Bir zamanlar haftalık Yeni Aktüel dergisi için yazdığım portrelerden Bülent Arınç’ı konu alanını 2008 sonlarında kaleme almıştım.
Bilenler bilir, o portreleri, ele aldığım kişilerin temel bazı özellikleriyle sınırlı tutarak ve o özelliklerini deşerek yazmaya gayret ediyordum.
Arınç’ın portresini de tipik siyasetçilerde az, onda ise çok bulunan bir meziyet olan “dobralık” ve “sözünü esirgememe” temeli üzerine kurmaya karar vermiştim.
Yazım öncesi okumalara başlarken zannediyordum ki, Arınç bu özelliğiyle onun siyasi görüşlerini paylaşmayanlar tarafından da takdir edilmekte, saygı görmektedir. Çoğunlukla gençlerin yazdığı sözlükleri, blogları okumaya giriştiğimde ne kadar yanıldığımı anladım. Hakikat, benim tahminimin yanından bile geçmiyordu. Bu hayal kırıklığıyla şöyle yazmıştım 2008’de:
“Yaş ortalaması herhalde 20’yi, 25’i geçmeyecek blog yazarlarını, sözlük yazarlarını okuyorum, gördüğüm şu: Bu âlemde Bülent Arınç kadar nefret toplayan ikinci bir kişi yok! Ve onu nefret objesi haline getiren asıl şey de dilinin kemiksizliği, icabında kendi partisinin başkanına bile karşı durmayı göze alabilen aykırılığı… Çok hata yapsa da, çok çam devirse de, doğru bildiğini bazen çok provokatif bir dille ifade etse de, gençlerin Bülent Arınç gibi birine 'sus artık' diye tempo tutmasında ben hiçbir 'ilericilik' göremiyorum. Bunları okudukça, şöyle bağırmak geliyor içimden: ‘Susturma, susturdukça sıra sana gelecek!’”
Yanlış anlaşılmasın: Sözünü ettiğim bloglar, sözlükler çoğunlukla laik-seküler gençlerin kalem oynattığı mecralardı. O zamanlar Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) çevrelerinde ise Bülent Arınç’ın “dobra”, “delikanlı” tavrı övgüden başka bir karşılık görmüyordu.
Arınç dobralığına karşı tavırda ikinci aşama
2011-2012’den itibaren, AK Parti’de liderliğin şahsileşmesi, otoriterleşme, reformcu tavırdan uzaklaşma eğilimleriyle birlikte, Bülent Arınç’ın, vicdanının sesini ifade eden eleştirel dili kendi partisine ve partinin lideri Erdoğan’a da yönelmeye başladı. O zaman, o zamana kadar Arınç’a “sus artık” diye tempo tutanlar, onun “delikanlı”, “dobra” tutumuna övgüler düzmeye, yere göğe sığdırmamaya başladılar.
2013 Kasım’ında, okumakta olduğunuz yazının başlığıyla aynı başlığı taşıyan bir yazımda bu ikiyüzlülüğü şöyle eleştirmiştim:
“Kadim insani değerlere sahip birileri, ancak ‘bizim’ tarafımızdaysa bu özelliği teslim edilmeli, takdir görmelidir, değil mi? Değilse, bu özelliklere sahip olmasının hiçbir önemi yoktur! Her şeyi siyasi pozisyonların belirlediği, insan ilişkilerinin onlar üzerinden kurulup bozulduğu, insanları temel insani özellikleri temelinde değide ‘bizim’ siyasetimizle mesafesine göre değerlendirdiğimiz bir dünya, fazla ‘soğuk’ bir dünya değil mi?”
Bu arada hoşgörü(süzlük) madalyonunun muhafazakâr yüzünde de bariz bir tavır değişikliği gözlenmekteydi. O zamana kadar Arınç’ın dobralığını, açık sözlülüğünü yere göğe sığdıramayan muhafazakâr dünya, “Bülent Abi”ye karşı sitem yükü apaçık bir sessizlik uygulamasını yürürlüğe koymuştu. Fakat henüz “Fetocu Bülo”, “siyasi cenaze” günlerinden çok uzaktık.
Arınç dobralığına karşı tavırda üçüncü aşama
Arınç dobralığına karşı tavırda şimdi artık üçüncü aşamadayız… Yani AK Parti karşıtları onun açıksözlülüğüne dozu kaçmış övgüler düzerken, AK Parti çevreleri onu ihanetle, davayı satmakla suçluyor.
Yazının bundan sonrasında laik-seküler kesimlerin “yaşa Arınç” tezahüratını bir yana bırakacak, AK Parti çevrelerinden, özellikle de Erdoğan’ı kayıtsız şartsız destekleyen yazarlardan sâdır olan “kahrol Arınç” tutumunun analizini yapmaya çalışacağım.
Aklımdaki soru şu: Bülent Arınç, son CNNTürk söyleşisinde dile getirdiği eleştirilerin daha sertlerini geçtiğimiz son iki yıl içinde defalarca ifade etmişti. Peki, mevcut düşmanca tutum neden o zamanlar değil de şimdi ortaya çıktı?
Benim bu soruya kendimce bir cevabım var, yazının sonunda ifade edeceğim. Fakat ondan önce, Arınç’ın bugüne kadar dile getirdiği kendi partisine yönelik eleştirileri kısa kısa hatırlatmam gerekiyor. Aksi takdirde “Arınç neden o zamanlar değil de şimdi düşmanlaştırılıyor” sorusunun üzerine oturduğu temel zayıf kalacak. (Çünkü her şeyi hızla unutuyoruz ve işte şimdi Arınç sanki ilk kez bu kadar sert bir eleştiride bulunmuş gibi davranıyoruz.)
NOT. Yazıyı, çarşamba günü devam etmek üzere bu noktada kesiyorum. Çünkü Arınç’ın eski eleştirilerine şöyle kuşbakışı bir göz gezdirdikten sonra anladım ki, onları bu yazının devamında sunarsam, yazılarımın uzunluğundan şikâyetçi olan okurlara yeni bir “koz” vermiş olacağım.
Çarşambaya, Arınç’ın “demir leblebi” kıvamındaki eski eleştirileriyle devam etmek üzere…