Monroizm (Monroeism veya Monroism) kısaca “Amerika Amerikalılarındır” sözcüğüyle ifade edilen ama “Amerika kıtası ABD’nindir” olarak tercüme edilen Monroe Doktrini’nin ilke ve politikalarını içeren düşünce akımı. Serbestiyet’te 17 Mayıs 2016’da yayımlanan “Monroe out, Obama in” başlıklı yazımda belirttiğim gibi, ABD’nin 5. Başkanı James Monroe’nin 1823’te Kongre’de yaptığı konuşmayla Washington’un İkinci Dünya Savaşı’na kadar dış politikasını, son yıllara kadar da Latin Amerika siyasetini belirlemiş olan Monroizm Obama yönetiminin Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Amerikan Devletleri Örgütü’nün (OEA ya da OAS) Washington toplantısında 18 Kasım 2013’te yaptığı açıklamaya göre sona ermiş bulunuyor. (https://serbestiyet.com/yazarlar/akin-ozcer/monroe-out-obama-in-687794)
Ne var ki sona eren, ABD’nin özellikle Soğuk Savaş döneminde Latin Amerika’nın hemen, hemen bütün ülkelerinde “komünist” olarak etiketlediği seçilmiş iktidarları yaşam hakkı başta olmak üzere ağır insan hakları ihlallerine yol açan kanlı askeri darbelerle devirme stratejisinden başka bir şey değil. Nitekim Amerikalı Strateji uzmanı Wayne Madsen’e göre, Monroizm’ in yeni bir sürümü var, buna da “Obama doktrini” deniliyor. Madsen, atıfta bulunduğum yazımda da linkini verdiğim “Monroe Doktrini Obama Doktrini oldu” (Monroe Doctrine becomes the Obama Doctrine) başlıklı yazısında Monroizm’ in bu yeni sürümünün, istihbarat örgütlerinin de katkısıyla Latin Amerika ülkelerindeki “ilerici” liderlerin tasfiyesini hedef aldığını vurguluyor. (http://www.intrepidreport.com/archives/17925)
Atıf yaptığım yazıma göz atanlar aslında Monroe Doktrini’nin Soğuk Savaş döneminden önce de başka sürümleri olduğunu görmüşlerdir. Bu bağlamda 26. Başkan Theodore Roosevelt’in “elinde bir sopa tut ama tatlı konuş” söylemiyle hayata geçirdiği Big Stick (Büyük Sopa) yaklaşımının Monroe doktrinine, Latin Amerika’ya yönelik yayılmacı bir içerik (Corollary to the Monroe Doctrine) kazandırdığının altını özellikle çizmekte yarar var.
21. Yüzyıl Sosyalizmi’ ne karşı yeni sürüm Monroizm
Monroe doktrini ve yeni sürümünü yeniden gündeme getirmemin nedeni, CIA’in Direktörü Michael Richard Pompeo’nun 20 Temmuz’da Aspen Güvenlik Forumu’nda Venezuela’da görünürde Başkan Maduro’yu ama aslında efsane Başkan Hugo Chávez’in mimarı olduğu, birçok yönden eleştirilebilecek ve son genel seçimlerin sonuçlarına bakılırsa sandık yenilgisi pekâlâ mümkün görünen 21. Yüzyıl Sosyalizmi’ ni demokrasi dışı yöntemlerle devirmek için çalıştıklarını açıklamış olması. Venezuela Dışişleri Bakanı Samuel Moncada’nın Twitter üzerinden aktardığı bilgilere göre Pompeo’nun bu konuda söyledikleri özetle şöyle:
“ABD’nin Venezuela gibi bir ekonomik kapasiteye sahip büyük bir ülkenin istikrarlı ve olabildiğince demokratik olmasında derin çıkarları var. (…) Söyleyeceklerime çok dikkat etmem gerekiyor ama Venezuela’da bir geçiş dönemi olacağından çok umutluyuz ve biz CİA olarak oradaki dinamiği anlamak ve Dışişleri Bakanlığı’na (…) aktarmak için çok çaba harcıyoruz. Bu konuyu konuşmak için geçen hafta Meksiko ve Bogota’ya gittim. Onların dünyanın bu bölümünde, bizim bölümümüzde, daha iyi sonuçlar alınabilmesi için neler yapabileceklerini anlamalarına yardımcı olmak için.”
Uluslararası medya Michael Pompeo’nun bu sözlerini Washington’un, resmi adıyla Bolívar Devrimi’ni ya da 21. Yüzyıl Sosyalizmi’ ni devirmek için Meksika ve Kolombiya ile birlikte çalıştığının itirafı olarak değerlendiriyor. Başkan Maduro ise ABD’nin girişimi için doğrudan “darbe” sözcüğünü kullanıyor. Bir rejimi ya da hükümeti demokrasi dışı yollardan düşürmek kuşkusuz “darbe” niteliği taşıyor. Ama son genel seçimlerde Meclis’te üçte iki çoğunluğa (112/167) ulaşan muhalefet cephesi MUD’un (Mesa de la Unidad Democrática) halkı temsil niteliğine, hükümeti ve rejimi demokratik yollardan değiştirme iradesine de saygı göstermek gerekiyor.
