Türkiye ile Batı arasındaki ilişkileri milliyetçi bir tepki temelinde değerlendirmeyi anlamsız bulurum. Çünkü, böylesine bir tepki gerçekleri anlamak yerine, öfkeyi ve duygusallığı öne çıkarır, gerçekleri kavramamıza engel olur.
IŞİD'in intihar saldırılarının arkası arkasına önce Türkiye'yi sonra Belçika'yı vurması, Batı ile Türkiye arasındaki ilişkileri bir anlamda yeniden gerdi.
Batılı ülkelerin İstanbul Başkonsoloslarının Can Dündar ve Erdem Gül'ün duruşmasını izlemeleri de gerginliğe tuz biber ekti.
İktidar tarafından "Siz kim oluyorsunuz?" tepkileri yükseldi.
Özetle, Türkiye AB ilişkileri ve özellikle Brüksel-Ankara ilişkileri son dönemde bir bulanıklığa büründü, krize yol açacak değerlendirmeler öne çıktı.
Batının kibri
Şurası bir gerçek ki, Batı, Türkiye ile ve dünyanın yoksul ülkeleriyle ilişkilerinde, kibirli ve üstten davranıyor.
Bu üstten bakışı kendilerince haklı çıkaran ve meşrulaştıran değişik argümanlara da sahipler.
Avrupa, insan hakları, toplumsal refah ve eşitlik, yaşam standartları açısından önemli başarılara sahip. 2.Dünya Savaşı sonrası ekonomi ve siyaset alanında elde ettiği büyük ilerlemeleri koruyor.
Bu özellikleriyle dünyanın geri kalanında hayranlık uyandıran Batılı rejimler bir "ideal sistem" olarak kabul görüyor.
Türkiye'nin Avrupa Birliği yolculuğu da bu cazibenin gölgesinde bir anlam kazanmıştı.
Türkiye'nin AB'ye girmesi tartışmalarının zirve yaptığı 2000'li yılların başında, bu konuda da bir kamplaşma yaşandı.
Askeri vesayetle mücadele
AK Parti hükümeti, ilk yıllarında AB'ye girmeyi önemli bir hedef olarak önüne koydu. Askeri vesayetle mücadele, partinin kapatılması tehdidi gibi engelleri aşmak açısından bunu önemli bir imkan olarak kabul etti.
AK Parti karşıtı muhalefet ise, AB'yi sanki "Türkiye'yi bölecek" bir tehdit olarak anlamayı ve anlamlandırmayı tercih etti. AB'nin AK Parti'yi desteklediği düşüncesi, onların bu tepkilerini yönlendirdi.
Batı'nın o dönemde Türkiye'ye bakışı ise şöyleydi: "Ilımlı İslamı temsil eden AK Parti, İslam dünyasıyla ilişkiler açısından önemli bir örnek. Bu örneğin başarıya ulaşması, Batı ile Müslümanlık arasında yeni bir ilişki biçiminin başlangıcı olabilir."
O sırada Irak'ta Saddam rejimi yıkılmış, Afganistan'daki Taliban iktidarına son verilmişti. Ancak bu müdahalelerin sonucunda, İslamcı radikalizm yaygınlık kazandı, Batı'da bombalar patlamaya başladı.
Arap Baharı
Aynı yıllarda Batı yanlısı diktatörlüklerle yönetilen bazı Arap ülkelerinde, "demokrasi" özlemi taşıyan ayaklanmalar yaşandı. Bazı diktatörler devrildi.
"Arap Baharı" rüzgarı, Batı ülkelerinde de ilgiyle karşılandı. Çok partili rejimler oluşacağı beklentisi ile bu ülkelerdeki rejim değişiklikleri heyecanla izlendi.
Mısır'da Mursi yönetimi, Tunus'ta, Fas'ta yeni oluşan hava, Batı'nın beklentileri yönünde gelişmedi. Arap Baharı, İslam dünyasının Batı'yla ilişkilerini sorgulayan yeni rejimler yarattı.
Bu ülkelerin çoğunda "Müslüman Kardeşler" renginde bir yeni güçlü eğilim ortaya çıktı. Bu rejimlerin Müslümanlıkla, parlamenter rejimi uzlaştıran özellikleri, Batı'ya pek cazip gelmedi.
Çünkü kafa tutuyorlar, itiraz ediyorlar ve dindarlıklarını vurguluyorlardı.
Özellikle, bölgede İsrail'e karşı cephenin içinde yer almaları, Batı'yı daha da fazla endişelendirdi.
Frene bastılar. Mısır'da darbe girişimine karşı çıkmadılar. Türkiye'deki AK Parti iktidarını da "şeriat rejimi" ne yönelecek bir tehlike olarak görenlere kulak vermeyi tercih ettiler.
Geleneksel bakışa dönüş
İslam konusunda geleneksel Hıristiyan bakış açısına dönüş eğilimleri güçlendi. Batı eğitimimin temel kavrayışlarından olan, "İslam gerici bir dindir", "demokrasi için tehdittir" değerlendirmeleri yeniden bazı ülkelerde öne çıktı.
IŞİD'in katliamları ve Hıristiyanlara yönelik vahşi yöntemleri de bu değerlendirmeleri güçlendirdi.
Batı'nın Türkiye ile ilişkilerinde İslam etkeni yeniden rol oynamaya başladı. "Ilımlı İslam" yaklaşımları unutuldu.
Tabii, ilişkileri belirleyen yalnızca din ve dindarlık değil. Türkiye, Batı'nın Ortadoğu siyasetlerine itiraz ediyor. Onların oldu bittilerini kabullenmiyor. Göçmenler konusundaki bencil tutumlarını eleştiriyor.
Gerilim bu yüzden tırmanıyor.
Bütün günahı Batı'nın sırtına yıkmak da gerçekçi değil.
AK Parti iktidarının da, "haksızlığa uğramışlık" duygusu içinde zaman zaman bütün köprüleri yakabilecek bir tepkiselliğe bürünebiliyor.
Sonunda Türkiye Batı ile güçlü ekonomik, sosyal ve siyasi bağlara sahip.
İki tarafın da gerilimi tırmandırmaktan kazançlı çıkması mümkün değil.
İçeride de, dışarıda da makulu aramak, kavgayı değil uzlaşmayı öne çıkarmak gerekiyor.
Sonuç olarak AB ile içiçe yaşıyoruz. Üye olmak hedefimiz var.
Durumlar karışık vesselam…