Belçika İçişleri Bakanı, Brüksel'de olduğu açıklanan Paris bombacısı Salah Abdeslam'dan "daha ciddi" bir tehlikeyle karşı karşıya olduklarını açıkladı. Ardından önlemler geldi. Metro ve tramvay seferleri iptal edildi. Okullar, kafe, bar ve restoranlar kapandı.
Kasım ayının başında Brüksel'deydim. Saatlerce sokaklarda dolaştım, Grande Place'a gittim. Türkiye kökenli Ermeni esnafla sohbetler ettim. Barışçı, sakin, sokakları güvenli bir kentten söz ediyorum. İnsanın gıpta edebileceği bir düzen tıkır tıkır işliyordu.
AB'de Türkiye meselesi
Belçika'nın başkentinde, Türkiye ve Balkan ülkelerinde basın ve ifade özgürlüğünü konuştuk. AB yetkilileri, Türkiye'ye yönelik eleştirilerini dile getirdiler. Türkiye'deki yönetim, Ekim ayında gerçekleştirilen Ankara katliamı nedeniyle de eleştirildi, suçlandı.
Türkiye, IŞİD'in tehdidi altındaydı, 102 insanını son saldırıda yitirmişti.
Biz yanarken…
Brüksel, steril bir kent görünümdeydi. Özgürlükler alabildiğine zengin ve genişti. (Aynı şeyleri Paris için de söylemek mümkündü.)
Ancak bir anda büyü bozuldu. Suriye'de, Irak'ta yanan ateş, önce bölge ülkelerini sardığında, Avrupa bunun kendisine ulaşabileceğini belki de çok hesap etmiyordu. Kendi steril yaşamlarını sürdürebileceklerini düşünüyorlardı.
İlk uyarı, göçmen dalgalarıyla geldi. Bölgedeki yangından, dehşet ortamından canını kurtarabilenler, Avrupa'nın "kirlenmemiş" yaşamına katılmak istiyorlardı. Türkiye, Lübnan, Ürdün gibi sınır ülkelerinde milyonlarca mülteci, bu ülkelerin sınırlı imkanlarıyla yaşama tutunmaya çabalıyorlardı.
Önce göç sonra terör
Aylan Kurdi'nin ölümü bir dönüm noktası oldu. Sınıra dayanan çaresiz insanların kaderleriyle biraz olsun empati kurmaya çalıştılar. Hatırlayalım: Türkiye'ye, "Sen bunları kabul etmeye devam et, biz de sana para verelim" önerisi yapıldı.
Büyük yangının ilk bombaları, Türkiye'de patladığında; Batı, Türkiye'yi suçlamayı sürdürüyordu. "Sen IŞİD'le işbirliği yapıyorsun, bedelini öde" yaklaşımı yaygınlık kazanıyordu.
Paris katliamı ve özgürlük
14 Kasım'daki Paris katliamına gelirsek… Her gün Irak'ta ve Suriye'de onlarca insanın ölümü, dünyanın gözü önünde cereyan ederken, yaşananlara “mesafeli” bir görüntü veren Batı; Fransa'nın başkentindeki IŞİD vahşetiyle yüz yüze gelince, ateşin ocağına düştüğünü hissetti.
Fransa'da "olağanüstü hal" ilan edildi. Olağanüstü hal döneminde güvenlik güçleri normal şartlardakinden daha geniş gözaltı ve baskın yetkilerine sahip oluyor. Parlamento'dan geçen karar, emniyet güçlerine, araç aramaları ve trafik kontrolleri konusunda da yetki serbestisi tanıyor. Olağanüstü hal döneminde, Fransız emniyeti; gerekli gördüğü zaman aralıklarında belirli noktalarda trafiği durdurabilecek, üst araması yapabilecek.
Belçika'da da özgürlükleri kısıtlayıcı tasarı gündemde. Hükümet, gözaltı süresinin 24 saatten 72 saate çıkarılması gibi tekliflerde bulunuyor. Daha önce 24.00-06.00 saatlerinde yasak olan ev baskın veya aramalarının 24 saat yapılabilmesine imkan tanıyan taslakta; yurt dışındaki savaş veya çatışmalara katılıp dönenlere hapis cezası verilmesi öneriliyor. Nefret içerikli konuşan din adamlarının sınır dışı edilmesini de içeren taslağa göre, kaydını yaptırmayan dini mekanlar ile nefret söylemi içeren internet siteleri kapatılabilecek.
Tehdit altında Batı
Bu ayın başında dolaştığım güvenli ve kendinden emin Brüksel sokakları, şimdi sessiz ve endişeli. Benzer uygulamaların Paris'te de yaşandığını görüyoruz. Avrupa genelinde artık çok farklı bir psikoloji var. Avrupa’daki hemen hemen tüm ülkelerindeki televizyon programlarının ana gündemini, artık bu konular oluşturuyor. Avrupa tarihi, belki de bir kırılma noktasında.
Evet, tehdit kapıya dayanınca, hiçbir şey “normal düzey”inde yürümüyor. Bir ülkeye(veya kıtaya) terör ve şiddet tehdidi(veya bu yönde bir algı) gelince, toplumun kimyası bozuluyor. Hayat, değişik sınırlamaların ve yeni reflekslerin kuşatması altında, farklı bir hale bürünüyor.
Şu açık: Ortadoğu ateşinin alevlerini ancak birlikte söndürebiliriz.