Bu satırları kaleme alırken, Venezuela halkı Başkan Maduro’nun toplumsal barışı sağlamak için son şans olarak nitelediği yeni anayasayı yapmakla görevlendirdiği Kurucu Meclis’in 545 üyesini belirlemek üzere sandığa gidiyordu. Ama MUD, yeni anayasa yapmak için üçte iki çoğunluğa sahip olduğu Meclis’in değil de “kurucu” olarak adlandırılan oluşumu tartışmalı başka bir kurulun görevlendirilmesi nedeniyle seçimleri boykot etti. Ayrı bir yazının konusu olduğu için burada ayrıntıları üzerinde durmayacağım ama bir parantez açarak, muhalefetin Başkan Maduro’nun seçilmiş Meclis’i feshetmekle tehdit etmesine ve devre dışı bırakmasına tepki göstermesini evrensel demokrasi ilkeleri bağlamında anlayışla karşılamak gerektiğini de belirtmem gerekiyor.
Ne var ki Venezuela’dan gelen haberler olağanüstü güvenlik önlemlerine karşın seçimlerin son derece gerilimli bir ortamda geçtiği, sokak şiddeti nedeniyle biri Kurucu Meclis adayı olmak üzere birçok kişinin yaşamını yitirdiği yönünde. Ayrıca muhalefetin çağrısıyla sandık boykotunun etkin olduğu, katılımın oldukça düşük kaldığı (resmi verilere göre yüzde 41,43, muhalefete göre yüzde 12) anlaşılıyor. Sonuç olarak Monroizm’i eleştirirken, bu eleştirilerin Venezuela’da olduğu gibi, iktidarın demokratik olmayan girişimlerine otomatik destek niteliği taşımamasına da duyarlılık gösterilmesi gerektiğinin altını çizerek bu parantezi kapamak istiyorum.
Konuyla ilgili yazılarımda yanlış politikaları nedeniyle sandığa gömüleceği öngörüsünde bulunduğum 21. Yüzyıl Sosyalizmi ’ne yıllık enflasyonun yüzde 720’yi bulduğu bu aşamada hayat verecek tek şey, Başkan Maduro’nun her vesileyle işaret etmiş olduğu gibi, ABD’nin Venezuela’ya müdahalesinin görünür hale gelmesiydi. O bakımdan Pompeo’nun açıklamaları iktidarın ekmeğine yağ sürmüş oldu. Maduro bu sayede, oy kullanırken yaptığı açıklamada, vatandaşlarını daha önce ilan etmiş olduğu gibi sadece toplumsal barış için değil, ayrıca Venezuela’nın bağımsızlık ve ulusal egemenliği için de sandığa davet etme fırsatı buldu.
Aslında ABD başından beri Bolívar Devrimi’ne müdahale ediyor. 2002’de, popülaritesinin daha zirvesindeyken Hugo Chávez’e karşı desteklediği darbe girişimi birkaç gün içinde sönümlenmişti. Washington bu başarısızlıktan sonra da Caracas’ı hedefe koyan bir tür “düşük yoğunluklu savaş” yürütegelmişti. Bu bağlamda 11-12 Şubat 2015’te el altından desteklediği yüksek rütbeli hava subaylarının başlattığı kalkışma da başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Dönemin Beyaz Ev sözcüsü Jan Psaki o zaman Venezuela hükümetinin darbeye destek iddialarını “gülünç” olarak nitelemişti.
Pompeo’nun son açıklamaları, Washington’un askeri olsun, beyaz eldivenli olsun, arkasında olduğu Latin Amerika’daki darbelerle ilgili “inkâr” politikasını ihlâl etmiş bulunuyor. İstifası konuşulan Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’un veya başka bir siyasinin henüz bu açıklamaları yumuşatmaya gerek görmediğine bakılırsa, Monroe Doktrini’nin yeni sürümünün bir özelliği de, Big Stick’te olduğu gibi, karşı tarafın Amerikan çıkarlarını gözetmediğinde bu tür siyasi müdahalelerle karşılaşacağını bilmesini sağlamak olabilir.
Pompeo’nun Venezuela’yı, Chávez’in mimarı olmakla övündüğü 21. Yüzyıl Sosyalizmi ’ni hedef alan açıklamasından ötürü doktrinin bu son sürümünü “21. Yüzyıl Monroizmi” olarak adlandırıyorum. Ne kadar başarılı olur bilemem ama hedef ülkelerde Amerikan karşıtlığını körükleme ve ters tepki yaratma riski bulunduğu açık. Venezuela’da yanlış politikalarıyla boğazına kadar batmakta olan Nicolás Maduro ’ya halkının dikkatini iç sorunlardan ülkenin bağımsızlığına kastetmiş bir dış tehdide yönlendirme imkânı verdiği gibi.