Houston merkezli The Levant Foundation’un kurucusu Suriye asıllı Amerikalı iş adamı Jamal Daniel’in 2012’de Washington’da yayın hayatına başlayan Al Monitor isimli bir dijital gazetesi var. Türkçe de yayın yapan gazeteyi, The New York Times,“Esat yanlısı”, İranlı muhalifler (İranian American Forum) de teokratik “İran rejiminin PR’ını yapan web sitesi” olarak tanımlıyor. Yazıma Al Monitor hakkında bilgi vererek başlamamın nedeni gazetede geçen hafta (17 Nisan) “Bazı Türklerin Brezilya’da darbe diye bağırmasının gerçek nedeni” (The real reason some Turks are so quick to cry ‘coup’ in Brazil) başlığıyla yayımlanan yazı. (http://www.al-monitor.com/pulse/originals/2016/04/turkey-some-turks-condemn-coup-in-brazil.html#ixzz46X1kw4Ak) Bir gazetenin hangi siyasi eğilimde olduğunu bilmek haber ve analizlerini değerlendirmek bakımından önem taşır elbette.
Yazı, öteden beri ele aldığım ve anayasanın ilgili maddesini hukuki açıdan değerlendirdiğim başkanlık sistemine özgü “impeachment” prosedürü konusunda, Temsilciler Meclisi’ndeki oylamaya ilişkin son derece baştan savma iki cümle ile başlıyor. Okunduğunda, hükümete destek veren siyasi partilerden bazılarının karşı tarafa geçtiği, bunlardan Brezilya Demokratik Hareketi Partisi PMDB’nin (Partido do Movimento Democrático Brasileiro) hakkında ciddi yolsuzluk iddiaları bulunan Başkanı ve Rousseff’in yardımcısı Michael Temer’in soruşturma süresince, (belki de 2018’e kadar) Devlet Başkanlığını üstleneceği anlaşılmıyor. Bu prosedüre onay vermiş olan Temsilciler Meclisi’nin başta PMDB etiketli Başkanı Eduardo Cunha olmak üzere haklarında çok ciddi yolsuzluk iddiaları olan üyeleri bulunduğu da öyle. Bu iki cümleyi okuyan, hakkında aslında son derece zayıf, belki de kurgulanmış iddialar bulunan Rousseff’in yolsuzluk yapmış, “saygın” Temsilciler Meclisi’nin ise temiz eller operasyonu başlatmış olduğu izlenimi ediniyor. Bilerek ya da bilgi eksikliğiyle yaratılan bu izlenim doğru değil. (https://www.serbestiyet.com/yazarlar/akin-ozcer/dilma-rousseffe-yolsuzluk-kiskaci-132990)
Yazının bundan sonraki paragrafı ise içler acısı iki cümle içeriyor. Yazar, “Brezilya’dan 6000 milden fazla uzaklıkta olmalarına karşın, Recep Tayip Erdoğan destekçilerinin” Bayan Rousseff’in “impeachment” prosedürünün darbe olduğunu “tutkuyla” benimsediklerini ve bunu ilginç bulduğunu söylüyor. Aslında böyle bir cümle birçok nedenle şaşırtıyor beni. Bir kere, Brezilya dünyanın en büyük ülkelerinden biri, sonra bizde de gündemde olan başkanlık sistemiyle yönetiliyor. İmpeachment prosedürünün, Brezilya’da olduğu gibi, gelişigüzel, başka bir deyişle Başkan’ınki ile Meclis’in çoğunluğu farklılaştı diye siyaseten kullanılması aslında sistemin özüne aykırı. Bu sistemde, farklı çoğunluklara dayansa da, Başkan (yürütme) ile Kongre (yasama) uzlaşarak birlikte yaşamak durumunda. Bu durum, Brezilya’yı yazmak için başka bir neden oluşturuyor doğal olarak.
Bu iki hususa ilave olarak, 2010’da Türkiye ve Brezilya’nın ortak girişimiyle İran ile yapılmış bir Takas Anlaşması var. Hatırlanacağı üzere, geçen yıl benzeri bir anlaşmayı imzalamış olan ve Tahran’ın tüm demokrasi eksikliklerine gözlerini yummaya devam eden Batılı büyük ülkeler o zaman Türkiye’yi “eksen kayması” ile suçlamışlardı. Çok değil aradan sadece beş yıl geçtiği halde ve İran da bu süre içinde demokratikleşmediğine, sadece çok daha fazla idam cezası infaz ettiğine göre, bugün ekseni kaymış büyük bir Batı ülkeleri topluluğu görülüyor ve bu da şaşkınlık yaratıyor. Bu şaşkınlığı, Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, Brezilya’da Bayan Rousseff’e aşağı yukarı eş zamanlı (Haziran 2013) yoğunlaşan ve uluslararası medya tarafından desteklenen karalama kampanyaları bir kat daha arttırıyor. Brezilya ile Türkiye arasında 6000’den fazla mil var deyip, benzerlikleri fark etmeyelim, tuhaflıklara göz mü yumalım? Daha uzakta oldukları halde Arjantin ve Şili ile darbe dönemlerinde ve darbe yargılamaları sırasında ilgilenilmedi mi ki Brezilya’yı göz ardı edelim?
