Ana SayfaYazarlarBaşka ne olmasını bekliyordunuz ki?

Başka ne olmasını bekliyordunuz ki?

 

Karşımdaki ekranda Halk Tv açık ve sabah programında Van’da bir evde ‘infaz’ edilen 12 kişi hakkında konuşuluyor. Konuk gazeteci Van’a gitmiş, o eve girmiş, bu kesinlikle “infaz” diyor.

Olayın ne olduğunu anlamak için internete girince karşınıza 12 kişinin üniformalı fotoğrafları eşliğinde HPG’nin açıklaması çıkıyor:  “Van’da 12 gerilla "komplo ve ihanet yöntemiyle infaz edildiler."

Demek ki infaz edilenler gerillaymış. Esas tuhaflık ise bundan sonra başlıyor. Van’a gidip, o eve giren ve infaz edildiler haberini yapan, sonra Halk Tv’ye çıkıp bunu anlatan gazeteci bir cemaat haber sitesinin Genel Yayın Yönetmeni değil miymiş?

Bir internet haber sitesi ve onun GYY’si için aşırı gazetecilik faaliyeti sayılır bütün bunlar; İnfaz iddialarını araştırmak için Van’a gitmek, muhtemelen polisten izin alarak o eve girip çekim yapmak…

Basılı medyada ya da Tv’lerde bile pek sık rastlanmayan bu gazeteciliği yapan gazetecinin 'Googleladığınızda' karşınıza, -buna benzer gazetecilik faaliyetleri değil bir yığın 17/25 Aralık, polis, savcı, Fuat Avni, Yezid, diktatör temalı haber, yazı çıkıyor. Bir de 2012’deki bir mahkemenin yerel bir gazeteye ilan olarak düşmüş kararı… Merakla kim olduğunu anlamaya çalıştığımız gazeteci meğerse 3 yıl önce adını ve soyadını değiştirmiş!

Eski adıyla arama yaptığınızda da karşınıza antoloji sitelerinde şiirler ve Türkçe Olimpiyatları’nda yaptığı sunuculuk haberlerinden başka bir şey çıkmıyor. Benim gibi hikayeyi ilginç bulup araştırmış başka gazetecilerin yazdıklarına bakılırsa gazeteci, eskiden Türkmenistan’daki cemaat okullarında öğretmenlik yapmış.

Herhalde oradan olimpiyat sunuculuğu, sonra soy isim değişikliği, 17/25 Aralık’tan sonra da Twitter, Samanyolu, Bugün ekranlarında başlayan gazeteciliğe bir geçiş olmuş. Olabilir tabii.

“Cemaatin Türkçe Olimpiyatları sunuculuğundan, Van’da PKK’lı 12 kişinin öldürüldüğü eve ‘infaz mı edildiler’ diye bakmaya giden gazeteciliğe” uzanan hikaye bile üzerinde uzun uzun konuşmayı hak ediyor.

 

Ama hikayenin geri kalanı o kadar ilginç ki bu sosyo-politik değişim hikayesinde o kadar kalamayacağız.

 

O geri kalanı da kendisi yazmış. Herhalde bu gazeteciliğe giriş hikayesi pek ikna edici bulunmayınca yazdığı “Ben kimim” başlıklı yazının tamamı çok ilginç ama şu kısmı herhalde hepsinden tuhaf:

“5 veya 6 ay önce HDP sözcüsü Ayhan Bilgen'le röportaj yapmaya gittim ve gittiğimde tanıştık. Röportaj sonrası bana Kenan Çamurcu'dan bahsetti ve sitede yazması konusunda ricacı oldu. Bir gün sonra Kenan Çamurcu'nun yazdığı yazıları ve yaptığı analizleri de okuyarak kendisini ofise davet ettim ilk kez o zaman görüştük ve tanıştık.”

