“Üç devir gördüm:
- Sultan Hamit Devri
- Meşrutiyet Devri
- Cumhuriyet Devri
Günler, geceler, velhasıl hayat nasıl geçiyorsa bu devirler de öyle geçti…
Üç idare gördüm:
- İstibdat İdaresi
- Meşrutiyet İdaresi
- Cumhuriyet İdaresi
Bu üç idarenin de keyfi birer idare olduğunu anladım. Her birinin kendisine mahsus iyi tarafları olduğu gibi fena tarafları da bulunduğuna şahid oldum.
Üç siyasi parti gördüm:
- İstibdat Partisi
- İttihat ve Terakki Partisi
- Halk Partisi
Birbirlerini kavga dövüş deviren bu üç partide de ‘Evvela ben, sonra etrafım, daha sonra üst tarafı’ zihniyetinin hâkim olduğuna kanaat getirdim ve nihayet hepsinin post kavgasında birleştiklerini gördüm.”
Bu satırlar, Süreyya İlmen’e ait. Serbest Fırka’nın kurucularından olan İlmen, asker, siyasetçi ve müteşebbis kimliği ile biliniyor. 1946’da Serbest Fırka hadisesini anlatmak üzere bir kitap kaleme alıyor. Ancak kitap beş yıllık bir beklemenin ardından 1951’de yayınlanıyor. Şimdi, yeni baskı yapmış bulunuyor. (*)
“Bu kadar zamandır meğer maiyetimde yılanlar besliyormuşum”
Kitabın yazılmasındaki gaye, Serbest Fırka’nın nasıl kurulduğunu ve neden kapatıldığını açıklığa kavuşturmak olsa da, İlmen salt bununla sınırla kalmaz, başka meselelere de dalar. Mesela babası İlmen’in kitabında önemli bir yer tutar.
İlmen’in babası, II. Abdülhamid’in seraskeridir. Padişaha karşı protestoların yoğunlaştığı bir dönemde sadrazamla ile birlikte II. Abdülhamid’in huzuruna çıkar ve Kanun-i Esasi’nin uygulanmasının gerektiğini belirtir. Padişah buna çok hiddetlenir, “Bu kadar zamandır meğer maiyetimde yılanlar besliyormuşum” diye tepki gösterir ve seraskeri kısa bir süre sonra görevinden alır (s. 61).
İlmen bunun haksız ve yanlış bir karar olduğu kanısını taşır. Bu yüzden kitabında uzun uzadıya babasının savunusunu yapar. Birtakım istatistikler vererek, babasının göreve başlamasından sonra Osmanlı ordusunun gerek silah, gerek asker, gerek teçhizat bakımından çok büyük bir gelişim gösterdiğini kanıtlamaya girişir. Babasının ne kadar iyi bir yönetici, ne kadar cesur ve vatanperver bir asker olduğunu anlatır.
“Ah sopa!”
Uzun yıllar siyasetle ve sanayiyle iştigal etse de İlmen’in karakterini askeri kimliği şekillendirir. Gerek siyasi, gerek içtimai ve gerek iktisadi meselelerin sertlikle çözüleceği noktasında sarsılmaz bir düşüncesi vardır. Yükselen fiyatları düşürecek olan da, devlet menfaati yerine parti menfaati güden siyasetçiyi yola getirecek olan da, aklı bir karış havada askeri yola sokacak olan da sopadır. Bu nedenle, arzusu hilafına gerçekleşen her vaka karşısında İlmen babasına atıfla “Ah sopa!” diye hayıflanır.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Fırka tecrübelerinden sonra memlekette çok partili bir demokratik hayatın yaşanması ümidi azalan İlmen’in gerekçeleri çok nettir: Ülkede iktidar Halk Partisinin elindedir ve istediğini yapma kudretine sahiptir. Memlekette kökleşmiş başka bir parti yoktur ve siyasi alana çıkan yeni bir partinin ne kadar yaşayacağı belli değildir. Nitekim İlmen’in kitabını yazdığı esnada Milli Kalkınma Partisi ve Demokrat Parti gibi partiler sahaya çıkmakta; hükümet bilhassa Milli Kalkınma Partisi üzerinden büyük bir baskı kurmaktadır.
