Ana SayfaYazarlarBir siyasî intikam operasyonu (*)

Bir siyasî intikam operasyonu (*)

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu ifadeleri 31 Mart yerel seçimlerinden dört gün önce katıldığı bir televizyon programında sarfetti. Buna benzer ifadeleri seçim döneminde sıklıkla kullandı; bilhassa HDP’li adayları kastederek, seçilmeleri halinde onları görevden alacaklarını ve yerlerine kayyım atayacaklarını belirtti. Sonradan Mansur Yavaş (Ankara)  ve Ekrem İmamoğlu (İstanbul) için de benzer değerlendirmeler yaptı. 

 

Erdoğan’ın bu sözleri hem HDP seçmenini baskı altına almak hem de HDP’ye bir gözdağı vermek amacını taşıyordu. Hedef, nasılsa kayyım atanacağı korkusunu yayarak seçmenlerin bir kısmının oylarının rengini değiştirmelerini sağlamaktı. Olmadı; HDP seçmeni gitti yine bildiğini yaptı.  Üç büyükşehri (Diyarbakır, Van, Mardin) kayyımların elinden aldı ve tekrar HDP’ye verdi. 

 

Seçmenle inatlaşmak

 

İktidar, 31 Mart ve 23 Haziran’da güç kaybetti. Özellikle İstanbul’da iki defa hazmedilmesi zor ve ağır bir yenilgiye uğradı. Bu nedenle kendisinden beklenen, kaybına sebep olan bu kayyım siyasetini gözden geçirmesiydi. Ancak iktidar böyle bir değerlendirme yapmadı; hatâsında ısrar etti. Diyarbakır’da yüzde 62.93, Mardin’de yüzde 56. 24 ve Van’da yüzde 53.83 oy alarak belediye başkanlıklarını kazanmış üç HDP’li başkanı, sade suya tirit iddialarla vazifeden uzaklaştırdı. Böylece, kendisine oylarla çok açık bir biçimde verilen mesajı almayı reddetti ve seçmenle inatlaşmayı seçti.

 

İktidar kararını “terörle” ya da “bölücülük” ile mücadele üzerinden gerekçelendiriyor. Ancak buna, kararı alanların bile inandığı şüpheli. Keza kararın hukuki bir tarafı da yok. Evet, Anayasanın 127. maddesi, Belediye Kanununun 47. maddesi, 647 Sayılı KHK ile getirilip sonradan kanunlaştırılan hükümler var. Bu hükümler iktidara geniş yetkiler de veriyor. Doğru. 

 

Lâkin gerekçe olarak gösterilen metinler bu karara bir “hukukilik” kazandırmıyor. Sebebi basit: Başkanların görevden uzaklaştırılmaları ancak “görevleri sebebiyle” işlenen suç iddialarına dayanabilir. Oysa burada başkanların seçilmelerinden önceki soruşturma ve kovuşturmalara yaslanılarak görevden uzaklaştırılmaları söz konusu. İktidar mevzuatın kendine verdiği yetkileri — hukuku dolanarak — muhalefeti sindirme ve bitirmenin bir aracına dönüştürüyor.

 

“Kayyum geldi, hoş geldi”

 

Dolayısıyla kayyım atamalarını, hukuki bir gereklilik olarak değil, iktidarın siyasi gündemi, ihtiyaçları ve gayeleri doğrultusunda yorumlamak gerekiyor. Meselenin Suriye ile ilgili bir boyutu var; onu başka bir yazıya bırakıp iki noktaya değineceğim. 

 

Birincisi, 31 Mart’tan önce Cumhur İttifakı, kayyımları hep şehirlere götürdükleri hizmetler üzerinden meşrulaştırmaya çalıştı. Kayyımlar, bu milletin başına konmuş talih kuşları gibi resmedildi. Kayyımlar yollar-caddeler açıyor, kaldırımlar döşüyor, parklar-bahçeler yapıyor, kültürel-sosyal ihtiyaçları karşılıyordu. Hepsi derin bir hizmet aşkı ile canla başla çalışıyor ve halkın kör bir kuruşuna bile sahip çıkıyordu.  Onlar şehirlere bambaşka bir çehre kazandırırken, hizmete susamış halk da onları bağrına basıyordu. 

