Ana SayfaYazarlarAnayasa değişikliğinin içeriği - 2

Anayasa değişikliğinin içeriği – 2

 

Anayasa değişikliğinin içeriğini konu alan serinin ilk yazısında, teklifin ilk üç maddesini ele almıştım. Bu yazıda ise sıradaki üç maddeyi tartışacağım. 

 

Beş yılda bir, aynı günde seçim

 

2007 yılında yapılan bir anayasa değişikliği ile, milletvekilliği genel seçimleri için öngörülen süre beş yıldan dört yıla düşürülmüştü.16 Nisan’da halkın oyuna sunulacak olan teklifte bu sürenin yeniden beş yıla çıkarılması ve cumhurbaşkanlığı seçimleri ile TBMM seçimlerinin aynı günde yapılması öngörülüyor. Cumhurbaşkanlığı seçimleri iki turlu düzenleniyor. İlk turda geçerli oyların yarısından bir fazlasını alan aday cumhurbaşkanı seçiliyor. Eğer ilk turda hiçbir aday bu çoğunluğa erişemezse, iki hafta sonra en çok oyu alan iki aday arasında ikinci tur seçimleri yapılıyor. İkinci turda daha fazla oy alan aday cumhurbaşkanı oluyor.

 

Kanun koyucunun gerek seçim aralığını bir yıl uzatmasındaki, gerekse TBMM ile cumhurbaşkanlığı seçimlerinin aynı günde yapılması zorunluluğunu getirmesindeki gaye bellidir: Yasama ile yürütme arasında tam bir uyum yakalamak ve istikrarlı bir yönetim oluşturmak. Daha açık bir ifadeyle, bu düzenlemeyle cumhurbaşkanı ile Meclis çoğunluğunun aynı partiden olmasını sağlamak ve böylelikle kesintisiz bir yönetim dönemi elde etmek hedefleniyor. Burada eleştirilebilecek bazı hususlar var.

 

(1)  Türkiye genç ve dinamik bir toplum; büyük bir sosyolojik dönüşümden geçiyor. Geçmişin getirdiği sorunları bulunuyor. İnsanların talepleri değişiyor ve çeşitleniyor. Böylesine hareketli bir toplumda, halkın iradesinin siyasete mümkün mertebe çabuk yansımasına dikkat etmek gerekiyor. Çünkü zamanında halka başvurmak, hem iktidarın halkın taleplerine daha fazla duyarlılık göstermesini sağlıyor, hem de sistemin demokratik devridaiminde hayati bir rol oynuyor.

 

Bu meyanda seçimlerin beş yılda bir yapılması doğru bir tercih olarak gözükmüyor. Türkiye, çok partili seçimlere 1946 yılında döndü. O günden bu yana 19 genel seçim yaptı. 2002-2007 hariç, iki seçim arası hiçbir vakit beş yılı bulmadı. Üç yılda veya dört yılda bir seçim sandığı halkın önüne kondu. Beş yıl, Türkiye’nin değişim hızına uygun bir süre değil. 2007’de getirilen düzenlemeye devam etmek ve dört yılda bir meşruiyet tazelemek daha doğru olurdu.

 

(2) TBMM ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin aynı gün yapılması iki tür sonuç doğurabilir. Birincisi — teklifi hazırlayanların öngördüğü gibi — aynı siyasi atmosfer içinde yapılacak seçimlerde Meclis çoğunluğu ile cumhurbaşkanının aynı siyasi partiden olmasıdır. Bu takdirde yürütmeyi tek başına elde tutan cumhurbaşkanı Meclisi de kontrol edebilecek; yasama ve yürütmede bir güç yoğunlaşması meydana gelecektir. Yasama organı yürütmeyi denetleyemeyecek, cumhurbaşkanın denetlenmesi sadece beş yılda bir yapılacak olan seçimlerle sınırlı olacaktır.   

 

İkincisi — beklentinin tersine — Meclis çoğunluğu ile cumhurbaşkanının farklı partilerden gelmesidir. Bu durumda, halk tarafından seçildiği için demokratik meşruiyete sahip iki iktidar mahfili karşı karşıya gelecektir. Eğer taraflardan biri ya da her ikisi sistemi yürütmek adına uzlaşma çabası göstermez ve yetkilerini son damlasına kadar kullanmakta ısrar ederse, sistemin krizlerle karşı karşıya gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Güçlerin çatıştığı bir ortamda cumhurbaşkanına muhalif bir Meclis çoğunluğu, çıkaracağı kanunlarla cumhurbaşkanın kararnamelerini ve diğer idari düzenlemelerini boşa çıkarabilir; bütçesini onaylamayarak onu zayıf düşürebilir.

 

Her iki ihtimalin — güç yoğunlaşması ve güç çatışması — mevcut sistemde de yaşanabileceği söylenebilir. Güç yoğunlaşması için, bugünkü durum örnek verilebilir. Hâlihazırda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın parlamentoda kendisini destekleyen bir çoğunluğu var. Dolayısıyla Erdoğan, hem yasamada hem yürütmede tek söz sahibi. Öyle ki, Erdoğan’ın politik tercihlerinin bir Meclis ve Hükümet kararına dönüştürülmesinin önünde herhangi bir engel yok.

 

Güç çatışması için ise Ahmet Necdet Sezer’in cumhurbaşkanlığı dönemine gidilebilir. Sezer’in AKP hükümetine muhalif bir tutum takınması birçok siyasi krize sebep olmuştu. İktidarın bazı temel politikaları (örneğin Kamu Yönetimi Reformu) Sezer engeline takılmış, hattâ Sezer kabinenin şekillenmesine de müdahale etmişti.   

