Öyle görünüyor ki Batı konu edildiğinde etkili bir bilgiden bahsedilemez. Çünkü genel anlamda Batı, dar anlamda da Avrupa anlaşılmak istendiğinde bilgi, yerini çoğu defa hislere bırakmaya mütemayil bir yaklaşım sergiler. Zaten hazır, araştırılmaksızın kabul edilmiş doğruların etkili bir konfor sağladığı da bilinmedik bir şey değildir. Kaldı ki hem geçmişe hem de bugüne dair enformasyon ve bilgilerin derlenebilmesi, nitelikli, yoğun ve uzun çabaları gerektiriyor olması nedeniyle de süreci meşakkatli kılar. Dolayısıyla çok az kişinin bu zorluğa katlanacağı varsayılabilir. Belki ilkinden daha da önemli olanı anlamak ve ilişkilendirmek olduğundan bir metodolojiye ihtiyaç duyulacağı da açıktır. Ancak metodolojinin de bir tefekkür değişikliği anlamına gelmesi yüzünden böylesi bir farklılık hemen kabul görmez. Bu yüzden var olanı kabul ediş, bir kolaylık ve bir konfor anlamına gelir. Bu çerçeveden bakıldığında Batı çalışmalarının henüz başlangıç seviyesinde olduğundan bile bahsedilemez. Zaten Batı’dan konuşulduğunda zihinlerde şekillenmiş genel doğru ve kabuller de kendilerine uygun görülen yerlerde çarçabuk görünür olurlar. Ancak bu kabullerin gerçek olanlarla ne derece örtüştüğü ise bambaşka bir meselenin konusudur.
Batı’ya ilişkin yaklaşımların konforlu niteliği bilgi olmadığında yerini hiç kuşkusuz hislere bırakır; genel kabuller, olmayan, ama olmasının istendiği bir şekle bürünür. Böylece Batı’ya ilişkin hem maddi hem de manevi dünyada gerçeği yansıtmayan amorf bir yapı ortaya çıkar. Bu durumda gerçeğin, yerini nispeten sanal olana bırakacağı düşünülebilir. Zaten bu yaklaşımın Batı’nın hakkıyla anlaşılabilmesinin önündeki en büyük engellerden biri olduğu üzerinde de durulması icap eder. Böylece Batı söz konusu edildiğinde ona ait kurum, ürün, gelenek ya da bilim her ne var ise bunlara maluliyet ön kabulüyle yaklaşmak kaçınılmazdır. Oysa sırf bu yüzden Batı denildiğinde kabul edilen konumdan çok daha uzakta bir yere düşmek ihtimali söz konusudur.
Tarihsel anlamda Batı ile sürdürülen mücadelelerin, Batı’ya ait olanların hakkıyla anlaşılmasına zihinsel bir perde olması da mümkündür. Bilhassa 18. yüzyıldan sonra bilim alanından askerliğe, sanattan ekonomiye değin Batı’nın gösterdiği başarılar dünya genelinde haklı olarak ahlaki temelde bir sorun kaynağı olarak telakki edilmiştir. Ahlak temelindeki eleştiriler kendi içinden de gelse Batı’nın bu tür eleştirileri dolaylı da olsa teşvik etmesi dikkat çekicidir. Bu üçlü zihni yapı Batı dışı dünya bakımından Batı’nın bambaşka bir boyutta görülmesine yol açmaktadır. Sırf bu yüzden başarılarının görsel ve yaygın etkileri Batı’nın nasıl anlaşılması gerektiğini olması gerekenden uzakta bir konuma sürüklemiştir. Batı’nın en önemli başarılarını öncelikle savaş sahalarında göstermiş olması Batı dışı dünyayı askeri teknoloji konusunda zaten çaresiz bırakmıştır. Bu duruma bu açıdan da bakmak gerekir. Zira Batı dışı dünyanın Batı ile teknoloji üzerinden ve edilgen bir biçimde karşılaşması sorunları da beraberinde getirmiştir. Öyle olunca her alanda ciddi gerilemelerin yaşanması Batı dışı dünyada Batı’ya ilişkin bir arama ve anlama çabasını mümkün kılmamıştır. Hatta zamanla yerini doğrudan teknoloji ön kabulüne bırakmasına bile yol açmıştır. Böylece Batı dışı dünya, Batı’nın her başarısını niteliğine, niceliğine ve felsefesine bakmadan teknolojiye bağlama kolaylığına gitmiştir. Bu tercih kısmen ve nispeten doğru olabilir. Ne var ki bu tercih köklü ve etkisi hâlâ sürecek bir mecburiyete dönüşmüş durumdadır.