“Ermeni, Rum, Yahudi vekillerin vızıltıları”
Demokrat Parti’ye şans tanımaz İlmen. Bir kere Demokrat Parti’nin CHF içinden çıkması bir handikaptır. Çünkü “memlekette Halk Partisinden başka ikinci bir Demokrat Partisi’ne ihtiyaç duyulmadığı, daha doğrusu hiçbir memlekette anayasası aynı iki parti vücuda getirilmediği, binaenaleyh bir kıymet-i siyasîyesi olamayacağı” açıktır. Diğer taraftan CHF parti evleri, parti ocakları, halk evleri ve halk odaları ile ülkenin her noktasına nüfuz etmiştir. Bu devasa güç karşısında Demokrat Parti’nin muvaffak olma şansı yoktur. CHF daima galebe çalacaktır.
“Belki ileride Millet Meclisinde mevcut ermeni, rum, yahudi mebuslar gibi, ilaç için, bu yeni partilerden tezyinat (süs) kabilinden birer, ikişer mebus bulunacağı, ermeni, rum mebusların Millet Meclisindeki vızıltıları gibi belki bunların da bir, iki sivrisinek kabilinden vızıltılarının işitileceği, neticede ise yine Halk Partisi’nin dediği olacağı muhakkaktı.” (s.36)
“Memlekette inkilâp yapmak haddim değildir”
Atatürk’ün mizacı da, İlmen’in üzerinde durduğu konulardan biridir. İlmen’e göre, Atatürk’ün kendi dışında herhangi birinin sivrilmesine tahammül edemeyen bir yapısı vardı. Ülkedeki her başarıyı sahiplenmek isterdi. Her işin ve teşkilatın altında kendi fikrinin yatmasına, tatbikatın da kendi yönlendirmesiyle yapılmasına dikkat ederdi.
“Memlekette yalnız büyük olarak kendisinin tanınmasını arzu ederdi. Hâlbuki memleketimizin medeniyet yoluna girebilmesi için daha yüzlerce Gazi’ye, İsmet’e ihtiyacı vardı. Bir aralık Antalya’da bir vaka olduğu işitildi. Millet Meclisi Başkanı olan Kazım Paşa Antalya’ya gidiyormuş. Akrabası olan vali şehri donatmış. Bunu haber alan Gazi oraya, bir harp sefinesile (savaş gemisiyle), süratle gitmiş, her tarafı alt üst etmiş.” (s.28)
İlmen, Atatürk’ün bu karakterini somutlaştırmak için kendi hayatından da misaller verir. 1927’de vekil olduktan sonra İlmen, birçok konuda kanun teklifi hazırlar. Lakin bunu yaparken Gazi’ye ve partisine danışmaz. Tekliflerin o günün gazetelerinde uyandırdığı ilgi partide bir sıkıntı yaratır, İlmen lisan-ı münasip ile uyarılır. Ancak uyarıları kulak arakası eder, tekliflerini sıralamayı sürdürür. Baltayı taşa vurduğunu Gazi ile karşılaştığı anda fehmeder.
“Nihayet bir gün Gazi’nin Çankaya’daki köşklerine davetli bulunduğum bir sırada beni yanlarına çağırarak:
– Ne o sen memlekette inkilâp mı yapmak istiyorsun? diye sormuşlardı. Şaşaladım:
– Ne gibi bir inkilâp, dedim.
