Bu kez de İstanbul belediyesinin (İBB) icraatını değil binasını ele alacağım.
İlber Ortaylı’nın Saraçhane’deki binasını gudubet diye adlandırdığı geldi kulağıma, aynı yerde hangisi belirsiz şekilde Fındıklı’nın gökdelen gecekonduları da diyor. http://www.arkitera.com/haber/28471/ortayli-karakoy-yolcu-salonu-nun-yikimina-kopurdu–ne-olursa-olsun-korunmaliydi
Galata yolcu salonuna hayıflanmak yetmez. Binalar da gözümüzün önünde seyretmiş Hrant Dink vakasının kaderini paylaşabiliyor: İtibarsızlaştırılma kampanyasının bir komplo olarak çalışması ertesinde başlarına geliyor ne geliyorsa. Belediye sarayı da tıpkı Galata yolcu salonu gibi, hatta göz önündeki konumuyla daha da fazla, yerli-yerinde planlama kararı mahsulü ve kültürlü/görgülü mimarisiyle İstanbul’un modern yaşam kültürüne sinmiş bir kollektif hafıza kaynağıdır….
AKM de böyle olmuştu. Özellikle de fuayeslerinin metropolün en kozmopolit popüler meydanına açılmasıyla içe dönük elitist opera binası örnekleri içindeki özgül yerini kimseye anlatamamızın bedelini bina ödemeye devam ediyor. Önce adı sevimsize çıkarılmıştı. Sonra mimarı Hayati Tabanlıoğlu’nun halen İstanbul’un en kapasiteli bürosunu işleten ikinci kuşağının ve 2010 ajansı yöneticisi Korhan Gümüş’ün sağladığı kurumsal destekle sahip çıkması şansıyla örnek bir modern kamu binası yenilemesine sahne olmak üzereyken, araya Gezi muhalefeti girince iktidar, Taksim’de ne varsa kendisine direncin ifadesi sayarak, muhtemelen de özellikle AKM’yi laik kesimin yıllanmış korkulu rüyası Taksim camisiyle hasımlaştırarak, şantiye aşamasına gelmiş işi göz göre göre durdurup binayı eskimeye terketti.
Sanırım sözün gidişatı belli oldu.
Belediyenin yerine Levent-Maslak kulesi düşünüldüğüuğursuz haberi de gözüme çarpmadı değil: (http://www.famahaber.com/belediye-binasi-yerine-gokdelen-yapilacak/), veya bina otel olacak haberi…
İşlev değiştirebilme kapasitesi özellikle de binanın orijinal programı standartlaşmaya yatkınsa iyi çözüm ve kalitelerinin işareti sayılır.
Müller-Wiener haritasında: Beyazıt-Eminönü; çarşı, hanlar, Süleymaniye ve eski saray boşluğu.
Prost planı İstanbul’u Beyoğlu yakasını merkez yapacak şekilde bütünleştirirken doğal olarak Tarihi Yarımada’yı (Eminönü, Fatih) da yalnızlaştırıcı bir etki yapıyordu. Yarımadaya o dönemde bu muhtemel köhneleşmeye üç modern anıtsal kurum binası yapıldı: Adliye sarayı, İstanbul Üniversitesi ve Belediye Sarayı. Bu önemli kurumların yerleşme kararı konusuna İstanbul açısından bakıldığında akla gelecekilk yer, Radyoevi, Hilton gibi Beyoğlu’nun gelişen bölgesi, Taksim-Şişli ekseni olabilecekken aksi yönündeki karar, bilinçli tercihin kanıtı sayılmalı. Bizans’ın merkezi Sultanahmet’in ortasına yerleşmekle arkeolojik mirası gömmüş Adliye Sarayı hariç, bunlar yakın çevre açısından da yerinde kararlardı.
Fevzi Paşa Bulvarı açılırken ve sonra 60’larda.
Üniversite, yarımadanın başlıca hafıza sürekliliği Mese ekseniyle Osmanlı’da saray için ayrılıp sonra bir bölümüne Süleymaniy külliyesinin yerleşmesi ertesinde kalan boşluğun kesişme noktasına; belediye de hemen arkasında, Saraçhane ile Edirnekapı’yı birleştirirken Fatih’e de omurga olmuş Fevzi Paşa bulvarıyla Prost planının belirleyici hamlesi Unkapanı bulvarının Ayasofya ve surlarla birlikte Roma mirasının en önemli anıtı Bozdoğan kemeriyle buluştukları kavşağa yerleşmekle yarımada İstanbulu’nun yeni bünyesinde kayda değer bir röper noktası da olmuştur.
