Türkiye olağanüstü bir dönemden geçiyor. Sadece kolları devlet kurumlarında, başı ABD’de bulunan bir terör örgütünün 15 Temmuz’daki darbe girişimini yaşamış olmasından değil, aynı zamanda PKK ve Daesh ’in bombalı terör eylemlerinin aralıksız devam etmesinden ötürü de. Güney sınırımızdaki iki ülkenin içinde bulunduğu savaş ortamından kaynaklanan tehditler de dikkate alınırsa, yaşadığımız dönemi olağan olarak nitelemek mümkün değil.
Bu itibarla, hükümetin darbe girişiminin ardından üç aylık olağanüstü hal ilan etmesi ve üç ay daha uzatmasını olağan karşılamak gerekir. Özellikle Fransa’da 130 masum sivilin yaşamını yitirdiği Paris saldırılarının ardından ilan edilen acil durumun (Etat d’urgence), tekrar, tekrar ve Daesh’in 14 Temmuz’da 86 sivili öldürdüğü Nice saldırısı ardından bir kez daha uzatıldığı ve toplam sürenin bir yılı aştığı dikkate alınırsa. Sonuç itibariyle Türkiye’nin Fransa’dan daha ciddi güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya bulunduğuna kuşku yok.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) olağanüstü hallerde taraf ülkelerin sözleşmeden kaynaklanan bazı yükümlülüklerini askıya almasına cevaz veriyor. AİHS’in konuyla ilgili 15. maddesini “Darbeye medya üzerinden destek” (https://www.serbestiyet.com/yazarlar/akin-ozcer/darbeye-medya-uzerinden-destek-707267) başlıklı yazımda aktarmıştım; bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyorum:
“1.Savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike halinde her Yüksek Sözleşmeci Taraf, ancak durumun gerektirdiği ölçüde ve uluslararası hukuktan doğan başka yükümlülüklere ters düşmemek koşuluyla bu Sözleşmede öngörülen yükümlülüklere aykırı tedbirler alabilir.
2.Yukarıdaki hüküm, meşru savaş fiilleri sonucunda meydana gelen ölüm hali dışında, 2. madde ile 3. ve 4. maddeler (fıkra 1) ve 7. maddeyi hiçbir suretle ihlale mezun kılmaz.
3.Bu maddeye göre aykırı tedbirler alma hakkını kullanan her Yüksek Sözleşmeci Taraf, alınan tedbirler ve bunları gerektiren nedenler hakkında Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne tam bilgi verir. Bu Yüksek Sözleşmeci Taraf, sözü geçen tedbirlerin yürürlükten kalktığı tarihi de Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne bildirir. “
Olağanüstü hal uygulamasında dahi ihlal edilemeyecek hak ve özgürlükler, yaşam hakkı, kölelik ve işkence yasağı dışında 7. maddede kayıtlı olan “kanunsuz ceza olmaz ilkesi”. Atıf yaptığım yazıda aktardığım gibi bu maddenin ilk fıkrası şöyle diyor: “hiç kimse, işlendiği zaman ulusal ve uluslararası hukuka göre bir suç sayılmayan bir fiil veya ihmalden dolayı mahkûm edilemez. Yine hiç kimseye, suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez” Burada bir parantez açıp bu hükmün son dönemde tartışılan “idam” konusunda önem taşıdığına, bu bağlamda AİHS’in 13 sayılı protokolüne aykırı olarak bazı koşullarda getirilse dahi idamın geriye doğru işlemesinin mümkün olmadığına işaret etmekte yarar var.
Buna karşılık, 15. madde özellikle ifade özgürlüğü (madde 10) ile toplantı ve dernek kurma özgürlüğünü (madde 11) kapsıyor. Başka bir deyişle, olağanüstü hallerde ifade dolayısıyla basın özgürlüğünün kısıtlanması, tıpkı toplantı, yürüyüş ve gösterilerin yasaklanması gibi mümkün. Orantılı olmak kaydıyla elbette. Sonuç olarak, bazı gazete ve dergilerin yayınlarının durdurulmasına olağan hallerde olduğu gibi otomatik olarak karşı çıkmak doğru değil.
