Avrupa Birliği üyeliği, Kürt meselesi, Kıbrıs'ta çözüm, başörtüsü yasağı gibi konular, 90'lı ve 2000'li yılların başında, gündemin ana tartışma malzemelerindendi. Merkezi iktidarı elinde bulunduran, askere ve yargıya hakim olan ulusalcılık, baş tehlike olarak İslamcıları tanımlıyordu.
Ulusalcı otoriterliğin hedefinde; demokrasiyi, barışcı çözümü savunan, İslami kesime yasaklar getirilmesine itiraz eden bir grup aydın da vardı. Küçümsemek için “liboş” denirdi. Medyadaki etkileri sayılarına oranla yüksek olan bu aydınların gücü, savundukları fikirlerden kaynaklanıyordu.
Ordu ve yargı elden gidiyor
Ulusalcılar adım adım iktidarı ellerinden kaçırdılar. Polisi ve yargıyı ele geçiren Cemaat, gayrı meşru yollara başvurarak, ulusalcılara, ordu dahil, temel devlet kurumları içinde ağır darbeler indirdi.
Cemaat, 17-25 Aralık(2013) ve 15 Temmuz darbe girişimleriyle, elindeki gücü bir “iktidar”a dönüştürmeye çalıştı. Ama onlar da kaybettiler.
AK Parti iktidarına karşı olan bazı kesimler, FETÖ'yü (15 Temmuz'a kadar) bir imkan olarak gördü. Ancak, darbeciler yenilince, "Biz demiştik" diyerek ortaya çıktılar.
Dünkü dostlar, düşmanlar
Geçmişte, AB'yi düşman gören, Kıbrıs'ta barışçı çözümü dinamitleyen, Kürt meselesinde “sonuna kadar savaş” diyen kesimler, bu kesimlerdi. AK Parti hakkında kapatma davası açan da, "Cumhurbaşkanı seçemezsiniz" diyen de, onlardı.
Şimdi, "Bizim dediğimize gelin" çağrısı yapıyorlar. AB'yle ve ABD'yle çatışma, Kürt sorununda çözümsüzlük, Suriye'de de savaştan yana olan bu psikoloji; içeride de otoriter bir milliyetçiliğe yatkın…
Bu bağlamda, son dönemde, muhafazakar basının bazı kalemleri, bir grup ulusalcıyla birlikte, "Ah şu liberaller" moduna girmiş durumda. Zaman zaman paradoksal ittifak sahneleri ortaya çıkıyor.
Liberallere gelince: Onların bir kesimi, Cumhuriyet kurucusu elitist omurganın çocuklarından oluşuyor. “İktidarı biz yönlendirebiliriz” düşüncesindeydiler, gücün dindarların eline geçmesine razı olamadılar. Radikalleşenler, pozisyonlarını koruma telaşı içinde FETÖ'yle işbirliği yapanlar oldu. Cemaatin, gayrı nizami vuruşlardan medet umdular.
Türkiye'de, ciddi bir liberal akım da yok, siyaseten örgütlenmiş liberal bir topluluk da. Demokrasi duyarlılığı ise, inişli-çıkışlı bir grafik çizmekle birlikte, esas olarak gelişiyor. İslami kesimde de, sol-laik kesimde de; "ama"sız şekilde özgürlükleri, demokrasiyi, eşitliği savunan bir potansiyel var artık.
Şimdi bu potansiyelin etkisizleşmesi mi isteniyor?