Batı söz konusu olduğunda her şeyin bir biçimde ve biteviye teknolojiyle ilintilendirilmesi sorunları da beraberinde getiriyor. Zaten Batı’nın her bir şeyiyle teknik varlıkları üzerinden okunarak yorumlanması Batı dışı dünyada sağaltılamaz derecede derinlere inmiş yarıklar oluşturmuşken ket üstüne ket vuruyor. Dolayısıyla Batı’ya karşı geliştirilecek her bir hareket teknoloji üzerinden gidildiği için kısa sürede akamete uğruyor. İşin tuhafı bu yaklaşım tarzı 18. yüzyılda ne ise bugün de aynen sürdürülüyor. Oysa bu düşünme tarzından vazgeçilerek Batı’nın analitik bir şekilde okunuyor olması gerekirdi. Ancak bir kısır döngü gibi Batı’nın tüm başarısının teknolojiye bağlı olduğu kabulü bu analitik düşünceyi de başından kadük bırakıyor. Böyle böyle bir fikri sabit inşa edilmiş oluyor. Halbuki meselenin köküne inip bu teknolojinin nasıl başarıldığının keşfi teknolojinin ithalinden daha etkili bir sonuç olacakken bununla yetinmenin makul bir sebebinden de bahsedilemez. Batı dışı dünyanın Batı muhayyilesi, tefekkürü ile teknolojiyi öncelemesinde sürekli ısrar etmesi ise başka bir üzüntü kaynağı olarak aklı meşgul etmektedir. Yoksa sürekli aynı hatada ısrarla ne kadar yol alınabilir ki? Gündelik yaşamın içinde olan meselelerde bile tek düze ve yavan bir biçimde teknolojiye yapılan atıfların düşünce dünyasının gerçekten de ne derece kısır olduğunu göstermesi bir ibret vesikasıdır.
Bilhassa Batı tarafından geliştirilen teknolojinin dünya çapındaki yaygınlığı ve etkileşiminin bakana hayranlık hissi uyandırması da şaşırtıcı değil. Yaptıkları her şey aşağı yukarı, McLuhan’ın önerdiği harikulade deyimle, dünyayı bir köy haline dönüştürdü. İletişimdeki çığır açan buluşlarla binlerce kilometre ötede olan bitenden haberdar olmak artık sıradan bir hal aldı. Keza insanoğlunun maddi manevi ürettiği her şeyin tasnif edilip kullanıma sunulması da zihinsel anlamda büyük bir devrime yol açtı. Somut ve elle tutulanların soyut ve elle tutulamaz bir forma büründürülmelerinin de etkisi henüz tam anlamıyla anlaşılamazken etkilerinin baş döndürücülüğü dünyayı kasıp kavuruyor. Veri ya da hikmete değin bilginin farklı potansiyeller taşıyan biçimleri bilişsel bir bulut içerisinde altında duranları adeta mesh etme kıvamında işlevsel bir hale dönüştü. Hikmete muvafık bir şekilde ortaya çıkan enformasyon toplumsallığı da çehreleri olduğu kadar fikirleri de formasyona tabi tuttu. Bunca olan biten sürecin en bariz ve en etkili mecrası internetse de, aracı, hiç şüphesiz Google oldu. Entropi seviyesindeki niteliğine bakılmaksızın Google’ın bu şekilde anlaşılması yanlış bir şey de değil sonuçta. Gündelik yahut akademik olup olmadığına bakılmaksızın ihtiyaç duyulan bilgiye [veya veri ya da enformasyona] anlık bir şekilde ulaşılabilmesi hem maddi hem de manevi bir devrimdi. Kimi maddi bir devrimdi; çünkü, form değiştirmiş olan kaynağa az emek, maliyet ve sürede ulaşmak önceki deneyimlerle mukayese edildiğinde belki de devrimden bile ötede bir etkisi olmalıydı. Dünyanın en uzak köşesinde yaşayan birinin bile yaş, cins, kültür, beklenti ve sair diğer hususların bir önemi olmaksızın kaydedilmiş olana erişebilmesi maddi bir devrim niteliğindeydi. Google aynı zamanda manevi bir devrimdi! Zira öteden beri bilgiye sahip olmanın ayırt edici bir kimliği oluşturduğu bilinir. O yüzden kutsal olanın, yani bilgiye, sahipliği toplum içinde hiyerarşik bir yapılanmayı oluşturduğu ortadadır. Google, tüm bu hiyerarşileri göreceli de olsa yıkmıştır yahut karıştırmıştır. Bu bakımdan 19. ve 20. yüzyılların etkili izmleri yanında ete kemiğe büründüğü bir zihinsel eylem olarak da anlaşılabilir.