Bir kurum olarak konumuz belediyeyle sürdürürsek, İstanbul, Avrupa Ortaçağı’ndaki gibi belediyelerce özerk yönetilen ticaret kenti olmayıp başkenti olduğu imparatorluklarla birlikte yönetilen bir tek hakim kent [primate city] olduğundan kurumsal ve mekânsal hafızasında belediye yoktu. Nitekim, modernleşmenin paralelinde belediye kurulmasına karar verildiğinde de kentin tamamını değil, gelişen yakası Beyoğlu’nu yönetecek şekilde yapılanıp Şişhane’deki yerine yerleşmişti.
Dolayısıyla büyük İstanbul’u yönetecek bir kurumun yerine ilk kez karar verilmesi bakımından da önemli bir karardı ve yeni kentin işleyişinde hala belirleyici bir eksen ve düğüm noktasında bulunması da kararın yerindeliğini pekiştirmektedir. Nitekim bulunduğu kavşak trafik düğümü çözümü olarak çok geçmeden 60’ların başında, hala İstanbul metropolünün dört bir yanına örnek teşkil edecek standartlarla ve ihtimamla zamanın seçimle gelen ilk belediye başkanı Haşim İşcan geçidi adıyla inşa edilecektir.
Haşim İşcan geçidi ve inşaatı.
Bozdoğan Kemeri
1953’de belediye binasının mimari yarışmasını kazanan Nevzat Erol’un projesiyle inşa edilecek binanın yer seçiminin yerindeliğini pekiştiren bir husus da ebedi Bizans anıtı Bozdoğan kemerine yakınlığıdır. İri cüsseli modern bir anıt olmaya zorlayan programı, dikdörtgen bir havuz boşluğu kenarına yerleşen iki blokla çözülüp, kavşakların kesişme noktasına yerleşmiştir. Daha iri blok, standardize ofis programı mahsulü modüler vurgulu cephesiyle de ifade edildiği gibi, kalabalıklaşıp karmaşıklaşacağı aşikâr bir metropolü yönetecek kapasitedeki bir belediye bürokrasisinin çalışma ofisiyken, daha basık küçük prizma başkanlığı ve meclisiyle pretijli yönetim ofisidir. Bozdoğan kemeri iri ölçüleri ve yanaşmaya izin veren kaba-saba bir altyapı inşaatı oluşuyla bu yeni modern anıtın kaçınılmaz cüssesi için elverişli bir referanstır. İBB, yarımadanın parçalı dokusuyla yalnız başına yüzleşeceği bir yerde bulunsaydı çok sakil ve Ortaylı’nın yersizce sarfettiği türden sıfatları haklı çıkaracak şekilde dururdu.
Unkapanı ve Fevzi Paşa bulvarları, Belediye Sarayı, Bozdoğan Kemeri, İşcan Geçidi ve Şehzade Külliyesi
Yeşille sarılmış şekilde yönetim bloğuna yaklaşan görece küçük ölçülü Şehzade külliyesi de, İşcan geçidince toplanacak bu ikiliye eklemlenerek hala model diye kaydedilebilecek ölçülü bir kent mimarlığı kümesi oluşturmaktadır.
Bozdoğan Kemeri, Unkapanı ve Fevzi Paşa Bulvarları ile Şehzade Külliyesi tarafından sarılmış İBB binası
Bütün yıkımlar gibi hatıraları silen acılı bir yıkım uygulaması olduysa da metropolün hareketliliğinin odağı bir kent bulvarı olacak şekilde tasarlanmış Unkapanı bulvarının o hareketliliğin içinde kaybolmayıp bulvara ölçü ve içinden geçen trafiğe de tempo ayarı veren Bozdoğan kemeriyle içiçe geçen ilişkisiyle birlikte değerlendirildiğinde hala yerinde bir kent planlama kararı olmayı sürdürmekte olduğunu da belirtip mimarisine geçelim…
A. Perret, Le Havre Belediyesi
A. Perret, apartman / Paris
L. Sullivan, Schlesinger and Mayer Building,Chicago
Bürosu 20. yüzyıl başı modern mimarlığına öncülük edecek Avrupalı mimarların okulu gibi işlev görmüş Auguste Perret’in mimarlığa başlıca katkısı konstrüksyonu yeni malzeme betonarme kolon-kiriş sistemiyle çatılmış binalarda bu sistemi dış kabuğa da taşıyarak modern mimarlığın ağırlıkla dikey pencere modülleriyle kurulacak yeni çehresinin dağarcığını oluşturmaktı. Modern mimarlık kuramcısı Colin Rowe “Chicago çerçevesi [Chicago frame] diye adlandıracağı Chicago’daki yeni gökdelen cephelerinde yeniden-üretilirken anonimleşen bu dağarcığı antik dünyanın vazgeçilmez sütun düzenli mimari çeşitlemelerinin modern dünyadaki karşılığı olarak nitelemişti.
