Siyasi düzlemde ve medyada yaşanan kutuplaşma kaçınılmaz olarak seçmenin zihin dünyası ve davranışları üzerinde de etkili oluyor. Belirli ‘hassasiyete’ sahip haber kaynaklarınız, aynı ‘hassasiyete’ sahip bir sosyokültürel çevreniz varsa, o ‘hassasiyeti’ yansıtan bir gerçeklik algısı da üretiyor ve bunu sorgulama gereği duymayabiliyorsunuz. Böylece bir süre sonra siyasete cemaatçi tepkiler verirken, konumunuzu da kimliksel ve ideolojik olarak oluşturmaya başlıyorsunuz. Bunun sonucu ‘siyasi’ karar ve tercih yapmaktan uzaklaşılmasıdır. Örneğin seçim zamanı geldiğinde partileri mukayese etmek gibi bir kaygı taşımıyorsunuz, çünkü sizinki dışında diğer partileri ideolojik olarak mahkum etmiş durumdasınız. Bu seçmenlere ‘apolitik’ demekte bir mahsur yok. Hem kendileri tercih yaparken siyasi davranmadıkları, hem de yaptıkları tercih siyaseti etkilemediği için.
Gerilim ve çatışma ortamı seçmenin kabaca yüzde 70’ini bu hale getirmiş gözüküyor. Her safta hayata militanca bakan ve kategorik tutum almayı normal sayan insanlar var. Bunlar oy verdikleri partinin performansı ile de esasta ilgili değiller. Yanlış yaptığında partilerinden uzaklaşmıyor, verdikleri desteği belirli bir siyasi performansa bağlamıyorlar. Onun yerine partilerinin kimliksel taşıyıcılık yapıyor ve ‘kırmızı çizgili’ konularda ideolojik tutum alıyor olmasıyla ilgililer ve bununla da yetiniyorlar. Bugün her partide böyle bir çekirdek mevcut… AKP seçmeninin 33-35, CHP seçmeninin 20-22 puanlık kısımları böyle. Benzer şekilde MHP ve HDP’nin de yüzde 8 civarında bu türden oyu olduğunu öne sürmek gerçekçi gözüküyor. Siyasetin ana denklemleri ve temel sorunsallar devam ettiği sürece, bu seçmen grupları gündelik hayatın koşulları ne olursa olsun kendi partilerine oy vermeye devam edecekler.
Kendilerine sorsak muhtemelen çok politik bir yaklaşımları olduğunu, belki de siyasetle oturup kalktıklarını söyleyeceklerdir. Ancak bu kişiler gerçekte ‘apolitik’ bir konumdalar. Gerçekliğin değişim yönü, hızı ve niteliğinden bağımsız olarak, neredeyse zamanı sabit bir ideolojik yelpazede dondurarak tavır oluşturdukları için…
Siyasi alanın ideolojikleştiği durumlarda söz konusu apolitik yaklaşım daha da derinleşebiliyor. Örneğin HDP’nin barajı geçip geçememesi Kürtler için bir haysiyet meselesi haline geldiği noktada, HDP’ye verilen ilave oyların ‘politik’ olduğunu ileri sürmek anlamsızlaşıyor. Politik bağlamı oluşturan değerlendirmeleri, beklentileri ve tercihleri ne olursa olsun, kişinin böyle bir tarihsel momentte HDP’yi desteklemesi gerektiği duygusu öne çıkıyor. Tersten bakarsak örneğin AKP ne yaparsa yapsın bu tutumun böyle bir konjonktürde değişmeyeceğini anlıyoruz.
Apolitik tutumun belirli bir konjonktüre bağlı olması yine de kendi içinde siyaseten anlamlı. Çünkü söz konusu konjonktür değiştiğinde seçmen davranışının da değişebileceğine, siyasetin kapısının açılacağına işaret ediyor. Ancak özellikle bir kısım CHP ve sol seçmende apolitik tutum neredeyse bir kimlik olarak taşınıyor. Bu insanların gerçekliğe ilişkin bir anlama çabası yok. Gerçekliğin onların anlamak istediği şekliyle neredeyse sabit olduğu fikrine sahipler. Dolayısıyla ‘ötekilerin’ yaptıkları önemsiz, çünkü onların ne oldukları belli… Onların ne olduğu belli olduğu için de, zaten ne yapmış olabilecekleri belli… Bu yaklaşım CHP’lileri ve onun ötesindeki tüm solu siyasetin dışına itiyor. Onlar da belki kaçınılmaz olarak kendilerine ideoloji arıyor, bunun üzerinde kimlikleşiyor ve siyasetteki etkisizliklerini aktivizmle telafi etmek durumunda kalıyorlar.