Amen

Hafta başı, pazartesi sabahına kırlangıçların dansını izleyerek başladım. Uzun süren kış aylarının artık tamamen bittiğinin habercisiydiler. Oysa unutmuştuk onları ya da farkında değildik gittiklerinin. Kırlangıçlar, giderken de gelirken de gökyüzünü muhteşem dans gösterileriyle taçlandırırlar. Gidişlerini hatırlıyorum ekim ayı sonlarıydı, günlerce sürdü o gösteri. Sonra bir gün apansız geldiler, pazartesi sabahı olduğu gibi… Balkondan bir süre hayranlıkla izledim onları. Bana, “Biz yine geldik haberin var mı?” dediler. Siz söylemeseniz, farkına varamasanız da o küçük göçerler, çok iyi anlattı hayatın devam ettiğini, dünyanın döndüğünü…

İnsan kibirli bir yaratık; dünyanın sadece kendisi için döndüğünü sanacak kadar. Türkiyeli insan olmak ise ayrı bir travma. Bir kısrak başı gibi Akdeniz’e doğru uzanan toprağı vatan belleyebilmek için hamasetin dibine vurmuşuz. “Ne Mutlu Türküm Diyene. Bir Türk Cihana Bedeldir. Türkün Türk’ten Başka Dostu Yok…” laflarıyla büyüyen, aslında içinde kompleks barındıran, yüceltilen bir toplumun kendini dünyanın merkezinde saymasından daha doğal ne olabilir. Bu bir kötülük belki bizlere, içinden bir türlü çıkamadığımız. Son zamanlarda da yaşadığımız bu. İçten içe kabullendiğimiz, sürekli inkârdan, “Yaşanılan acılardan dolayı özür dilemeye döndüğümüz” 1915 Ermeni Soykırımı ile ilgili, diasporanın da zorlamasıyla dünyada alınan ‘siyasi’ kararlara tepki olarak kabuğumuza çekildik. Toptan bir reddedişe yeniden geri döndük. Oysa ne çok yaklaşmıştık 100 yıl önce kırlangıçların dans ederek geri döndüğü bir bahar ayında yaşananlarla yüzleşmeye…

Daha geçen yıl, bir 24 Nisan öncesi Başbakan olarak yayınladığı mesajda “Kadim ve eşsiz bir coğrafyanın benzer gelenek ve göreneklere sahip halklarının, geçmişlerini olgunlukla konuşabileceklerine, kayıplarını kendilerine yakışır yöntemlerle ve birlikte anacaklarına dair umut ve inançla 20'inci yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz” ifadelerini kullanan Cumhurbaşkanı Erdoğan değil miydi? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu taziye mesajı, belki dünyada hak ettiği yeri ve karşılığı bulamadı ama kendi halkının bu olaylarla en azından yüzleşme adına düşünmesini, konuşmasını sağladı. Bunca olup bitene suskun kalınan 99 yıl sonra, az şey mi bu?

Önce Papa, sonra Avrupa Parlamentosu’nda ‘Ermeni Soykırımı’ ile ilgili alınan kararlar, bizi tekleştirmeye yetti de arttı bile. Dört yıldır ülkeye yakışan bir anayasayı bir araya gelip yapamayan iktidar ve muhalefet partileri bu kararlar karşısında bir araya gelip ortak tepkilerini koydular. Bu birlik beraberliğe ihtiyacımız vardı, hayranlıkla izledim, izlemesine de! İnsan sormadan edemiyor, bu ülkenin bireylerinin İttihatçı zihniyetin yaptıklarıyla yüzleşmesi için kaç yüz yıl daha beklemesi gerekecek?

Costa Gavras’ın 2002 yılında yönettiği AMEN filmi, İkinci Dünya Savaşı’nda İtalya’da yaşanan Yahudi soykırımını çok çarpıcı bir dille anlatır. Filmin asıl özelliğiyse soykırımı anlatmaktan ziyade, yaşananlara Katolik Kilisesinin sesiz kalmasını, soykırımı bir şekilde onaylamasını işlemesidir. Filmde bir sahne var, hâlâ gözümün önüne gelir. Tren hıncahınç Yahudilerle dolu, istasyondan ayrılır. Geri döner aynı tren içi boş… Vatikan, tarihinin hiçbir döneminde ruhani bir yer olmamış, aksine siyasetin içinde yer almıştır. Papa’nın bugün söyledikleri de ruhani ve vicdani bir söylem değil, tamamen siyasi bir söylemdir. 100 yıl bekledikten sonra dile getirilen ‘Soykırım’ sözü Papalık makamını ruhani bir yere taşımaz, sadece dünya siyasetinin hangi yöne doğru gittiğine dair bize bir işaret verir.

Keza AP’nin aldığı kararlara bu açıdan bakmalıyız. AP da gerek Ermeni Diasporası baskısı, gerek dünya siyasetinde değişen dengeler nedeniyle böyle bir karar aldı. Bu alınan kararların siyasi baskılarını üzerimizden atabilmek için toptan bir reddedişe yönelmek, bizi eskiye daha eskiye ve daha da eskiye götürür. Yeni Türkiye kavramıyla yola çıkan AK Parti’nin daha eskiye dair gocunacağı şey, en fazla bir fani kadardır. Yeni Türkiye iddiasında olan bir partinin ‘eski’ hamasetleri de taşımaması gerekir. Sonuç olarak; bütün dünyanın ters yolda, bizimse doğru yolda olduğumuzu düşünsek bile, yaratılan siyasi atmosferden bağımsız olarak ileriye dönük bakan bir ülke için önce geçmişle hesaplaşmalıyız. Ki, bu ülkenin insanlarının geçmişiyle yüzleşip kendisiyle ve toplumuyla barışık yaşaması için dünyanın aldığı ‘siyasi’ kararlara ihtiyacı yok. Her şeyden önce kendimize, yaşadığımız ve yurt bellediğimiz topraklara karşı sorumluyuz bunu…      

 

 

- Advertisment -