Yukarıda anılan bu iki ana kaynak Google denilen arama motorunun hem fikri hem de zihni temellerini şekillendirmiştir. Bununla beraber Google’ın ortaya çıkışını bilgisayar teknolojisindeki gelişmelerden ayrı ele almak kuşkusuz mümkün değildir. Keza felsefe okullarının nasıl tefekkür edileceğine dair geliştirdikleri yeni fikirlerin de bu kabulün içine katılması gerekir. Yoksa, Google’ın sadece mühendislik becerisi şeklinde ele alınması hem yersiz hem yetersiz hem de anlamsız olacaktır. Google bu gibi iki husus yüzünden mühendislik becerisinden başka her şeydir.
Batı aklının fizik dünyaya olan ilgisini anlamak konuyu anlamak bakımından da mühim aslında. Hıristiyanlığın beraberinde getirdiği kabuller zinciri skolastik yargıları yüzyıllarca kuvvetlendirdikten sonra etkileşimler Batı’yı farklı şekilde düşünmeye yönlendirdi. Aziz Augustine ile Aziz Thomas arasındaki yoğun düşünceler ve tartışmalar eklektik bir metodolojik dönüşümle neticelendi. Bilhassa nesne ve dolayısıyla da nesnel yaklaşım tarzının temel düşünce tarzı olarak belirlenmesi sayılar ve kuşkusuz saymak fiili üzerinde ortaya çıkacak gelişmelerin bir muştusu oluverdi. Görünene ve görünenin parçalardan oluştuğu yaklaşımı yoğun bir şekilde natural law fikrinin ve bunun etrafında düşünsel bir ağın örülmesiyle sonuçlandı. Öyle olunca ölçmek ve ilintileri kurmak bir zorunluluk halini aldı. Saymak, saymak ve biteviye hesap etmek bir şekilde ölçmenin, dolayısıyla da, anlamının bir yolu yöntemi halini aldı. Görünen sayıldıkça, ölçüldükçe başka unsurlar üzerinde de benzer bağlantılar ve kuralların uygulanabilirliği fark edildi. Böylece tabiat kanunu denilen temel kaideler yeniden keşfedildi. Bu yeniden keşiflerin anlaşılabilmesi, sonrasında da başka şeyler üzerinde uygulanabilmesi ölçmeye bağlı olduğundan tefekkürün iki kol üzerinden ilerlemesine neden olundu. Misal olarak Vasilius’un ayrıntılı diseksiyon denemeleri insan vücudunun kapsamlı bir şekilde izah edilmesine katkı sundu. Üniversitelerdeki tıp fakültelerinde anatomi derslerinin açtığı çığır insan vücudu üzerinden tüm uygulamalı bilimlere sirayet etti. Bu alandaki önceki çabaların üzerine konular, yeni bulgular metodolojik dönüşümü de hızlandırdı. Doğa yasaları, neden sonuç ilişkileri ve ölçme faaliyetleri bugün Batı dışı dünya tarafından kimi bakımlardan eleştirilse de yeni bir yaklaşım getirdi. Maddeyi ölçülebilir bir bakış açısıyla değerlendirebilmenin mümkün olduğunu öne sürdü. Tıp bilimleri ile birlikte bu defa insanın dünya dışına olan merakı computus kavramını geliştirmesine yol açtı.