– Gene üç teklifte bulunmuşsun. Gazetecilerle mülakat yapmışsın, diyerek bir parça da çıkışmak istedi. Ben de:
– Memlekette inkilâp yapmak haddim değildir. Gazetecilerle de hiçbir mülakatta bulunmadım; yalnız memleketim için faideli addettiğim üç teklifte bulundum; eğer bu gibi resmi tekliflerin gazetelere aksetmemesi arzu buyuruluyorsa, lütfen Millet Meclisi riyasetine emir buyurunuz. Gazetecilerin Millet Meclisi kalem-i mahsusuna müracaatlarında bu gibi teklifleri kendilerine gösterip not etmesinler, dedim. Ve hakikat halde gazetecilerle hiçbir mülakatta bulunmadığım cihetle, bu hususa dair de kendilerine ayrıca teminatta bulundum. Nihayet Gazi:
– Ne gibi tekliflerde bulunacaksan, evvelâ bana getir, birlikte müzakere edelim, münasip görürsem yaptırırım, dedi. Meseleyi kapattı.” (s. 31)
“Gazi’nin emriyle kurulan parti”
İlmen, Serbest Fırka’nın kuruluşunu tafsilatlı bir şekilde resmeder. Önce Fethi (Okyar) Bey ile görüşür. Fethi Bey kendisine, yeni bir partinin tesisi için Gazi’den emir aldığını söyler ve birlikte çalışmayı teklif eder. Vekil oluncaya kadar Gazi’ye ve partiye büyük bir bağlılık duyan İlmen, ülkenin idare tarzından hoşnut olmadığından teklifi kabul eder. Birlikte Cumhurbaşkanını görmeye giderler.
“Velhasıl akşam geç vakit Yalova’ya gittik; oteldeki odalarımıza uğradık ve Gazi’nin dairesinde büyük yemek salonuna gittik… Herhalde o gece otuz kişiden fazlaydık. İçmeğe başlandı. Konuşuldu. Bir müddet sonra Gazi beni yanına çağırdı. Gittim, tabii ayakta durdum. Herkes sükût etti, dinlemeğe başladılar:
– Fethi Bey! Süreyya Paşa’yı fırkanıza aldığınıza çok memnun oldum. Kendi hem şehirci, hem de teşkilatçıdır. buyurdular. Ondan sonra bana tevcihi hitab ile:
– Bak ben Reisicümhur sifatile bîtarafım. Bir fırkanın başında pek muhterem arkadaşım İsmet Paşa hazretleri bulunuyorlar. Diğer fırkanın başında ise yine pek muhterem arkadaşım Fethi Beyefendi bulunuyorlar. Bu iki fırka birbirile çarpışacak, birbirlerini konturol edecek, birbirile mücadelede bulunacaklardır; lakin dünyaya karşı da Türklerde bir terbiye-i siyasiye mevcut olduğunu ispat edeceksiniz, dediler. Ondan sonra da sofrada bulunanlara hitaben:
– Bakınız ben Reisicümhur sıfatile bu iki fırkaya karşı daima bîtaraf kalacağım, dediler ve ondan sonra da Şükrü Nâilî ve Abdurrahman Nâfiz Paşalara hitaben:
– Ordu! Siz de benim gibi bîtaraf kalacaksınız, bu iki fırkanın mücadelesine asla karışmayacaksınız, buyurdular.” (s. 66-67)
Süreyya Paşa — o esnada — kendisinin ve ordunun tarafsız kalacaklarına dair kesin bir teminat istemeyi aklından geçirdiğini söyler. Ama hem cesaret edemez, hem de Gazi’nin sözünü tutacağını sanır. Ertesi sabah vapurla İstanbul’a dönerken Kılıç Ali ile aralarında Gazi’nin tarafsız kalıp kalmayacağı konusunda tartışma çıkar. Kılıç Ali, Mustafa Kemal’in Halk Fırkasının kurucusu olduğunda, hiçbir şekilde tarafsız kalamayacağında ve partisinin yanında duracağında ısrar eder. İlmen ise, bir gece önce Gazi’nin tarafsızlığını dünyaya ilan ettiğini belirtir ve buna halel getirmeyeceğini söyler. “Neticede bu bahis Kılıç Ali kazandı; çünkü dört ay sonra Gazi sözünden döndü.” (s.68)
Serbest Fırka’nın öyküsüne devam edeceğiz…
(*) Süreyya İlmen, Zavallı Serbest Fırka (Derin Tarih Kültür Yayınları, İstanbul, 2015).