Kaldı ki ifade özgürlüğünü düzenleyen 10 maddenin 2. Fıkrası da, “yasayla öngörülmüş olması halinde” bu özgürlüğün, (…) ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, (…) gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi” tutulabileceğini hükme bağlıyor. Fıkra özgürlük alanının kısıtlanmasını belki geniş tutmuş görülüyor olsa da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) bu sınırlamalara önemli sınırlar getirmiş durumda.
Bu bağlamda, AİHM’in Handyside kararının (1976) emsal niteliği taşıdığını belirtmekte yarar var. Buna göre, “ifade özgürlüğü, demokratik toplumun vazgeçilmez temel taşlarından birini, (…) oluşturur.” Bu özgürlük, “sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve düşünceler için değil, aynı zamanda devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şok eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan, çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirir.”
Bununla birlikte, ifade özgürlüğünün AİHS’in 2. maddesinde yer alan yaşam hakkına tehdit oluşturmaması da şart. Şiddete, teröre çağrı, övgü ve terör örgütünü savunma ifade özgürlüğü kapsamında değil. Bu nedenle, şiddet ve terörün kullanımını savunan ya da şiddet ve terörü siyasi araç olarak kullanan partilerin faaliyetlerinin askıya alınması ve kapatılması mümkün. Nitekim Türkiye’nin de kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi bünyesinde oluşturulan Hukuk yoluyla Demokrasi ya da Venedik Komisyonu’nun siyasi partiler için oluşturduğu, “Venedik kriterleri” olarak bilinen temel ölçüt de bu doğrultuda.
Somut olarak örnek vermek gerekirse, bir siyasi parti, yürürlükteki anayasaya aykırı olsa da barışçıl yollardan özerklik, federalizm ya da bağımsızlık talep edebilir ama şiddet ve teröre övgüde ve çağrıda bulunamaz. Bir siyasi parti böyle davranıyor, faaliyetleri demokratik sistem ya da bireylerin hakları için tehlike arz ediyor ve başka türlü önlenemiyor ise yeterli delillere dayandırılmak kaydıyla kapatılabilir. Ama hiçbir zaman üyelerinin parti tarafından izin verilmeyen bu tür faaliyetlerinden sorumlu tutulamaz.
Bu konuda bugüne kadar gerek Serbestiyet’te gerek başka medyalarda HDP’nin öncülü siyasi partilerin kapatılma kararlarını Venedik ölçütlerine uygun gerekçelere dayanmadığı için çok eleştirmiştim. Çünkü AİHM’in önüne gelen davalarda, Anayasa Mahkememizin siyasi partilerin şiddet ve terörle bağlantısından daha çok Anayasanın 68. maddesinin 4. fıkrasında yer alan “ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne” aykırı faaliyetleri (anayasaya aykırılık) vurgulanıyordu.
Bugün gelinen noktada, Anayasa Mahkemesi’nin HDP’ye yönelik herhangi bir kapatma davası yok. Buna karşılık, dokunulmazlık zırhından yoksun bazı HDP’li milletvekillerinin şiddete övgü, çağrı ya da terör örgütüne üyelik ya da destek niteliği taşıyan eylemlerinden ötürü tutuklu ya da tutuksuz yargılandıklarına tanık oluyoruz. İlk bakışta olan bitenin ilk defa Venedik ya da AİHM ölçütlerine uygun olduğu görülüyor.
Buna karşılık, ABD ve başta Almanya olmak üzere AB’nin bazı büyük ülkeleri geçmişte HDP öncülü siyasi partiler kapatılırken olduğundan çok daha fazla, hatta anormal ölçüde tepki gösteriyor. Batı medyasının artık bıktıran Erdoğan üzerinden Türkiye karşıtı yayınlarıyla had safhaya ulaşan bu anormalliğin 15 Temmuz’u yaşamış bu halkın büyük çoğunluğunun sabrını taşırmakta olduğunun altını çizmekte yarar var kuşkusuz.