Aristoteles Fizik adlı eserinde “Zaman, önce ve sonra ile ilintili olarak gerçekleşen hareketin sayısıdır” derken enformasyonun öncelik sonralıktaki kıvamına da işaret ediyordu. Belki o gün farkında değildi ancak bugün duruma bilgi denemese de enformasyonun ya da verinin öncelik sonralık mevkii önemli hale gelmiştir. Anlaşılan o ki Aristoteles’in zamanı anlamak bakımından saymak şeklindeki açıklaması boyutun sınırlanması demek oluyordu. Zaten zamanın bölünerek isimlendirilmesi de son tahlilde bir şeyin ya da durumun hesaplanabilmesiyle ilgilidir. Hem saymak hem de hesaplamak ise bilmeyi zorunlu kılmaktadır. Yoksa bilinmeyen şey nasıl sayılabilir ya da hesaplanabilir ki? Bugün yukarıda anlatılanların çerçevesinden bakıldığında Google’ın fiziki anlamda iki işlevsel kökünün bulunduğu ifade edilebilir. Bunlardan ilki son derece gündelik bir ihtiyacın neticesinde şekillenmiş durumda olup saymak, hesap etmek ve dolaylı da olsa tahminde bulunmak işlevidir.. Saymak ve hesap etmek kuşkusuz hali anlama bakımından da pek değerlidir. Ayrıca geleceği planlamak gerektiğinde de hesap etmek kuşkusuz kaçınılmaz bir zorunluluk halini almaktadır. Tam da burada yukarıda anılan computus kavramı görünür olmaktadır. Batı dillerindeki bilgisayar anlamında kullanılan computerin kökeni olan computus yani computatio sayma ve tahmin değil açıkça açıklanmış ve gözlenmiş gezegen yörüngelerinin yorumu anlamına gelmektedir. Computus kelimesi beraberinde chronology ile birlikte calendarı ve astronomi bilgisini ve karmaşık hesaplamaları getirmektedir. Bu çerçeveden doğan zorunluluk neticesinde hem astronomi hem maliye hem de diğer işlerde Pascal’ın icat ettiği calculateuru ise adeta çığır açmıştır. 17. yüzyılın ortalarında imal edilen bu otomat uzun hesaplamaları kısa bir sürede yapılabilir kılmıştır. Böylece tanımlanabilir ilk yapay zekalar ortaya çıkmaya başlamıştır. Leibniz, Kepler ve daha pek çok kimse son tahlilde bir ilintiler imkanını mekanik bir işlerliğe koyulması yolunda gerekli olan zemini oluşturmuşlardır. Bugün ise insansı robotların yaygınlaşması ile karşı karşıya bulunulmaktadır. Bu girişimlerin sonraki adımı ise bilgisayar ve yapay zeka ile bilişsel bilimler alanları olmuştur. Son dönemlerde bütünlüklü anlama yolundan harf, ses ve sayı üzerinden gidilerek yeni algılama yöntemlerine doğru kayıldığı gözlenmektedir. Dublin Core ve metadata girişimleri tam da bu çerçeve içinde ele alınmayı hak etmektedir. Son tahlilde tanımlama, ölçme ve tasnif de demek olduğundan Batı aklının bugün geldiği noktanın minimal düzey olduğu iddia edilebilir. Google işte bu minimal düzeyin tesis ile işletilmesine ait kolektif bir ERP’ye benzetilebilecek araçtır. Mantıksal örgüler ve ilişkiler bütününü anlamada geliştirilen makine son tahlilde insanın yapması gereken karmaşık işleri yapan bir sisteme dönüştürme becerisidir. Tabii 16. yüzyıldan sonra görünür olan tüm bu serencamın felsefi bir kökü bulunmakta olup varlık-insan, varlık-Yaratıcı ilişkileri çerçevesinde ele alınması icap eder. Yaratıcının ve varlığın anlaşılmasında yeni bir yaklaşımı ölçmek ve ilintilendirmek üzerinden kuran Batı aklını bu bakımdan anlamak mümkün görünmektedir.
Bugün Google söz konusu olduğunda dikkat kesilmek gereken diğer önemli bir konu ise bilimler tasnifinin sürekli güncelleniyor olmasıdır. Ne denmek istediğinin anlaşılabilmesi için Taşköprizade’nin Miftahü’s-Saade adlı eseri ile bu alanda yayımlanmış son eser olan Serkiz Orpilyan’ın Mahzenü’l-Ulum adlı eserleri örnek olarak gösterilebilir. Aslında son tahlilde ilmin bir şekilde tasnif olduğu hatırlanırsa bilimler tasnifinin ne denli önemli bir girişim olduğunun hakkı da teslim edilebilir.
