“Aydınlanma” insanlığa özgürlük fikrini tekrar aşılayarak ahlaki sorumluluk duygusunu vermiştir-Özgür olma durumu ahlaki bir sorumluluktur. Aydınlanmanın başlattığı bu süreç, insanı yatmış olduğu derin uykusundan uyandırmış, içinde bulunduğu çocukluk durumundan olgunluğa ve onun getirdiği ahlâkî sorumluluğa eriştirmiş; en sonunda ona özgürlük olanağı vermiştir.
Özgürlüğün, özgür olmanın ana eksenini oluşturan “Aydınlanma”’nın doğurttuğu bu ahlâkî sorumluluktan kaçtığımız anda dünya bizim yönettiğimiz bir yer olmaktan çıkar ve deneyimler ve deneyler dünyası haline gelir.
Bu dünyada meydana gelen her şeyi belirlenmiş olarak kabul etmemiz ve sorumluluktan kaçmamız özgürlüğümüzden vazgeçmemizi de beraberinde getirir. Bundan dolayı, insanlığın kendi kendini düşürdüğü bu esaretten ve bağımlılıktan kurtulması için “ne yapmalıyız?” sorusunu sormalı ve bunun cevabını pratik aklımızın deneyimler dünyasından bağımsız ve onun ötesinde olduğu yerde aramalıdır.
Böyle bir çaba, pratik aklı deneyimler dünyasındaki çıkar, fayda, arzu ve tutkulardan kurtararak ve bunların ötesine geçerek onun araçsallaşmasını önler. Ve bu sayede; pratik aklı özgür kılar. Bundan dolayıdır ki, pratik aklımızın açtığı bu yolla özgür, ahlâklı ve tarihe yön verme gayreti taşıyan bireyler olarak, düzenleyici ilkelerimiz olan barış ve ilerleme tasarımlarımızı, idelerimizi oluşturabilir, onlara erişebiliriz.
Böyle bir çaba, deneyimler dünyasının ötesine geçebilme yetimizi ortaya çıkararak, bizi özgür kılar. Pek tabiî, insanlık tarihinin savaşlarla dolu olduğunu ve bu yüzden barış idesinin veya tasavvurunun geçersiz olduğu gibi kendi içinde “anlamlı”, pozitivist ve “rasyonel” bir argüman her zaman ileri sürülebilir. Fakat barış dediğimiz pratik aklın özgür tasarımı, savaş deneyimlerinden bağımsız bir alanda hayat bulur.
Bundan ötürü, tarihsel ve toplumsal olgular dünyasında olup biten bu savaşlar bizi barış tasavvurundan ne derece uzaklaştırırsa, barış tasarımının pratik önemi ve değeri yani özgürlüğümüzün ve özgür aklımızın önemi, niteliği ve değeri o denli belirgin, çarpıcı ve güçlü hale gelecektir.
Bu nedenle, bireyin tüm dünya tarihi boyunca gerçekleştirebileceği en büyük devrim kendi zihninde özgür olduğunun farkına varması ve bu farkındalığı hem bedenen hem de ruhen özümsemesidir. Yani insanın kendi düşünceleriyle, kendi tasarımlarıyla ve eyleyişleriyle vücuda getirdiği kendi devrimidir özgürlük ve özgür olma durumu.
Bunun değeri ise ancak ve ancak bu özgür olma durumuna tüm insanlığın sahip olmasını istemek, bunun için çaba sarf etmek erdeminin sergilenmesi durumunda ortaya çıkabilir. Çünkü özgürlük, özgür olmak insanın insan olması hasebiyle onun doğuştan sahip olduğu ve ona kimse tarafından bahşedil(e)meyen bir haktır.
Böyle kutsal ve dokunul(a)maz bir hakka her bireyin eşit bir biçimde sahip olduğunu düşünmek ve bunu savunmak özgürlüğümüzün değerini kat be kat artırmakta; onu nesnel ve evrensel bir hakka dönüştürmektedir.
“İnsan Hakları” dediğimiz uluslararası hukuksal bir çerçeveye sahip bu kavramın altında yatan en önemli saikin, işte bu yukarıda altını çizmeye çalıştığımız herkese eşit olarak tanınması zorunlu olan evrensel özgürlük hakkı olduğu pekâlâ ileri sürebilir. Bu hak insanlığın, tarihin ve doğanın her dönemini kapsar. Bizi eşit kılan ilk önce özgürlüğümüzdür.