Hasan Bozkurt
AKP kongresini tarihsel olarak da önem taşıyan bir günde, 12 Eylül’de toplayarak 1 Kasım seçimlerine yenilenmiş bir kadro ve ruhla girmenin avantajını kullanmak istediyse de, kongreyi anlamaya dair hemen tüm analizler kongredeki Erdoğan etkisi üzerinden yapıldı.
Evet, Erdoğan AKP’nin kurucu lideri ve bugün AKP içinde siyaset yaparak bireysel ya da toplumsal anlamda faydalar sağlamış herkes ona çok şey borçlu. Ancak geçmişiyle, konumuyla, misyonuyla küçümsenmeyecek bir ülke olan Türkiye’yi konuşuyorsak, 13 yıldır ülkeyi yöneten bir partinin siyaset algısını sadece onu o hale getiren liderin duruşuyla değil, o lideri doğuran ve şekillendiren toplumsal dinamikler, lideri ortaya çıkaran sosyolojinin beklentileri ve o sosyolojinin liderle devam eden ilişkisi üzerinden değerlendirmek daha doğru olur.
AKP kurulduğu yıla kadar geçerli olan sol-sağ denkleminin sağ eksenini, kendini tanımladığı muhafazakâr kavramının tam tersi yönde, devrimci bir ruhla değiştirdi. Orta Anadolu’nun, Karadeniz’in ya da metropollerin sağ tandanslı bölgelerinin toplumsal sorunlara bakışını, bugüne kadar hiç bir siyasetin yapamadığı kadar radikal çıkışlarla dönüştürdü. Özellikle Kürt sorununun algılanışında yarattığı değişiklik, bugün bu kanlı ortamda dahi artık üzerinde tartışılmayan çeşitli toplumsal kabulleri bu kesimin içselleştirdiğini göstermekte. Yeniden başlayan terör, AKP nin bugüne kadar bu sorun karşısında yaklaşımlarının bütünüyle yanlış olduğu demek değil. Burada problem, siyasetin bu tür konulardaki doğruluğu ile sonuç alma arasındaki ilişkinin her zaman aynı yönde olmamasından kaynaklanmakta. Olumlu bulunan tavır, siyasetin bugün aldığı sonuç değil; tarihimizde çok da önemsenmeyen hakkaniyetli bir siyaset dilinin oluşturulması ve toplumun bu doğrultuda ikna edilmesidir.
AKP’nin gerçekleştirdiği dönüşüm sadece kendi tabanının demokrasi algısını değiştirmekle sınırlı kalmadı. Kendi toplumsal tabanının beklentileri olan türban ve İmam Hatipler gibi alanlarda da, Erdoğan’ın öncülüğünde direnerek yaratılan ortam sayesinde yapılan değişikliklerle, o tabana dönüşümlerin mükâfatı verilmiş oldu. AKP sosyolojinin ona sağladığı imkânları isminin içinde yer alan “kalkınma” kelimesinin hakkını verecek ekonomik açılımlarla da besledikçe, hem toplumsal desteğini arttırdı hem de kendini yaratan sosyolojinin diğer beklentilerine cevap verecek adımlar atılmasını sağladı.
Bütün bunlar yapılırken, kısa sürede çok ciddi dönüşümler yapmanın olağan akışına uygun bir şekilde, irili ufaklı onlarca, belki yüzlerce hatâ da kaçınılmaz olarak işlendi. Bu hatâların bir siyasi parti için ders çıkarılması gereken unsurlar olarak görülmesi gerekirken, Gezi ve 17-25 Aralık [2013] süreçlerinin operasyonel yönleri ön plana çıktığı ve bütün bu dönüşümleri gerçekleştiren Erdoğan da savaşın tarafı olduğu için, hatâ kabullenmemeyi ya da kabullense bile karşı tarafın buradaki payını ön plana çıkarmayı, savaşı kazanmanın önemli bir unsuru olarak gördü. Bunu kendi tabanına anlatmada büyük oranda başarılı olduysa da, kendi tabanı dışındaki kesimlerle arasındaki mesafe açıldı. Şimdi AKP’nin önündeki asıl büyük görev, kendi kitlesini konsolide ederken bunun dışındaki toplumsal kesimlerle de sağlıklı bir ilişkinin inşa edilmesi olmalı.
Şimdi AKP yeni kongresiyle bu tür bir yaklaşımı gösterebilecek; seçimi ve seçim sonrası süreci bu doğrultuda yönetecek kadrolarla ilerleyebilecek mi sorusu büyük önem taşımakta. Siyaseti Erdoğan karşıtlığı üzerinden okuyanlar için, Erdoğan’ın geri dönülmez bir şekilde siyasal savaş taraftarı olduğu ve AKP’yi bu doğrultuda yönlendireceği önyargısı bütün bu analizleri anlamsız kılsa da, Erdoğan’ın siyasette önyargılara takılmadan hiç kimsenin beklemediği zamanlarda beklenmedik hamleler yapan, sezgileri güçlü ve sonuç almaya dönük yapısı düşünüldüğünde, yeni kadroların toplumla ve diğer hareketlerle kuracağı ilişki üzerinden yeni bir siyaset oluşturulması ihtimali de gözden kaçırılmamalıdır.