Bilimlerin tasnifi, o tasnifi yapan kişinin ya da topluluğun nasıl düşündüğünü ortaya koyar. Bu ilgi ise anlamada en mühim anahtarlardan biri hükmündedir. Buna karşın halen bilimler tasnifinin bilimlerin sınırları, gayeleri ve konuları başlığı altında ele alınıyor olması düşündürücüdür. Oysa bilimler tasnifinin hem dini bilimler temelinden hem de sınır ve konu içeriğinden uzakta ele alınması gereken hususlardır. Batı aklı bilimleri konular bazında ve ayrıca birbirleri ile ilişikler çerçevesinde ele aldığından bilimler tasnifinin başka bir konuma erişmiş olduğu belirtilebilir. Son tahlilde bilimlerin sıralanması taksonomik bir düzeni ve öncelik sonralık düzeyi bakımından da hiyerarşiyi meydana getirmiştir. Aslında zımni olarak bilginin veriden hikmete doğru süren yolculuğunda nasıl bir seyir takip ettiğinin de genel haritasını ortaya koyar. Bu bakımdan bilimler tasnifi kullanabilecekler için bir tür anahtar niteliğindedir. Bilgisayarın, hatta sonrasında üretilmiş bilgi ve verilerin aranmasında kullanılacak olan Google bu bakımdan bir tasnif metodolojisi etrafında üretilebilmiştir. Yoksa entropi seviyesindeki geometrik bir veri çoğalmasıyla başka şekilde baş edilebilmesi de mümkün değildir.
Bilimler tasnifini bilimin grameri olarak değerlendirmek de mümkündür. Gramerin cümlelerden kelimelere, kelimelerden de seslere doğru giden anlamın nasıl çözümlenebileceğiyle alakalı olduğu malumdur. Buradaki gibi bilimin tasnifinde ana başlıklardan alt başlıklara doğru ilerleyen bir kırılmayla bilimin gramerini oluşturmanın bilimin de çözümlenmesi demek olacağı ileri sürülebilir. Galiba bunun öneminin farkına varan Batı aklı ilk tepkileri Aziz Thomas ve bundan mülhem Aristoteles’in sınıflandırmalarını yenileyip geliştirerek vermiştir. Zaten sonrası, öncekileri izleyen bir silsile oluşturmuştur. Tasnifler Grosseteste, onu takip eden Bacon ve nihayetinde Clavius’la kamil bir yapıya kavuşturulmuştur. Böylece bilimlerin tasnifi Batı’nın ilerlemesiyle mütenasip bir şekilde işlenerek geliştirilmiştir. Önce Comte ardında da Spencer ile 19. yüzyılda yeni bir yapıya kavuşturulmuştur. Öyle ki her iki bilim adamı da insanlığın o güne değin ürettiği tüm bilgileri belli bir maksat ve kapsam dahilinde tasnif etme girişiminde bulunmuşlardır. Her iki girişim de ne ilk anlatılanlardan ne de Leibniz gibi makine icat edenlerin tefekküründen ayrı tutulabilir. Sonrası az çok zaten herkesçe bilinmektedir. Mantık ve matematik genel çerçevenin putrelleri mesabesindedir. Ancak 20. yüzyıla geçilmeden önce birer bilgi tasnifi şeklinde tavsif edilebilecek ansiklopedilerin hatırlanması yerinde olur. Hem Diderot’nun 1751 tarihli Encyclopédie’sinin, hem Voltaire’in 1764 tarihli Dictionnaire Philosophique’inin, hem de 1768’de ilk baskısı yapılan Encyclopædia Britannica’nın bilginin tasnif edilerek ete kemiğe büründüğü ilk mecralar olarak görülmesi mümkündür. Bu yayınlar son tahlilde dönemin Google’larıdır. Bugün ise bu çığırın geldiği en üst nokta Kongre Kütüphanesi’nin konu tasnif planı ve diğer yandan da arka planındaki kapsamlı ve sonsuz düzeydeki ilişkiler ağının kurulduğu Google’dır.
