spot_img
Ana SayfaYazarlar“Amerika’nın değil Trump’ın kararı”

“Amerika’nın değil Trump’ın kararı”

 

Amerikan ‘stratejik aklı’nın değil ‘tüccar Başkan’ Trump’ın aklının bir ürünü’

 

Amerika Başkanı Donald Trump’ın herkesi şaşırtacak şekilde verdiği Suriye’den çekilme kararı bugüne kadar Washington’dan verilen ve Türkiye’yi ağır jeopolitik risklerle karşı karşıya bırakan öteki kararlara bakınca bozuk bir saatin günde iki defa doğruyu göstermesi gibi bir durum.

 

Öyle görünüyor ki bu karar Amerikan ‘stratejik aklı’nın değil ‘tüccar Başkan’ Trump’ın aklının bir ürünü’ dür ve jeopolitik mülâhazalardan ziyade onun kafasına uygun  kısa – orta vadeli ‘kâr-zarar hesapları’na dayanıyor.

 

Bu tespitimizin iki temel dayanağı var:

 

Biri sahada 1991’den bu yana gözümüzün önünde cereyan eden olaylar serisi, diğeri ise Washington ve Tel Aviv’den ve tabii öteki Batılı başkentlerden yükselen isyan sesleri.

 

Birincisinden başlayalım.

 

Amerika Birleşik Devletleri’nin 1991’deki 1.Körfez Harekâtı ve  2003’de Irak’ı işgali Kürt jeopolitiğini hareketlendiren önemli dönüm noktalarıydı. Arap Baharı’ndan sonra bu jeopolitik hareketlilik hem derinlik kazandı hem de alanını Suriye’ye doğru genişletti.  Baba Bush’tan başlayarak, sonrasında ikişer dönem başkanlık yapan George. W. Bush ve Barack Obama dönemlerinde Amerika Ortadoğu’da pekçok konuda yalpalama içinde oldu, hatta tutarsız politikalar izledi. Ama Amerikan yönetimlerinin hiçbiri bugüne kadar ‘bağımsız Kürt devleti’ne giden yoldan sapmadı.

 

Amerika’nın Ortadoğu politikasının en önemli hedeflerinden biri israil’in güvenliğidir. İsrail ise Irak, İran, Suriye ve Türkiye’yi çevreleyecek kukla bir Kürt devletini 1980’lerden beri en önemli stratejik hedefi olarak görür. Donald Trump’ın aldığı Suriye’den çekilme kararı Amerikan müesses nizamının iğne oyası gibi işlemekte olduğu, bazen küçük bazen büyük adımlarla ilerlemekte olduğu Kürt devleti yolunda bir ‘sapma’dır.  Bu karar Amerika’nın değil Trump’ın kararıdır derken bunu kastediyoruz.

 

Washington’dan Yükselen İsyan Sesleri

 

Amerikan müesses nizamından yükselen tepkiler, CENTCOM’u yönetmiş bir general olan Savunma Bakanı James Mattis’in Trump’ın kararını protesto mahiyetindeki istifası, bölgedeki Türkiye karşıtı cephenin hayranlık duyduğu,  adeta ‘adanmış’ diplomatlardan ABD’nin IŞİD ile Mücadele Özel Temsilcisi Brett Mcgurk’ün aynı sebeple istifa etmesi önemli göstergelerdir. Mcgurk’ün istifasından sonra Donald Trump’ın yaptığı ‘evlere şenlik’ açıklama Suriye’den çekilme kararının Amerikan devlet aklıyla alınmadığının belki de en somut göstergesidir, zira Amerika Başkanı Trump Mcgurk’ü ‘tanımadığını’, onun kim olduğunu bilmediğini söylüyordu. Brett Mcgurk’ü Kandil’deki savaş ağalarından Erbil’deki KDP’lilere, IŞİD’in kafa kesen imamlarından sahadaki sayısız istihbaratçıya kadar tanımayan yoktur.  (Türk kamuoyu onu Şubat 2016’da Ayn el Arab’ta (Kobani) PKK’nın önemli isimlerinden Polat Can’dan plaket alırken çekilmiş fotoğrafıyla tanıyor)

 

Böyle bir adamı hem de Amerika’nın ‘IŞİD’le mücadele özel temsilcisi’ sıfatını  taşırken tanımayan tek kişinin Amerika’nın Başkanı olmasına ne demeli? IŞİD ile Mücadele Özel Temsilcisi’nin kim olduğunu bilmeyen bir Başkan Suriye’den askerlerini çekme kararı alıyor.