Ve siteye girip bakınca anlıyorsunuz ki sahiden kabul etmiş. Cemaat savcılarının meşhur Selam/Tevhid davası soruşturmasında “İran ajanı’’ diye dinlediği, soruşturma durdurulmasa muhtemelen bu suçla hapse atılacak isim, aynı  soruşturmada aynı iddialarla dinlenmiş diğer ismin referansıyla cemaatin sitesine yazar oldu.

Cemaatin haber sitesinde İrancı yazar, onu cemaat sitesine öneren HDP’nin parti sözcüsü. Nasıl oldu bu diye sormayın. Aynı iddianamede bizzat kendisi telefonda İran için çalıştığını söyleyen biri, cemaatin 17/25 Aralık’tan sonra çıkardığı Karşı gazetesine Genel Yayın Yönetmeni, sonra da CHP’ye milletvekili hatta en son da Parti Meclisi üyesi olmadı mı?

Genel yayın yönetmeni üç yıl önce adını ve soyadını değiştirmeden önce Türkçe Olimpiyatlarını sunan eski bir öğretmen olan sitenin ancak büyük bir bütçeyle oluşturulabilecek yazar kadrosuna da şöyle bir bakalım: Ahmet Altan, İlhan Tanır, Yavuz Baydar, Cengiz Aktar, hatta İMC TV’den Fehim Işık…

(İnsan ister istemez, Lübnan Hizbullah’ına ve Esad’a yakın bir ismin kurduğu Al Monitor sitesinden her gün Türkiye’ye ve iktidara demokrasi, mezhepçilik, diktatörlük hatta ironi değil laiklik dersleri veren Türk laik, solcu ve liberallerini hatırlıyor. ABD-İran anlaşmasına yol yapmak kurulmuş bu PR sitesinin hikâyesini yazmıştık.

http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/yildiray-ogur/575878.aspx.
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/yildiray-ogur/575897.aspx.)

Hazır arşivlere daldık o tweeti de bir hatırlayalım. Kaçak savcı Zekeriya Öz’ün devrik Romanov ailesi psikolojisinde günlüğüne yazıyormuş gibi Twitter’ı kullandığı zamanlarda attığı en samimi mesajlarından biriydi:

“Gezi olaylarına PKK müdahil olsaydı şu an hükümet edenlerin bu makamda oturma imkanları olmayacaktı. PKK kimden emir aldıysa katılmadı.”

Cemaatçi savcının hayıflandığı şey tuhaftı ama doğruydu. Eğer Gezi olaylarında doğuda silahlı bir cephe açılsaydı, PKK büyükşehirlerde sahaya inseydi, hükümetin işi gerçekten çok zor olurdu.

Bunu engelleyen çözüm süreci oldu. Öcalan’ın Gezi’ye karşı duruşu sayesinde Demirtaş, belki arşivlerden en çok silmek isteyeceği cümleyi kurdu ve “geziyle değil, bu halk hareketini askerî darbeye kadar götürebilir miyiz diyenlerle aramıza mesafe koyduk” dedi.

Ardından olan biteni biliyoruz. PKK ve HDP yavaş yavaş çözüm süreciyle paralel bu pozisyondan en şiddetli anti-Erdoğan/AK Parti pozisyonuna doğru ilerledi ve son olarak seçimlerin ardından çatışmaları tekrar başlattı. Hem de tuhaf bir jargonla; “Saray’ın savaşı, Saray’ın Gladiosu, Saray’ın askerleri, Saray’ın polisleri.” PKK’nın TSK’ya “Savaşımız seninle değil, AKP’yle, onun oyununa gelme” diye çağrılar yaptığını bile gördük. O yüzden dün Kandil’den CHP’ye gelen sayısı belirsiz “İttifak içinde olalım” çağrısını tuhaf bulamıyoruz.

