Üniversiteye başladığım yıl tanıştım bildirilerle. Sol hakim olduğundan çatlak ses olmaz, farklı fraksiyonların bildirileri dağıtılır, hatta bazen hocalarımızla birlikte dersten çıkarılırdık. Bizzat derse son verip bizi dışarıdaki açıklamayı dinlemeye yönlendiren hocalar da eksik değildi. Karşıt görüşlü öğrenci eser sayıdaydı ama yine de cart curt yırtıp bedelini ödeyenler var tabii. Genelde ise insanlar benimsemese de katlayıp çantasına ya da kitabının arasına koyar uzaklaşırdı.
Bildiriler kendilerini yegane kurtarıcı ve tek gerçek olarak gören, misyonun mertebesiyle büyülenmiş insanlar tarafından kaleme alınınca, doğal olarak bize bir şey söylemeyi bir hakikati paylaşmayı öncelemezler. İktidar sorgulanırken başka iktidarlar kurulur ister istemez, tek yönlü emir ve doğruların akışını izlemek ve susmak düşerdi geri kalan talebelere.
Sonra ülkücüler hareketlenmeye başladı. Milliyetçi mukaddesatçı bildiriler yazılıyor dağıtılıyor ve komünistlerin kahrolması isteniyordu. Komünistler emek sermaye mülkiyet tartışmaları yaparken ülkücüler halkın değerlerine geleneğine inancına hürmet etmeyen bu hareketleri yerli olmamakla suçlardı.
Aradan sıyrılan Akıncılar mümkün olduğunca suya sabuna dokunmadan ahlaki cümleler içeren İslami bildiriler yayınlayıp İslamda kurtuluş önerirlerdi. MTTB’nin de İmam Hatiplilerin üniversiteye girebilmesi için nasıl mücadele verdiğini hatırlıyorum.
Başörtüsüyle üniversite okuma yasağı en somut biçimde okulumuzun kapısına (1981) asıldığında fiziki varlığımıza kastetmeyen ama yaşam ışığını söndüren derin bir şiddetle baş başa kaldı binlerce genç kız. Bildiri yazmayı, kime nasıl sesleneceğimizi bile bilmediğimizden oturma eylemleri ve evlerde toplanıp acıyı ortaklaştırmakla geçen günler.
Doksanlı yıllarda Mazlum-der, Özgür-der, Ak-der gibi örgütlenmelerle muhalif hareketler gelişti, Türkiye’ye yayılan, İstanbul’da Beyazıt ve Saraçhane’yi mesken tutan nice eylemlere katıldık. Çocuklarımız eylemlerde büyüdü. Sayısız bildiriler yazıldı, imzalar toplandı, bütün Türkiye’yi saran “el ele eylemi”ne kadar çok emekler verildi.
Yaşananlar bize başkasının acısına bakmayı öğretti. Hiçbir şeye seyirci kalamazdık artık, Özgür-der’den arkadaşlarımızın F Tipi cezaevlerini protesto için ölüm orucuna yatan Kulaksız kardeşleri ziyarete gidişini hatırlıyorum. 90’larda sayısız alanda hak ihlalleri vardı. Devlet yurttaşı değil kendi hükümranlığını korumayı sürdürdüğü sürece insanın ezilmesi mukadder.
Terörle Mücadele Kanunu Mağduru Kürt Çocuklar (kısaca taş atan çocuklar) çok ağır hapis cezaları alıyor ve bir kısmı kazandıkları çok iyi okullardan senelerce süren hapisle koparılıp içeride militan olarak büyüyordu.
Hrant Dink’in ölümü üzerine de dindar çevreden kanaat önderleri ve vakıf yöneticilerimizin imzalarıyla Adalet Talebimiz Var başlıklı bir bildiri hazırlamış ve suçluların adalete teslimi için imzaya açmıştık. Bu iki konu için zamanın cumhurbaşkanına gittiğimizi ve çok iyi karşılandığımızı da belirtmek lazım.
Sonra malum, darbelere karşı çok geniş katılımlı bildiriler yürüyüşler gösteriler gerçekleşti. Buralarda geniş bir kamuoyu buluştu. Dudullu’dan gelen esnafla, Nişantaşı’ndan gelen kadınlar yan yanaydı mesela.
Bu arada imza verdiğimi hatırladığım başka bildirilerden birkaçını hatırlamaya çalışıyorum; Evsizler, sokak çocukları, taşeron işçileri, Afrikalı göçmenler, Mavi Marmara şehitleri, şehit asker aileleri, sonra ‘buluşan kadınlar’ inisiyatifinin hazırladığı Ceylan Önkol, Roboski için adalet, 28 Şubat bin yıl süremez, Gazze için ses bloğu, Şirince yok olmasın, Sivas’ın yası, zeytin ağaçları, Gazze katliamında Mısır’a boykot, gökdelenlere karşı İstanbul müdafaası ilk aklıma gelenler.
2005’te BM’in düzenlediği Dünya Kadın Konferansına delege olarak katıldığımda ana binanın önünde bir gösteriye tanık olmuştum. Code Pink adlı feminist örgüt Amerika’ya Irak işgali sırasında öldürdüğü insanların hesabını sormak ve eşlerini oğullarını babalarını kaybetmiş kadınlara destek vermek üzere bir bildiri okuyorlardı. Susan Sonntag’ın dünyadaki Müslüman kamuoyuna “Amerikan halkından nefret etmeyin, çünkü onlar gerçeği bilmiyorlar” diye seslendiği zamanlar.