Yazıda benim “Darbe kazandı, Brezilya kaybetti” başlıklı yazıma da ismim zikredilmeden atıfta bulunuluyor. Bu, Serbestiyet’te ve daha önce diğer gazete ve dergilerde ne darbeler, ne de Brezilya üzerine yayımlanan ilkyazım. Ama atıfta bulunduğum Al Monitor’daki yazıda, “Türkiye’den gelen yorumların çoğunda, Brezilya’dan çok Türkiye’den” söz edildiği dile getiriliyor. Hatta tırnak içinde bu konuda yazanların “karnavalı ve futboluyla meşhur ülke” hakkında bunlar dışında bir şey bilmedikleri ima ediliyor. (The problem with most of these comments from Turkey is that they actually speak less about Brazil — about which they know little except perhaps that the country is famous for soccer and carnival — but more about Turkey.)
Geniş versiyonu “Brezilya’da neler oluyor” başlığı altında 2013’te TUSİAD’ın Görüş Dergisi’nde yayımlanmış linki parantez içindeki ( https://www.serbestiyet.com/yazarlar/akin-ozcer/lulanin-ptsi-rousseff-ile-yeni-bir-zafere-mi-kosuyor-132197) yazımın ortaya koyduğu gibi, Brezilya’yı bir süredir yakından izliyorum. Yazarın bu söyledikleri belki kendisinin de içinde olduğu bir grup yazar için geçerli olabilir. Cımbızla alıntılanan bölümlerden bu ülke ve siyasetine hâkim olmadığı belli. İfade ettiği Brezilya’da darbe olmadığına ilişkin görüş, The Economist’ten alıntıladığı bölümde altı çizildiği gibi, “impeachment” prosedürünün Meclis’in anayasal yetkisi dâhilinde olmasına dayandırılıyor. Kuşku yok ki, Temsilciler Meclisi, daha sonra Senato’nun da yapacağı gibi, Brezilya Anayasası’nda kayıtlı bir yetkiyi kullanıyor ama yukarıda altını çizdiğim gibi kötüye kullanıyor, suiistimal ediyor.
Sözünü ettiğim darbe, Latin Amerikalı siyasetçilerin deyimiyle “Beyaz eldivenli darbe” (golpe de guante blanco) kapsamına giriyor. Aynı başlığı taşıyan yazımda belirttiğim gibi, “silahlı kuvvetlere ihtiyaç duymayan, psikolojik savaş ve medya silahlarını kullanan ve hedef ülkenin siyasi ve ekonomik istikrarını bozmaya yönelik eylemlerle desteklenen yeni nesil bir darbe”. (https://www.serbestiyet.com/yazarlar/akin-ozcer/beyaz-eldivenli-darbeler-679617) Bu görüşümde de ısrarlıyım çünkü başkanlık sistemindeki “impeachment”, parlamenter sistemde, Devlet Başkanı’nın “vatan hainliği” gibi ciddi bir suçlama halinde Yüce Divan’a sevk edilmesine benzer bir prosedür. Önce Başkan’ı destekleyen partiler koparılıp muhalif cepheye geçirilir ve Başkanı’ndan birçok üyesine kadar haklarında Devlet Başkanı’ndan çok daha ciddi yolsuzluk iddiası bulunan bir Meclis sadece karşı çoğunluğa sahip olduğu için, bu prosedürü işletirse, Brezilya’yı siyasi istikrarsızlıkla ekonomik ve sosyal açıdan zayıflatma amacı güden bir beyaz eldivenli darbe söz konudur bana göre. Ve altını çizmek gerekir ki bu aslında Rousseff’e değil, özünde Brezilya’ya karşı bir darbedir.
Bu bağlamda, Brezilya’daki sokak eylemlerine paralel olarak Türkiye’de Gezi ile Erdoğan ve AK Parti’ye karşı başlatılan karalama kampanyasının da aynı tanımın kapsamına girdiğine ve özünde Türkiye’ye karşı olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla kendimi Al Monitor yazarının öne sürdüğü gibi, “ supporter of President Recep Tayyip Erdogan” tanımı içinde görmüyorum.
Altının çizilmesi gereken nokta şu ki, Erdoğan yanlısı olmakla, Erdoğan karşıtlığına karşı çıkmak arasında önemli bir nüans var. O da bu tutumun, Cumhurbaşkanımız Erdoğan değil de, Kılıçdaroğlu ya da Bahçeli bile olsa, Al Monitor’un da içinde bulunduğu uluslararası medyanın bizim seçtiğimiz Cumhurbaşkanı’nı ve Meclis çoğunluğunu hedef alan yalan, yanlış haberlerine karşı çıkma anlamına geliyor olması. Batı ağırlıklı uluslararası medyaya hâkim olmadığımıza göre, kendi seçtiklerimize değil de, başkalarının bize dayattığı birçoğu yalan ve yanlış bilgilendirmeye dayalı tercihlere neden itibar edelim, o kadar aptal mıyız, yoksa ilkesiz mi?