Ana SayfaYazarlarAB ile ilişkilerde realpolitik

AB ile ilişkilerde realpolitik

 

Almanca kökenli “realpolitik” sözcüğünü beş hafta arayla ikinci kez başlıkta kullanıyorum. Ele aldığım konu aynı: Avrupa’ya mülteci akımını durdurmak için AB ile Türkiye arasında bir anlaşmaya varılması. Beş hafta önce, “Merkel ve realpolitik” başlıklı yazımda, Almanya Şansölyeri (chancelière) Angela Merkel’in bu bağlamda İstanbul’a yaptığı çalışma ziyaretinin Batı medyasında “güçler ve ulusal çıkarlar dengesini dikkate alan dış politika” anlamına gelen “realpolitik” sözcüğüyle değerlendirildiğine dikkat çekmiştim.

 

1 Kasım genel seçimlerinin hemen öncesine rastlayan bu ziyaret, AK Parti’ye siyasi destek anlamına geleceği gerekçesiyle, Türkiye’deki muhalefetin sesini ağırlıklı olarak yansıtan uluslararası medyada eleştirilmişti. Merkel’in Erdoğan’la bir araya gelmesini “ahlaki iflasın nişanesi” gören Alman muhalefeti de ziyaretin iptalini savunanların kervanına katılmıştı. 

 

Aslında Avrupalıların ziyarete karşı çıkmalarının nedeni, Merkel’in Türkiye’yi AB’den uzaklaştırdığı öne sürülen Erdoğan ile görüşmesi değildi. Gündem, Avrupa kamuoyunu rahatlatacak olan Türkiye’nin Suriyeli göçmenlerin bekçiliğini üstlenmesinden ibaret olsa görüşme sorun olmazdı belki de. Ama gündemde Türkiye’ye Suriyeli mülteciler için ilk aşamada 3 milyar avro verilecek olmasının yanı sıra katılım müzakerelerinde açılacak fasıllar ve Türk vatandaşlarının vizesiz seyahati gibi konuların olması kaygı uyandırıyordu. Nasıl olurdu da Türkiye’nin bittiği söylenen AB üyelik süreci yeniden canlandırılabilirdi değil mi?

 

Le Monde’un bir süredir ağırlıklı olarak muhalefetin görüşlerini aktarmakla yetinen İstanbul temsilcisi Marie Jégo, “Erdoğan AB karşısında rövanşının tadını çıkarıyor” (Face à l’UE, Erdogan savoure sa revanche) başlıklı haber analizinde, Profesör Ahmet İnsel’in yeni fasıl açılmasına karşı sözlerine yer veriyor. İnsel’in Marie Jégo’nun haberine yansıyan ifadeleri şöyle: “Türkiye 5-6 yıl önce katılım ölçütlerini daha çok karşılıyordu. Oysa ölçütlerden uzaklaştığı bugün bize yeni müzakereler açılması gerektiği anlatılıyor. AB, bu hikâyede tümüyle ikiyüzlü görünüyor." 

 

İnsel, “Erdoğan’ın Yeni Türkiye’si” (La nouvelle Turquie d'Erdogan) başlıklı kitabı için kendisine lâyık görülen Fransa-Türkiye Edebiyat Ödülü’nü almak üzere halen Paris’te bulunuyor. Le Monde’a yansıyan görüşlerinden AB ile müzakerelerde yeni fasıllar açılmasına karşı olduğu anlaşılıyor. Bu konuda yalnız olmadığına da kuşku yok.

 

Le Monde,  AB-Türkiye Zirvesi ile ilgili olarak, Brüksel temsilcisi Cécile Ducourtieux’ nün imzasıyla yayımladığı bir başka haber analizde, taraflar arasında varılan mutabakatı, yine o tılsımlı “realpolitik” sözcüğüyle aktarıyor. Tarafların ne beklediğini, ne elde ettiğini ayrı alt başlıklarla yansıtan haber analiz okunduğunda, Ducourtieux’ nün ayrı bir alt başlık açtığı insan haklarıyla ilgili bazı “şartların” anlaşmada yer almamasının AB tarafından Türkiye’ye verilmiş bir ödün olduğu izlenimi ediniliyor.    