Google meselesinde Batı dışı dünya bakımından iki dikkat çekici alan bulunuyor. Bunların ilki, Google’ın Batı aklının bir ürünü olduğu kabulü üzerinden gelişiyor. İnsanlığın ortak beceri ve hakikate erişmek gayesinin dışında ele alınması Google’ı hem mühendislik hem de fikri anlamda sınırlıyor. Böylece Google’ın müteselsil bir şekilde insanlığın ortak paydasını oluşturduğu göz ardı edilmiş oluyor. Bu ihtimal ise bilimin birleştirici ve tekliği fehvasını onarılamaz ölçüde örseliyor. Ayrıca bilimin birleştirici ve hürriyet sağlayıcı atmosferini de işleyemez kılıyor. Çünkü bu tutumun altında “Batılı Bilginin Eleştirisi” yatmakta. Ampirizm ile pozitivizmin genel belirleyici olduğu düşünülen modern bilim sahasından elde edilen bilgilerin yetersizliği ve hatta güvensizliği, Google’ın hem işleyişini hem de nelere sebep olduğunun görülmesini engellemekte. İkinci husus ise teknolojiye yatırım yapmakla bu türlü kolektif ve felsefi işbirliklerinin Batı dışı dünyada da inşa edilebileceğiyle irtibatlı. Sırf bunun için ithal ikamesi yoluna gidilmiş olması önemli ve kıymetli bir çaba olarak anlaşılmayı hak ediyor. Ancak yukarıda dile getirilen hususlar olmadan böylesi bir mühendislik becerisinin gösterilemeyeceği ortadayken girişimlerden sonuç alınamaması oldukça tabii ve beklenir bir şey. Batı dışı dünyanın 19. yüzyıldan beri çaresiz bir şekilde önce askeri ve sonrasında da mühendislik eğitimini desteklenmesi hep bu yüzdendir. Böylece elde edilmiş bilginin “Batılı Bilgi” olarak tavsifi bilgiyi inkara, mühendislik eğitimi ile know-how’ın aktarılabileceği öngörüsü ise geleneği inkitaya sebep olmuştur. Böylece ne Batı’nın vardığı nokta ne de buna neden olan zihni ve tefekkür yolları tam anlamıyla anlaşılamamıştır. Öyle olunca hem Batı’nın her alandaki başarısı hem de özel olarak Google bir mühendisli başarısı olarak algılanmıştır.
Batı dışı dünya ile Batı arasında devam eden yüzlerce yıllık onca temasa ve ilişkiye karşın bugün ilkinin ikinciye yönelik merakı ikincinin ilkine olanından kat ve kat geridedir. Batı’nın Batı dışına olana ilgisi, analitik, bilgi toplayıcı ve tasnif ediciyken Batı dışının Batı’ya ilişkin entelektüel niteliği, sınırlı, tarihi ve hissi kalmıştır. Dolayısıyla Batı’nın yaptıkları hak ettiği şekilde anlaşılamamış, 19. yüzyılda geliştirilen yöntemlerle algılanmaya devam edilmiştir. Ne yazık ki teknolojiye sebep olan ne metodolojik devrim ne de felsefi arka plan bir türlü çözümlenememiştir. Batı’nın geliştirdiği ya da icat ettiği her şey anlaşılmak gerektiğinde, her zamanki gibi, mühendislik becerisi kolaylığına sığınılmıştır. Sırf bu yüzden Batı dışı dünyada mühendislik becerisi ve taşıyıcıları ululanmış, kaid-i azamlık mevkiine yüceltilmiştir. Böylece Google gibi yüzlerce yıllık Batı tefekkürünün bir neticesi bile mühendislik ürünü olarak görülmüştür. Oysa Google ne mühendislik ne de teknik bir mucizedir. Aksine Google bir metot ve bir bilimler tasnifi harikası, nesnelerle fikirlerin nasıl irtibatlandırılacağının ve ast üst sıralamasına tabi tutulacağının harikulade bir sonucudur. Görmek ile bakmak arasında bir fark vardır ve bu farkın farkına varmak da bir elzemdir. İnsan önce düşünce yollarını değiştirmelidir. Zira insan, düşünme biçimini değiştirmeden kendisini de değiştiremeyecektir. Google da bu çerçevede görülmeli, mesele mühendislik işi olarak telakki edilmemelidir. Çünkü mesele her şeyden önce epistemolojiktir!