 

Washington’da bu karara tepki olarak gelen istifaların devam etmesi kimseyi şaşırtmayacaktır.  Sırada Ulusal Güvenlik Danışman  John Bolton’un  olduğu söyleniyor.  John Bolton,  Washington’da İsrail yanlısı çevrenin şahinlerinden ve  George W. Bush döneminde  Irak’ın işgali kararında etkili isimlerden biriydi.

 

Amerika’nın Ortadoğu politikalarında başat aktör İsrail’in başkentinde morallerin bozuk olduğu anlaşılıyor. İsrail basını bugünlerde Trump’a ateş püskürüyor.

 

Ruslarla Başbaşa Kalmak

 

Amerika’nın Suriye’den çekilme kararı Türkiye’yi elbette memnun etti ancak buna ‘temkinli’ yaklaşanlar da var. Bu işin o kadar da  ‘hayırlara vesîle’ olmayabileceği, hatta bırakın ‘hayırlara vesile olmasını  ‘hayra alâmet bile olmayacağını düşünenler var. Amerika’dan senelerce bu kadar çok ‘kazık yemiş’ bir ülkenin yazar çizer tayfasının bu kadarcık temkinli olmasında şaşılacak bir durum yok.

 

Karara temkinli yaklaşanların en önemli argümanlarından biri Türkiye’nin sahada Ruslarla başbaşa kalacak olmasıdır ki öyle kolayca yabana atılacak bir görüş değil. Jeopolitik rekabet alanını takip eden herkes bilir ki ‘Ruslarla başbaşa kalmak’ demek ‘Rus ayısı’yla yatağa girmek demektir. Türkiye Suriye sahasında- esasen hiçbir sıcak bölgede Rusya ile başbaşa kalmayı tercih etmez.

 

Bu tarihin ve coğrafyanın Türkiye’ye öğrettiği bir gerçek.

 

Gelgelelim Amerika’nın sahadaki varlığı Türkiye’yi Ruslarla başbaşa kalma tehlikesinden korumuyordu, bilâkis Suriye’deki riskleri Türkiye açısından daha da vahim bir hale getiriyordu.

 

Ruslarla başbaşa kalma konusu belki başka bir yazının konusu. Ama şu kadarını söyleyelim esasen Amerika Türkiye’yi Ruslarla başbaşa bırakalı çok olmuştu. Türkiye zaten çok uzun  zamandır ‘en büyük müttefiki tarafından terkedilmiş ve Rusların kucağına itilmiş bir ülke. Amerika Birleşik Devletleri Suriye’de  kendisini Türkiye’ye karşı konumlandırmış bir küresel aktör . Amerika, müttefik Türkiye’nin bölgede ‘rızaya dayalı istikrar’ arayışlarının değil ‘asıl stratejik ortağı’ İsrail’in  hesaplarının takipçisi oldu. Çevre ülkelerin sosyal ve ekonomik zeminde ‘bütünleştirilmesi’ peşinde olan Ankara karşısında Ortadoğu’yu daha da küçük parçalara ayırmaya çalışan bir Amerika’yı buldu.

 

 ‘IŞİD teröriyle mücadele’ diye sahaya gelen Amerika’yı ‘PKK terörüyle işbirlikçi’ konumundaki gördük. Suriye’den askeri çekilen Amerika böyle bir Amerika’dır.

 

Ruslarla başbaşa kalmak bir ‘risk’ ise Türkiye o riski zaten 2015’den beri yönetiyor.

 

Pensilvanya’yı Bile Tedirgin Edebilecek Bir Karar

 

Amerika’nın Suriye’den ‘çekilme’ kararı Türk-Amerikan ilişkilerindeki iki gerilim alanından birinde rahatlatma yaratacaktır. Eğer Trump Amerikan müesses nizamına rağmen böylesine hayati bir karar alıp uygulamaya sokabiliyorsa bunun bir benzerinin Fethullah Gülen konusunda da alınması umud edilir.  Bu cür’etkâr  kararın Pensilvanya’da Saylarsburg taraflarında ‘acaba bir gün bizim güvendiğimiz dağlara da kar yağar mı’ türünden bir tedirginlik  yarattığından şüphe duymuyorum.

 

Amerika’nın sesi çok çıkan etkili senatörlerinden biri Lindsey Graham Kaşıkçı cinayetinden sonra Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman için ‘wrecking ball’ ifadesini kullanmıştı. Wrecking ball, binaları yıkmak için kullanılan büyük demir gülle vardır ya, o işte.

 

Siz dünya siyaset sahnesindeki tek ‘wrecking ball’un Muhammed bin Selman olduğunu mu zannediyorsunuz?

 

O tipolojinin belki Prens Selman’dan da önde giden Beyaz Saray’da oturuyor. 

 

 

 

- Advertisment -