 

Bugün de iktidar medyasında aynı hikâyeyi ballandıra ballandıra anlatanlar var. Meselâ Yavuz Donat şöyle yazıyor:  “Sanki düdüklü tencerenin kapağı açıldı. Van rahatladı. Mardinli, ‘Kayyum geldi, hoş geldi’diye sevindi. Kayyum geldi, Diyarbakırlı ‘Oh dünya varmış’ dedi.” https://www.sabah.com.tr/yazarlar/donat/2019/08/20/surpriz-olmadi

 

Vehbi’nin kerrakesi

 

Elbette her hikâyenin bir ömrü var; siyasi hikâyelerin de gerçeğe ne kadar tekabül ettiği ergeç seçimde ortaya çıkar. İktidarın kayyım anlatısı daha 31 Mart gecesi çökmeye başladı: Açılan sandıklar, seçmenlerin kayyım sevdasıyla yanıp tutuştuklarına delâlet etmiyordu. Ancak Vehbi’nin kerrakesi asıl, seçilen başkanlar işbaşına geldikten sonra anlaşıldı. Madalyonun diğer tarafında iktidar anlatısının dışında işler dönüyordu; orada israf, usulsüzlük, borç ve yolsuzluk vardı. Rakamlar dudak uçuklatıyordu, şatafat alıp başını gitmişti. 

 

Başkanlar genel resmin ayrıntılarına vakıf oldukça bilgileri halkla paylaşmaya devam ettiler. Bu da vatandaşta yer etti ve olan bitenden duyulan rahatsızlık dillendirildi. Kayyımın da iktidarın da façası bozuldu. Dolayısıyla kayyımların aceleyle tekrar devreye sokulmasının nedenlerinden birinin, seçilmiş başkanların halka yaptığı bilgi akışını kesmek ve kayyımlar dönemindeki kirli çamaşırların daha fazla ortaya dökülmesini önlemek olduğu söylenebilir. 

 

Demokrasiye darbe 

 

İkincisi, Cumhur İttifakının, HDP’den siyasi intikam alma çabasıdır. 31 Mart ve 23 Haziran’da iktidar için taşınması zor, hayli menfi bir siyasi tablo ortaya çıktı; hayati değer atfettiği İstanbul ve Ankara’nın dışında Adana, Mersin ve Antalya’yı da kaybetti. Şimdi, büyükşehirlerde yaşadığı bu hezimetin altında HDP’nin Millet İttifakına verdiği desteği görüyor ve üç belediyesine el koyarak kendince HDP’yi cezalandırıyor. Bunu yaparken de hukuku kötüye kullanmaktan imtina etmiyor. 

 

Atılan bu adımın Türkiye’nin demokrasisine bir darbe olduğu net, Kürt meselesinin çözümüne herhangi bir katkı sunmayacağı da şüphe götürmez.  Peki, bunun AK Parti’ye bir faydası olur mu? Zannetmiyorum, daha doğrusu tersini düşünüyorum. Çünkü gayrihukuki metotlarla alınan ve siyasi alanı daraltan sonuçlar, kısa vâdede sahibine güçlü olduğu izlenimi verse de, orta ve uzun vâdede onu zayıflatır. 

 

Cumhur İttifakı tam da bunu yapıyor; hukuk dışına çıktıkça hem toplumsal desteğini azaltıyor, hem de kendisine karşı olan muhalefeti keskinleştiriyor. Dolayısıyla kayyım atanmasını da, iktidarın kendi dayanak noktalarını çürüten, meşruiyetini tüketen ve dolayısıyla ömrünü kısaltan hamlelerinden biri olarak değerlendiriyorum.  

 

 

(*) Kürdistan 24, 21.08.2019

https://www.kurdistan24.net/tr/opinion/75f6e8d1-71d9-4caf-b209-a3418f540906

- Advertisment -