1128 imzalı bildirinin ardından, PKK'nın Diyarbakır'ın Çınar ilçesinde gerçekleştirdiği bombalı saldırı; bu bildiriye imza atan (ve yalnızca devletin yaptıklarını gördüğü söylenen) çevrelerde, yeni tartışmaları ateşledi.
Tırmanan ve giderek kirlenen çatışma ortamı, makul bir yerde durmaya çalışanların pozisyonunu zorluyor, hatta neredeyse imkansızlaştırıyor.
Başından beri; PKK'nın hendek siyasetinin en çok Kürtlere zarar verdiğini, bunun devrimci bir tarafının olmadığını, Kürtlerin de bu yüzden, beklendiği gibi, bu stratejiye gönülden destek vermediğini söyleyenlerdenim.
“Sol muhalif” çevrelerde, devletin uygulamalarına karşı oluşan bir refleksle, "günahkar ve zalim olan her zaman devlettir" yargısı yaygındır. Bu yargı, olayların tek boyutlu yorumlanmasını beraberinde getirebiliyor. AK Parti iktidarına karşı birikmiş öfkenin de; ilave olarak, bu “tavır alış”ı desteklediği ve gerçeklikten uzaklaştırıcı etki yaptığı söylenebilir.
Çatışma bir kez başladı mı, iki taraftan insanlar yaşamlarını yitirmeye başladı mı, bunun karşılıklı olarak acımasızlığı kışkırtacağı belliydi.
Devlet de PKK da
Biz öncelikli olarak devletin yasalara uygun davranmasını, insan haklarına riayet etmesini, eli silahlı olanla halk arasında bir ayrım yapmasını isteyeceğiz. Devleti bu açılardan denetleyecek ve eleştireceğiz.
Ancak, bu tutumumuz, PKK'nın yaptıklarını görmezden gelmemizi gerektirmiyor. PKK'ya "hendekleri kaldır", "silahları bırak" demekten vazgeçmek söz konusu olamaz.
PKK, kendisini Kürtlerin hakkını savunan bir örgüt olarak tanımlıyor. Yola mayın döşeyip bir çatışma ortamı yokken onlarca askeri ve polisi öldürmenin, hala siyasi mücadele imkanı varken silaha sarılmanın, Kürtlerin haklarına ne gibi bir katkısı olabilir?
HDP'ye de "tavır al", "eleştirel bir tutum göster" demeyi sürdüreceğiz.
Silahlar susacak…