ifadeler olan ve paralel yapı soruşturmaları sürerken son iki yılda 20 kez ABD’ye uçmuş, darbeden önce son altı ayda 10 kez Akıncı Üssü civarına gelmiş bir İlahiyat doçentinden hiç şüphelenilmemesi ve tabii darbeden sonra Akıncı Üssü’nde yakalanıp, üzerinden bir GPS aleti
- Advertisment -