Nevzat Erol
Belediyenin mimarı Nevzat Erol’a da kısaca değinmek isterim, şahsen tanışmadığımdan, birlikte mesai yapmaktan çok öğrendiğim ebeveynimle akran dostu Maruf Önal kuşağı aracılığıyla bir not düşebilirim: Osmanlı’da mimarlık, devlet himayesinde bir işti ve İtalya ile sair kıta Avrupa’sındaki ticaret kapitalizminin tüccar sınıfı himayesindeki bağımsız sanatçı statüsü Osmanlı’nın son döneminde ancak kısmen filizlenebildiğinden ve sanayi sermayesi de ancak 50’lerden sonra kıpırdanacakken, gayrımenkul yatırımlarına geliştirici [devloper] ] olarak dahil olmasına alışılmış mali sermaye de ancak 80 ertesinde önünü görür hale geceğinden, mimarlık mesleği benim kuşağıma kadar sermayenin istikrar vaadli desteğini arkasında görmemişti. İlk kurumsal modern mimarlık eğitiminin 1882’de kurulan Akademi [İDGSA]’de verilip 40’larda İTÜ’nün, 60’larda da ODTÜ’nün katılımıyla sürüp yayıldığı düşünüldüğünde Nevzat Erol’un içinde olduğu ebeveynim kuşağı; Türkiye’nin serbest sıfatıyla anılabilecek (devlet ve sermayeden özerk) ilk mimar kuşağıdır. Diplomasi kökenli ve sanatla içiçe bir ailenin Akdeniz mimari kültürü ve görgüsünü sindirmiş ferdi olarak Sedad Hakkı Eldem, İTÜ’nün etkin karakteri Emin Onat’la birlikte akıl,vicdan ve mesleklerinden başka kaybedecek şeyi olmayan bu ilk kuşak üzerinde iz bırakmış başlıca Türkiyeli mimardır. Paris ve Chicago üzerinden gelen, değindiğim kolon kiriş modülasyonuna endeksli modern mimarlık dilini Anadolu ve Balkanlarda yayılmış ahşap sivil mimarlık geleneğiyle iişkilendirerek bu kuşağın mimarlık vokabülerine sokan da, bu dağarcığın en kıvrak çeşitlemesini Zeyrek SSK ofisiyle dünya mimarlık kamuoyuna tanıtan da O olmuştu.
SHE, Zeyrek SSK ofisi
Aslında şöyle ifade etmek daha da doğru olurdu; S.H.Eldem, 60 – 70’lerde yapıp 80’lerde alacağı ödülle Zeyrek SSK aracılığıyla bu dağarcığı global mimarlık dünyasına taşımadan önce erken Postmodern’in İtalyan neo-rasyonalist kanadı onun 30’lardan beri daha ziyade çizip kısmen uyguladığı mimari dili en bilinen temsilcisi Terragni olan iki savaş arası İtalyan rasyonalizmi üzerinden yeni yeni keşfediyordu. Eğilimin öncülerinden Giorgio Grassi’nin Chieti öğrenci yurdu çizim ve uygulamasıyla Eldem’in hatalı yer seçim kararına değindiğim Adliye sarayı arasındaki paralellik manidardır. Şu farka değinmemek biçimsel benzerliğe teslimiyet anlamına gelirdi: Sedad Eldem’in fiilen proje üreten bir modern mimar için olağan-dışı özelliği, Akademi’deki kürsüsünün adını da rölöve koyacak kadar tutkulu bir rölöve kolleksiyoneri olmasıydı. O, mucidi olacağı dili binalara empatiyle yaklaşmanın yordamına çevirdiği rölöve pratiğini uzun vadeli bir araştırma programına dönüştürerek üretirken, ona göre genç İtalyan meslektaşları kavramsal araçlar kullanan kuramsal bir dünya içinde davranıyorlardı. Özetle Eldem, kendini dolaylı olarak “Mimar konuşmaz çizer!” dünyasıyla sınırlamışken, genç İtalyan meslektaşları kavramsal sözü de araç olarak kullanan felsefi bir yorum dünyasının özgüveniyle çalışma ayrıcalığının hassasiyetlerinden güç alan bir mesleki pratiği sürdürüyorlardı.