 

Ducourtieux ’nün insan haklarıyla ilgili alt başlığında, sadece basın özgürlüğü ihlali olarak değerlendirilen Cumhuriyet gazetesi yazarlarının tutuklanması değil, aynı zamanda Türkiye hakkında ileri sürülen mesnetsiz iddialar da somut gerçekler gibi yer alıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın otoriter sapmaları (les dérives autoritaires), Kürtlerin sert biçimde bastırılması (répression brutale) ve Ankara’nın ID (İslam Devleti) ile ikircikli mücadelesi gibi. Terörle mücadele gerekçesiyle hak ve özgürlükleri üç ay askıya alan ve AİHS’den kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getiremeyeceğini beyan eden bir ülkenin gazetecisi için, PKK ile mücadele “Kürtlerin bastırılması”,  Esat ve müttefiklerinin “Daesh’e yardım” tezi mutlak doğrular, bunlarla ilgili şartların anlaşma metninde olmaması da “realpolitik” oluyor kısacası.  

 

Sağ eğilimli Le Figaro ise, Türkiye’ye verilen iki ödünden birinin Geri Kabul Anlaşması karşılığında AB’ye vizesiz seyahat, ikincisinin üyelik müzakerelerinde yeni fasıllar açılması olduğunu öne sürüyor.   

 

1 Ekim 2014 tarihinde yürürlüğe giren Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması’na göre, bir üçüncü ülke vatandaşı, Türkiye üzerinden kaçak yollarla Avrupa’ya gider ve yakalanırsa, AB ülkeleri o kişiyi Türkiye’ye geri gönderebilecek. Türkiye de anlaşma gereği onu kabul edecek. Bu hükmün uygulanması için 3 yıllık bir geçiş dönemi öngörülüyordu. Ama Türkiye’nin gelecek Hazirandan itibaren geri kabulü uygulama taahhüdü karşılığında AB’ye vizesiz seyahat de gelecek Ekimde başlayacak. Dolayısıyla burada gerçek anlamda bir ödünden değil, karşılıklı taahhütlerden söz etmek gerekir elbette.

 

Buna karşılık, AB ile müzakerelerde 17. fasıl hemen olmak üzere yeni fasılların gündeme gelecek olması, Türkiye’nin hiçbir zaman AB üyesi olmasını istemeyen Avrupalılar için bir ödün olarak değerlendirilebilir. Nitekim Ducourtieux ‘nün haber analizine yorum yazan okurların büyük bölümünün, Türkiye aleyhindeki iddiaları sıralayarak Brüksel Zirvesi’nde varılan mutabakata tepki gösterdikleri görülüyor.

 

Ne var ki Türkiye’nin AB üyelik sürecini öngörülen çerçevede ilerletme hakkını yok saymak mümkün değil. Her ne kadar üyelik kararı son kertede birçok üye ülkede gerçekleştirileceği anlaşılan referandumlarla verilecek olsa bile. Bu nedenle Avrupalı siyasetçilerin bu hakkımızı yok sayan politikalarına karşı çıkmak şart. Aynı şekilde, sürecin Türkiye’de iktidar kavgasının bir unsuru haline getirilerek manipüle edilmesine de…

 

AB-Türkiye zirvesinde Pazar günü varılan mutabakat her iki taraf açısından da bakıldığında, “realpolitik” olarak değerlendirilebilir. Ekonomik krizin olumsuz etkisinden kurtulamamış AB tarafı için, üye ülkelerin büyük bir bölümünü rahatsız eden göçmen akımını durdurma ya da en azından frenlemenin en akılcı yolu, Suriye sorununu çözemeyeceklerine göre, Türkiye ile anlaşmaya varmaktan geçiyordu kuşkusuz.

 

Aynı şekilde, Esat ve müttefiklerinin sadece arazide değil, ayrıca uluslararası medyada da saldırılarına maruz kalan ve son olarak Rusya ile kriz yaşayan Türkiye’nin de etrafındaki bu kuşatmayı kırmak için AB’nin uzattığı eli tutmasında yarar vardı.

 

Konuya, içeriden de ayrıca saldırı altında kalan ve dış politikası kıyasıya eleştirilen iktidar partisi açısından bakıldığında, AB ile yakınlaşmanın sağladığı avantajları görmemek mümkün değil kuşkusuz.   

 

 

  

 

 

 

 

  

 

 

 

 

   

 

- Advertisment -