Ya da 2003’te Barzani’yi emperyalizmin uşağı ilan etmiş PKK’nın, her gün ABD’ye gönderdiği aşk mektuplarını…

Gözümüzün önünde bir cephe kuruldu. CHP, cemaat, PKK, HDP, Erdoğan ve AK Parti’ye karşı yan yana geldiler.  Geldiler mi getirildiler mi bilmiyoruz. Bildiğimiz İran’la ABD’nin yan yana gelmesiyle paralel zamanlarda oldu bu…

Çözüm süreci bu direniş cephesini kurmaya kurban edildi. Kürtlerin hatta pek çok HDP’linin bile anlamadığı hendekler AK Parti’nin yeniden iktidarı elde ettiğinin anlaşıldığı seçimlerden sonra bu cephe için, iktidarı hata yaptırıp içine düşürmek için kazıldı.

Biz hendekleri, o hendeklere meftun akademisyenleri, onları içeri atmaya çalışan savcıları konuşurken İran’la ABD yanı başımızda anlaşıverdi.

Bu yazıyı tam burada yine tuhaf ittifakları, büyük oyunları, ittifakları teşhir etmiş, yine korkular sarmış, büyük analizinin keyfini çıkarıp, oraya buraya selamlar gönderip tebrikleri alarak bitirmek mümkündü….

Ama artık, bu işe yaramayan, tutmayan, o kadar da büyük olmayan planları deşifre etmeyi bırakıp bununla birlikte yaşamaya alışma aşamasına geçme zamanı gelmedi mi?

Özellikle iktidarın mesaisini, enerjisini bu negatif gündeme, karşısındaki ittifaklara göre pozisyon almaya, sürekli onlarla konuşmaya değil kendi pozitif gündemine harcamasına ihtiyacımız var.

“Hain akademisyenler bunu da yaptı”dan “neden bu akademisyenlerin bu bildiriyi imzalaması bizim için bu kadar önemli?” sorusuna geçiş yapmanın zamanı şimdi değilse ne zaman?

Neden hâlâ 70’lerdeki “bizim halktan kopuk aydınlarımız” diskurunda debelenip duruyoruz da entelektüel sınıfın değişmesi, çoğulculaşması için hakiki gayretler üzerine düşünmeye geçemiyoruz?

Ya da merkez medyaya laf yetiştirmek, her yazdıklarına, virgüllerine noktalarına bin manalar verip savaşlar açmak  yerine neden bunca yıla rağmen neden hâlâ merkez “o medya” sorusuna cevaplar aramıyoruz?

Ya “büyük komplolar var, dünya bize karşı birleşti, hainler her yanı sardı” edebiyatıyla güvenlik sendromuna, kurban psikolojisine teslim olunup, içe kapanılacak, böylece daha fazla hata yapılacak.

Ya da “bölgesel bir aktör olmak isteyen bir ülkenin başına başka ne geleceğini zannediyordunuz ki” deyip, yola devam edilecek.

Karşısında kurulan ittifakları güçlendiren değil, parçalayan, müttefiklerin sayısını içeride ve dışarıda sürekli yeni tasfiyelerle azaltan değil arttıran,  üst akıldan şikayet etmeyi bırakıp kendi üst aklını kuran vatandaşları ile arasına istihbarat örgütlerinin giremeyeceği reformlar, açılımları yapmaya devam eden, Ortadoğu ve İslam dünyasındaki tek gerçek, işleyen ve derinleşen demokrasi olma vasfını sürdürmeye çalışan ve sahiden de hamaset için değil, ihtiyaçtan az konuşan, çok iş yapan bir bölgesel güç inşa etmeye odaklanan bir Türkiye’ye ihtiyacımız var.

Türkiye’nin artık sıradan vatandaşlarının güvenliği için bile zayıf kalma, içine kapanma, kendisiyle didişme, etliye sütlüye karışmayan  bir dış politikayla yola devam etme lüksü yok. 

Ya gözlerimizin önünde kazılan hendeklere bile isteye düşeceğiz, ya onların üzerinden atlayacağız.

Herkes lütfen biraz buraya doğru bakabilir mi artık!

- Advertisment -