AK Parti’deki “değişim ve yenilenme” çabaları, parti teşkilatının illerdeki tepe yöneticilerinden sonra belediye başkanlarına da ulaştı. İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın istifası sağlandı. Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek’in de istifa ettirileceği şayiası çıktı. Gerek Erdoğan’ın gerekse parti ve hükümet sözcülerinin açıklamaları her an buna benzer şeyler olabileceğine işaret ediyor.
Belediye başkanlığı sistemimiz bir tür başkanlık sistemi gibi görülebilir. İstikrarlı bir yürütme organı ve temel kararları alan bir meclis. Nitekim AK Parti 16 Nisan’da halkın takdirine sunulan modeli halka anlatmak ve savunmak için belediye başkanlığı sistemiyle benzetmeler yapma yoluna gitti. Bu benzetmede püf noktası halkın doğrudan devrede olmasıydı.
Biliyoruz ki, demokraside temel siyasî makamlara seçimle gelinir ve istisnai haller dışında oralardan yine seçimle gidilir. Yakın dönemde bu kural ısrarla çiğnenmek istendi. AK Parti 2013 yaz başındaki Gezi, 17/25 Aralık 2013 ve 15 Temmuz 2015 krizlerinde bu ilkeye sarılarak direndi. Bunda haklıydı. Birçok demokrat da aynı ilkeye dayanarak bürokratik kumpaslara ve sokak şiddeti kampanyalarına karşı seçilmiş hükümeti savundu.
Belediye başkanları seçilmiş insanlar. Ancak, birer siyasetçi olarak çok korunaksızlar. Daha önce de bir vesileyle belediye başkanlarının en azından milletvekilleri kadar korunaklı olması gerektiğini yazmıştım. Diğer taraftan, Türkiye’de mahallî idare birimleri üzerinde çok koyu bir vesayet denetimi var. Bunun bir delili, il-ilçe protokollerinde en önde yer alması gereken belediye başkanlarının, sadece valilerin-kaymakamların değil milletvekillerinin ve askerî memurların da gerisinde sıralandırılması. Belediye başkanları resmî protokollerde dördüncü sırayı işgal ediyor. AK Parti resmî protokolde önemli değişiklikler yapmasına rağmen belediye başkanlarının statüsünü yükseltmedi, olması gereken yere çekmedi.
AK Parti’nin baskıyla veya “ikna” ile demokratik seçimlerle göreve gelmiş belediye başkanlarını istifa ettirmesi nasıl yorumlanabilir? Yapılan, “seçimle gelen seçimle gider” ilkesine aykırı değil midir? Bu hususta düşünmek lâzım. Konu önemsiz görülerek savuşturulamaz.
Elbette belediye başkanları üzerlerinde parti etiketleriyle seçime giriyor. Partileri onların seçim zaferinin ortağı. Ancak, belediye başkanlarının başarısında kendi paylarının, meselâ milletvekillerinin kendi seçim başarılarındaki payından daha fazla olduğunu da biliyoruz. Bu yüzden, bir belediye başkanı bir milletvekilininkinden daha aşağı olmayan bir demokratik meşruiyete sahip. Bu durumda, belediye başkanlarını — cinayet vb adi suçlar dışında — ithamlarla istifaya zorlamak, demokratik teori açısından sıkıntılı görünüyor.
Bu teze, parti teşkilâtında ve tabanında böyle bir arzu olduğu söylenerek cevap verilebilir. Olabilir ama bu da durumu fazla değiştirmez. Belediye başkanı parti tabanının eğilimlerine göre gidip gelemez. Seçilmenin de meşruiyetin de kaynağı seçmenler ve yarışmacı seçimlerdir. Ayrıca, belediye başkanları sadece onlara oy verenlerin değil tüm seçmenlerin belediye başkanıdır ve bir tür zorla görevden uzaklaştırılmaları, sadece ona oy veren seçmenlerin değil — bir ölçüde olsun — diğer seçmenlerin iradesinin de çiğnenmesi gibi, demokrasi açısından istenmeyecek sonuçlar verebilir.
Değerlendirilmesi gereken bir başka konu da, bu değişikliklerin faydalı mı yoksa zararlı mı olacağı. Bazı yorumcular peşinen bu kararlardan AK Parti için yararlar çıkacağını düşünüyor. Ben bunun o kadar kesin olmadığını sanıyorum. Belediye başkanları çok önemli politikacılar. Halkla — meselâ bakanlara nisbetle — daha fazla temasa sahip. Bu, onların insanlarla daha kuvvetli bağlar geliştirmelerini sağlamakta. Bu yüzden, her kentin belediye başkanının genişçe bir çevresinin bulunduğu ve şartlar ne olursa olsun bu çevrelerdeki bazı kimselerin belediye başkanı olan kişiyle birlikte hareket edeceği düşünülebilir. O zaman, görevden uzaklaştırılan belediye başkanları partilerine karşı bir çizgi izlerse partinin seçim kazanması zorlaşabilir.
Seçimle gelenin seçimle gitmesi, HDP’li belediyeler açısından da geçerli midir? Elbette, ama HDP’li belediye başkanlarının durumu daha karışık. Birçok yerde teröre bulaşıldığına, destek verildiğine dair kuvvetli — bir kısmı delillere dayalı — iddialar var. Bu yüzden yargı mekanizmaları devreye girdi. Buna rağmen, demokratik teori açısından buralarda da, teröre bulaştığı ispatlanamayan kimselerin göreve iade edilmesi gerekir.
Belediye başkanları üzerinden yenilenmede başka bir yol takip edilebilir miydi? Bence edilebilirdi. Hakkında suç işlediği — meselâ FETÖ’ye bulaştığı — şüphesi bulunanlar hakkında hukukî soruşturma yapılabilirdi. Durumu böyle olmayanlar ise, seçime çok az kalmışken uzaklaştırılmak yerine 2019 seçimlerinde aday yapılmayabilirdi. Böylece daha sakin ve daha az sancılı bir yenilenme süreci yaşanırdı.
Bu tür görevden almaların belediye başkanları üzerinde fiilen ne gibi etkileri olabilir? Biri müsbet diğeri menfi iki etki akla geliyor. Müsbet etki, partili belediye başkanlarının başarılı olma ve seçim vaatlerini gerçekleştirme yolunda daha dikkatli olmaya çalışmalarıdır. Menfi etki ise belediye başkanlarının kendilerinin başına da aynı şeyin gelebileceği endişesiyle bir güvensizlik duygusu içine düşebilecek olmasıdır.
Hayatın birçok alanında olduğu gibi siyasette de sakin ve tedbirli ilerlemekte fayda var. AK Parti 2019 seçimlerinin şimdiden başlattığı hazırlık sürecinde bu kuralın dışına çıkma eğilimleri gösterebileceğinin işaretlerini veriyor.