 

Bunlar doğru. Ancak eğer bir anayasa değişikliği yapılıyorsa, muhtemel sorun alanları gözetilmeli ve bunları — tamamen ortadan kaldırmak mümkün olmasa da — azaltacak formüller üzerinde kafa yorulmalıydı. Teklif böyle bir hassasiyetle hazırlanmamış. Oysa seçim tarihlerini farklılaştırmak güç yoğunlaşması ve güç çatışması problemlerine bir çözüm kapısı açabilirdi. Seçim süresi dört yıl olsa ve TBMM seçimleri ile cumhurbaşkanlığı seçimleri arasına iki yıllık bir mesafe konsa, hem parlamento daha çoğulcu ve etkin bir karakter kazanabilir, hem de halkın demokratik denetim yetkisi daha işlevsel biçimde kullanılabilirdi. Meselâ önce cumhurbaşkanı seçimi yapılırdı. Halk, cumhurbaşkanının icraatından memnunsa iki yıl sonra yapılacak Meclis seçimlerinde onun partisine daha fazla destek verirdi. Ama değilse, o takdirde Mecliste denetimi etkin kılacak bir başka parti tercihinde bulunabilirdi.

 

TBMM’nin görev ve yetkileri

 

Teklif, TBMM’nin görev ve yetkilerini yeniden düzenliyor. İki önemli değişiklik var bu maddede. Birincisi, TBMM’nin Bakanlar Kurulu’nu ve tek tek bakanları denetleme yetkisi kaldırılıyor. İkincisi, TBMM’nin Bakanlar Kurulu’na belli konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verme yetkisine son veriliyor.

 

Buna göre, bakanlar cumhurbaşkanı tarafından göreve atanıyor, görevden alınıyor ve ona karşı sorumlu hale geliyor. Bu düzenleme, başkanlık sistemin doğasına uygun. Zira bu sistemde bakanlar, parlamenter rejimlerdeki bakanlar gibi değil, bir nevi başkanın sekreterleri gibi düşünülmeli. Düzenlemedeki eksiklik, bakanların göreve başlama süreçlerinde parlamentonun tamamen devre dışı bırakılmış olması. Cumhurbaşkanını bakan atamada sınırlayan hiçbir mekanizma bulunmuyor. Oysa ABD’de olduğu bakanlar için Mecliste bir “onay” süreci öngörülmesi daha doğru olurdu. Bu sayede, hem kamuoyu bakanlar hakkında bilgilenebilir, hem de Meclis bir kontrol ve denge işlevi görebilirdi.

 

Denetim yolları

Mevcut halde, TBMM’nin denetim yetkisini somutlaştıran beş yol var: (a) Soru; (b) Meclis araştırması; (c) genel görüşme; (d) gensoru ve (e) Meclis soruşturması. Anayasa değişikliği teklifi, bu denetim yollarından sadece (b) Meclis araştırması ve (c) genel görüşmeyi muhafaza ediyor. “Soru”yu sadece cumhurbaşkanı yardımcılarına ve bakanlara yazılı soru ile sınırlı tutuyor. ABD’de olduğu gibi bakanlara parlamentoda sözlü soru sorulamaması, önemli bir eksiklik.

 

Teklif, gensoruyu kaldırıyor. Bu, bir başkanlık rejimi için normal; zira başkanlıkta güvenoyu ile görevde kalan ve gensoru ile düşürülen bir bakanlar kurulu ve başbakan yok.  Ayrıca parlamenter sistemde de gensorunun ne kadar işlevsel olduğu tartışmalıdır. Bütün bir Cumhuriyet tarihi boyunca gensoruyla iki hükümet (Süleyman Demirel’in II. Milliyetçi Cephe Hükümeti ve Mesut Yılmaz’ın ANAP-DSP-DTP Azınlık Hükümeti); ayrıca birey olarak iki bakan (Hayrettin Erkmen ve Güneş Taner) düşürülmüştür.

 

Teklifte Meclis soruşturması ise zorlaştırılıyor. Mer’i anayasada, başbakan ve bakanlar hakkında 55 milletvekilinin vereceği önerge ile soruşturma açılıyor. 276 milletvekilinin oyu ile de, hakkında soruşturma açılan kişi Yüce Divan’a sevk ediliyor. Teklife gelince, bu oranlar oldukça yüksek tutulmuş. Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar hakkında soruşturma süreci için, önce 301 vekilin önerge vermesi gerekiyor. Soruşturma açılması için 360 vekilin kabul oyu vermesi gerekiyor. Soruşturma açılması kararından sonra dosya komisyona havale ediliyor. Komisyon bir rapor hazırlıyor; raporun görüşülmesinin akabinde, ancak 400 oy ile cumhurbaşkanı yardımcıları ve/ya bakanların Yüce Divan’a sevki söz konusu olabiliyor.

 

Normal şartlarda, belirtilen rakamlara (301, 360, 400) ulaşmak imkânsıza yakın derecede güç. Dolayısıyla daha kabul edilebilir bir seviyeye çekilmedikçe, cumhurbaşkanı yardımcılarının ve bakanların Meclis tarafından denetlenmesi söz konusu olamaz. Meclis soruşturması da teoride mevcut ama pratikte işlemeyen bir vasıtadan öte bir anlam taşımaz.

 

- Advertisment -