Otoriter zihniyetin, üst iradenin kayıtsız koşulsuz egemenliğini meşrulaştırırken ürettiği söylem içinde “arınmak” önemli bir yer tutar. Otoritenin kendi tekliğine, sınırsızlığına tehdit olarak gördüğü kişi, çevre, grup, kurum ne varsa; onları tasfiye etmesi, hastalıklardan, sapmalardan, zayıflıklardan kurtulmak olarak görülür ve sunulur. Bu tasfiyeler; eksilme, güç kaybetme değil, tersine bünyeyi sağlamlaştıran mukadder eşiklerden geçme olarak algılanır. Çünkü otoriter zihniyet, doğası gereği, farklılıkları zaaf olarak görme eğilimindedir. Onlarla uzlaşmak, ortak yol bulmak, gücü paylaşmak gibi bir tercih kodlarında mevcut değildir. Belki geçici taktik oyunların konusu olabilir bu tür tutumlar ama dikkat her zaman söz ve eylem gücünün tamamına tek başına sahip olmak üzerine odaklanmıştır. Gerçek bir sentez arayışı otoriter zihniyetin yapısal özellikleriyle bağdaşmaz.
Danışmanlar ordusunun sistematik faaliyeti, kurumsal destekler, olabildiğince fazla veri akışı için sarf edilen çabalar… Bunların hepsi tek bir merkezin gücünü rekabetsiz düzeye taşımaya hizmet etmek için vardır. Otoriter zihniyet, bilgiye, danışmaya kapalı değildir. Gücü paylaşmaya kapalıdır. Farklı tercihlerden kaynaklanan odaklaşmaları tehdit olarak görür. Kayıtsız şartsız “son sözün” sahibi olmak ister.
Otoriter zihniyet, “son söz” alanına ortak olma istidatı gösterenleri denetimi altında tutmanın, yedeğine almanın, boyun eğdirmenin peşindedir. Bu ütopik bir idealdir. Hayatın hiçbir alanında sürekliliği olamaz. İnsan canlısının sübjektif bir varlık oluşu; farklı çıkar ve algı kümeleri oluşturması, kendisini hak süjesi olarak tanımlama eğilimi otoriter hülyayı imkansızlaştırır. Onu sert çatışmalara zorlar. “Yedeğine alamıyorsan tasfiye et, etkisizleştir” iç komutu devreye girer.
Bu komutla birlikte, düne kadar aynı yolda yürünenler “yoldan çıkmış” ilan edilir. Söylem artık “arınma” üzerine inşa edilir. Adanmış olunan yolda, o yolun “hakkını verenler” yürümeye devam edecektir! Zayıflar, uzlaşmacılar, çıkarcılar, uzaklaştırılacak bünye “güçlendirilecektir”!
Burada, otoriterliğin bir sunumu ile daha karşı karşıya kalıyoruz. Otoriter zihniyet sahibi olanlar, kendilerini her zaman çok zorlu bir misyonun taşıyıcısı olarak görme ve gösterme eğilimi taşıyorlar. Hayatın mütevazı bir bileşeni olmak onların ontolojisine aykırı. Böyle bakınca, otoriterliğin her şeye tek başına muktedir olduğunu ima eden bir hadsizliğin dışavurumu olduğunu da söyleyebiliriz.
Otoriter zihniyet içinden bakıldığında bu “zorlu misyon” ve “arınarak güçlenme” ilkesi her ölçek için geçerli. Parti, yerel yönetimler, merkezi bürokrasi, medya, iş dünyası, akademi ve nihayet tüm toplumsal-siyasal hayat… Bütün buralar adım adım farklılıklardan arındırılmalı, büyük misyonu temsil eden güçlü iradeye teslim edilmelidir. Otorite dışında kalan her sesin tasfiyesi, zayıflığın aşılması, zorlu yolda ihtiyaç duyulan tek otoritenin güçlendirilmesi anlamına gelecektir.
Otoriter zihniyet açısından bu arındırmanın meşru sayılması için çoğunluğun onayına dayanması şart değildir. Elbette çoğunluk onayı, her zaman ona dayananın işini kolaylaştıran bir etkendir. Ancak, otoriter zihniyetin meşruiyet ilkeleri arasında vaz geçilmez bir yere sahip değildir çoğunluğun desteği. Otoriter zihniyetin özü, farklılıkların tehdit görülmesidir. Dolayısıyla, farklı olanların nicel varlığı onları meşru kılmaya yetmez. Otoriter zihniyetin en üst meşruiyet ölçütü otoriteye bağlı olmaktır. Eğer çoğunluk otoriteye bağlı değil, üstelik itiraz halindeyse; daha güçlü bir tasfiyeyi hak eden daha büyük bir tehdit olarak algılanır…
Türkiye son yıllarda bu zihniyetin bütün hayatı kuşatma çabasına tanık oluyor. En başta Parti “arındı”. Kürt hareketi bütün zorlayıcı imkanlar devreye sokularak tasfiye edilmeye çalışılıyor. Yerel yönetimler önce otoritenin beğenmediği eski başkanlardan arındırıldı; sonra seçimlerde rakiplere kaptırıldı ve denetim dışına çıktı. Derhal cezalandırıcı politikalar uygulanır oldu; öyle ki pandemide halka yardım etmelerine bile tahammül gösterilemedi. Ekonomi yönetiminin küresel sermayeye güven vermesinde özerklikleri can alıcı önemde bulunan Merkez Bankası, TÜİK gibi kurumlar çoktan otoritenin şubesine dönüştürülmüş durumda. Yargının hali ortada. Konvansiyonel medyayı da biliyoruz. Yakınlarda Barolara el atıldı. Sosyal medya düzenlemesi yolda. Özetle kontrol edilmedik alan kalmasın isteniyor.
O halde şunu sorabiliriz: Bu “arınmalar” gerçekten güçlenme ve sağlık belirtisi mi?
Ekonomik göstergeler en başta; bütün yukarıda saydığım “arındırılmış ve arındırılmaya çalışılan” alanlara bakınca ne görüyoruz? Yüksek bir kalite değil mi?
O halde geleceğe güvenle bakabiliriz…
Herkese iyi uykular, hoş rüyalar…