Filistin’de yaşanan Cenin katliamı sırasında Stockholm’deydim bir düşünce kampı için. Meydanlardan birinde büyük bir kalabalığa saçları beline gelen İsveçli bir gencin okuduğu bildirinin dili kendilerinden başlayarak bütün dünyaya sorumluluk yükleyen bir üsluptaydı. İçinde hemen kendimize bir yer bulabileceğimiz içtenlikle yazılmıştı.
Hatta 1998’de Frankfurt Kitap Fuarında o yıl yeni Nobel ödülü almış olan Jose Saramago’nun konuşmasına tanıklık etmiştim. Nobel konuşmasının benzerini tekrarladığı konuşma manifesto gibi, dünyanın bütün yaralarına değiyor, hiç kimsenin masum olmadığını söylüyordu.
İrlanda’da karşılaştığım iki gösterideki bildiriler ve başka örnekler, bunları çoğaltabiliriz. Bildiri hayatımızın bir parçası istesek de istemesek de, elinde sözden başka güç olmayanların soylu çabası. Yazarak, katkıda bulunarak, bazen dostlarımın vicdanına güvenip metni okuyamadan adımı ekleme taleplerini onaylayarak bu dünyada hak ve adalet yerini bulsun diye katılmışımdır ortak metinlere. İyi insanların işidir çünkü bu. Dünya yıkılsa keyfinden küçük hesaplarından her zamanın gözdesi olma konforundan taviz vermeyenlerin dünyasında yer almaz.
İmza verdiğim bildiriler arasında en çok içime sinenler, imzacıların işaret edilen haksızlıklardan azade olmadığını, susarak veya tek yanlı bilgilenme kaynaklarıyla yetinerek suça dahil olunduğunu ima eden, geniş tabanlı bir çıkış ve kurtuluş örgütlemeyi öneren bildiriler.
Akademisyenlerin işine son verme gözaltı gibi yaptırımlara kesinlikle karşı biri olarak, İslamcıların da canını çok yakmış olan, kalkması beklenen 302. Maddeyi işletmeye çalışmayı bu ülkeye haksızlık olarak görüyorum. Haksızlıklara, darbelere, Ak Parti kapatma davalarına karşı birlikte durduğumuz, Ak Parti hükümetlerinin demokratik açılımlarına, çözüm çabalarına destek veren, bu yüzden çevresinde alt üst oluşlar yaşamayı göze alan nice arkadaşlarımız var imzacılar arasında.
Bildiri hakkındaki hissiyatım için birkaç cümle: Bildiri benim aklıma ruhuma, iç kamuoyuna, halkın geneline seslenmiyor sanki, böyle bir ulaşma ve etkileşim kaygısı algılamadığımı söylemeliyim. Bildiriden maksat barış yolunda sonuç almak ise hedefte neden mesela Ak Parti tabanını aydınlarını da etkileme arzusu olmasın.
“Kasıtlı ve planlı kıyım” derken, çözüm için elini taşın altına koyan, Dersim için geçmişe dönük özür dileyen, hiç kalkmaz sandığımız Andımız’ı kaldırabilen ve daha birçok çaba içinde olduğu için oy verilen bir hareketi, müzakerenin başlatıcısı ve en büyük partneri olan siyasal yapıyı böylesine mahkum etmek, nasıl hizmet edecek barışa.
Uluslararası alanda zihin oluşturmak neden iç kamuoyunun kalbini zihnini fethetmekten daha değerli ve işlevsel görünüyor, meşruiyeti halkın katılımında ve onayında aramak en doğrusu değil mi. Halka karşı sorumlu olan sadece siyasiler değildir. Bizim yıllardır kalbimizde ruhumuzda birikenleri, Kürt kardeşlerimizin yaşadığı şiddetin hepimize yaşattığı hercü merci Wallerstein, Butler ve diğer kıymetli yazarlar düşünürler ne derinlikte anlayabilir. Evrensel bir açılımdan çok ast üst ilişkisi hissiyatı doğurdu genelde.
PKK’ya vergi vermiyorum bu yüzden şiddeti durdurmasını talep etmiyorum açıklamaları seçilmiş siyasileri hiçe sayan şiddeti yok hükmünde saymanın gerekçesi olarak hiç ikna edici değil. Kürt halkının arzusu hilafına silahlı mücadele başlatmış bir hareket yokmuş gibi, operasyonların halka karşı durup dururken kasıtlı yapıldığını söylüyorsak, bu farkına varmadan iç savaş zemininin gerekçesini oluşturur. Bu devletin hatalarını konuşmanın önündeki engeldir aynı zamanda.
Bildiriler gücünü hak ve adalet duygusunun ve görme açısının genişliğinden almalı. Sadece gettosuna ve benzerlerine değil benzemeyenlerin, başka olanların yüreğine de değmeli hatta en çok bu gözetilse keşke.
Bundan sonra da bildiriler yazılacak. Orta Doğu’ya milyarlarca dolarlık silah satıldığı günümüzde, çatışmaların sinsice körüklendiği, barış masalarının ikiyüzlü küresel güçlerin gösteri alanına dönüştüğü yerde konuşma, bildiri yazma, gösteri yapma hakkımız baki olmalı. Bireysel haklar kadar önemli kamusal birliktelik hakları.