G. Grassi; Casa Dello Studente a Chieti
S.H.Eldem, Adliye Sarayı
Kolay çeşitleyerek kıyaslama örneği Aldo Rossi ile Carlo Aymonino’nun bir çift olarak inşa edilmiş Milano’daki Gallaretese bloklarıdır. Soldaki Aldo Rossi bloğu tekrar aracılığıyla mübalağanın dramatik etkisini kullanırken, sağdaki Aymoninio betonun imkanlarıyla çalışmış brütalizmin kompozisyonlarıyla kurgulanmış iri mimari jestlerini kadim kuzey malzemesi tuğlanın yüzey dokusunu şekillendirerek oluşturulmuş ekspresyonist Amsterdam okulunun mimari imkanlarıyla yeniden-üreten bir çeşitliliğin dağarcığıyla çalışmaktadır.
Varlık felsefesi angajmanını özellikle de 90’lardaki Bodrum-Demir evleriyle ilham verici şekilde dışa vuracak Turgut Cansever Türkiye’den konu ettiğim ilk kuşağın aşina olduğu felsefi sözü adeta malzemeye dönüştürerek kullanmış yegâne temsicisiydi.
A. Rossi, C. Aymonino; Milano / Gallaratese
Nevzat Erol’a ve belediye projesine dönersek, ofis binası cephesinin düşey sirkülasyon vurgusu eksik olmayan Paris, Chicago esintili dikey pencere kompozisyonu kabuk tasarımının görgülü ifadesini zaten açık ediyor. İlginç ve kayda değer olan meslekdaşı G.Grassi’nin Chieti öğrenci yurdunda, hocası S.H.Eldem’in adliye sarayında onar yıl sonra deneyecekleri yönetim bloğu havuzlu avlu cephesindeki arkadın ölçüsünü kolonlarının yüksekliğini birinci kata da sıçratıp abartarak daha 50’lerin başında keşfedip uyguladığı, abartılmış ölçünün formel sadelik ve kompozisyonla geri alınmış anıtsallığıydı. Yönetim bloğunun havuzlu avlu cephesi, girişin olduğu bulvar cephesine dönerken sıçramalarla imkan tanıdığı galerili çözümün binanın içine etkisini anlatabileceğim görsel maalesef yok. Kentin yönetildiği kamu binasıdır, bakıp deneyimlemek imkansız değil.
Sırf söyletene değil, söyleyene de bakmak lazım. Tabii her tekrarı monotonluk sanan ezbercilikle de tamamen ilişkisiz değil ama…
Binaya yakıştırılmış gudubet sıfatını ne farkında olunmayan inceliklerle ne de mimari zevk konularıyla ilişkilendirmeyeceğim… Bütün iddialı görünümüne rağmen, tematik anlatıyla işleyen edebiyat ve sinemadan edinilme alışkanlıklarla zaten başedemediği mimarlıkla ilişkiyi bir de gecikmiş modernleşmenin bıraktığı tarihsel hafıza noksanlarının ifadesi olarak aşılamaz bariyerler diye bellettilmiş sanat ve mühendislikle eşleştirip büsbütün derinleştiren tipik Cumhuriyet aydını olarak o binayla arasındaki varoluşsal uçurum andırtmış olmalı neresinden bakılsa hiç haketmeyeceği bir sıfatla belediye sarayını Ortaylı’ya. Yoksa binayı muhafaza; sahibi belediyeyle adı üstünde Koruma Kuruluna düşer.
Kapatırken: Şimdi bir de TEM’in Seyrantepe teğetine GS stadı çaprazına dikilecek kuleye taşınacağı haberleri geziniyor ortalıkta. Yarım yüzyılda nihayet edindiği hafızayı ihlal ve ardında bırakacağı köhneleştirici hasar kadar, çevre-yoluna komşuluğuyla uzak ve yakın çevre trafiğine yapması muhtemel etkiler nedeniyle de yerinde bir yer seçim tercihi olmadığı kanısındayım. Yeri gelmişken zamanın Beyoğlu yakasında mesela Zincirlikuyu-Mecidiyeköy aksı da İBB içinuzun soluklu yerinde tercih olurmuş, tabii Saraçoğlu’nun Bağdat Caddesi eksenli Kadıköy’e 90 ertesinde yapacağını 60’lardan itibaren Şişli odaklı Beyoğlu’na yapmış Ali Sami Yen ile komşuluğu ile zaten o hatta iki katlı bulvar olarak işleyen ilk çevreyolu teğeti olma sakıncalarını akılda tutmak koşuluyla…
TEM Otoyolu Seyrantepe GS Stadı ve belediyenin yeni binası diye tanıtılan kule
Ali Sami Yen ve 1. Çevre-Yolu