“-Bir akşam Köşk'teki sofrasında konuşurken, o dost Selanik şivesiyle 'Bak çocuk, ne yapalım seninle' dedi. 'İstanbul'da, Babıâli'nin göbeğinde, bütün bu cumhuriyet düşmanı ve hilafet yanlılarına karşı mücadele verecek bir gazete çıkaralım. Benim Hakimiyet-i Milliye ve senin Anadolu'da Yeni Gün aşağı yukarı şimdiye kadarki görevlerini hakkıyla yerine getirdiler. Gazetenin adı da yeni rejimimiz cumhuriyetle özdeş olsun. 'Cumhuriyet' koyalım adını. İstanbul'daki İttihat ve Terakki'nin eski Merkezi Umumi binası Kırmızı Konak'ı gazetenin merkezi yapalım. Var mısın? Ne dersin başarabilir miyiz bu işi' dedi.
-Evet Paşam' dedim. Hiç vakit geçirmeyelim. Ben bu işe hemen girişeyim…”
Cumhuriyet Gazetesi’nin kuruluş hikayesini Emin Karaca “Cumhuriyet Olayı” kitabında anılardan hareketle böyle hikayeleştirmiş.
Hikayede en dikkat çekici şey tabii, Kırmızı Konak ya da rengi solduktan sonra daha çok bilinen adıyla Pembe Konak. Resmî adıyla Merkezi Umumi.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Selanik’te 23 Temmuz 1908 Devrimi’ni yapıp İstanbul’a yerleştikten sonra Cağaloğlu’ndaki merkezi oldu. Enver Paşa 1913’te beyaz atına binip Babıali’yi basmaya bu konaktan uğurlandı. Birinci Dünya Savaşı’nın kararları burada alındı. Teşkilat-ı Mahsusa’nın merkezi bu binaydı.
1915 tehcirinin merkez üssünün de bu konak olduğunu tahmin etmek zor değil.
1924 Ankara’dan İstanbul’a gazete kurmaya gönderilen Yunus Nadi’ye bu binanın tahsis edilmesi (ya da diğer rivayet doğruysa kiralamak için bula bula bu binayı bulması) tuhaf bir tesadüften ibaret olmasa gerek. O binada İttihatçıların dergilerini çıkarmış Ziya Gökalp’in, ateşli İttihatçılardan Aka Gündüz’ün gazetenin ilk yazarlarından olması da…
Yeni gazetenin binası İttihat ve Terakki’den. Peki ya matbaası?
24 Mart 1924 günkü Meclis oturumuna kulak verelim:
“Halit Bey (Kastamonu) — Efendim! Bendeniz Maliye Vekili beyden sual sormak istiyorum. İstanbul gazetelerinden Tanin ve Tevhidiefkâr'da gördüm. Emvali Metruke meyanında bulunan, İstanbul'da Mercan Yokuşunda kâin Manok Matosyan Matbaası alât ve edevatı bilâmüzayede satılmıştır ve gazeteler bundan uzun boylu bahsettiler ve hattâ gazete muharriri matbaaya gitmiş, oradaki alât ve edevatın ambalaj edildiğini görmüş ve oradaki Faruk Efendi ismindeki memurla görüşmüş ve bâzı sualler sormuş. Faruk Efendi demiş: Ankara'dan bir telgraf aldım. Matosyan Matbaasına takdiri kıymet edilmiştir ve bunu Fahrettin Beye teslim ediniz diye ve Fahreddin Bey de oraya gitmiş ve bunu tesellüme başlamıştır. Binaenaleyh; Emvali Metruke, Emvali Devletten demektir ve bu gibi satışların bilâmüzayede, satılması doğru değildir. Çünkü; ihtimalki bu matbaanın hakiki kıymeti böyle takdiri kıymet usulü ile bilinemez. Hariçten, şuradan buradan şifahen işittiğime göre de elli, altmış bin liralık bir matbaa olduğu söyleniyor. Halbuki, bunun bir takdiri kıymet suretiyle, iki üç bin liraya vermişlerdir, ki Maliye Vekili Beyefendi lütfen bizi tenvir etsinler. Bu matbaa ne suretle satılmıştır, satın alan kim ve bu Fahreddin Bey kimdir?
Maliye Vekili Abdülhalik Bey (Çankırı) — Matosyan Matbaası Emvali Menkûle-i Metrûkiyedendir. Satılmamıştır. Yalnız icar edilmiştir.
Halit Bey (Kastamonu) — Kime icar edilmiştir efendim?
Maliye Vekili Abdülhalik Bey (Çankırı) — Yunus Nadi Beye;
(Handeler, Hoho sedaları, bravo sesleri. Alkışlar.)
Not: Handeler; gülüşmeler demek, Emvali metruke, terk edilmiş mallar. O yıllarda bu kavram eşittir 1915 ve sonrasında Ermenilerin terk ettiği mallar.
Matosyan Ailesi birkaç yıl önce üzerlerinde artan baskılardan bunalıp İsviçre’ye gitmiş, “kaçmışlar” gibi devlet mallarına el koyup satışa çıkarmış. Zamanın en modern makinelerinin olduğu Matosyan Matbaası ve içindeki bütün eşyalar da müzayedesiz Yunus Nadi’ye satılmıştı.
Hasan Cemal’in 1915 Ermeni Soykırımı kitabında oğlu Nadir Nadi anlatıyor: “Nadir Nadi şöyle anlatırdı: Matosyan'ın sahibi yurt dışına kaçtıktan sonra babama satıldı matbaa. Atatürk gazete için çok acele ediyordu. Avrupa'dan bir makine getirtmeye kalkışsanız uzun zamana gereksinme duyulacaktı. Oysa el altında ve boş duran bir makine vardı."
Matbaanın malzemelerinin teslim edilmesinden kısa bir süre sonra çıkan yangında her şeyin yanmasının, yangın ekspertizlerinin tuhaf raporları, sigorta poliçelerinin yıllarca Rize milletvekili Fahri Kurtuluş peşini bırakmadı. Bir sonuç çıkmadı.
Yunus Nadi, en az matbaa kadar kıymetli Matosyan Kütüphanesi’nin kitaplarını da Milli Eğitim Bakanlığı’na satmış, sonra da Almanya’dan son model matbaa makineleri getirmişti.
Gazetenin temelleri böyle atıldı. Birkaç yıl sonra Latin alfabesine geçilirken paraya sıkışınca yine imdatlarına Atatürk yetişti. Gazeteyi 1934 yılına kadar da kağıt tüccarı Artin Tanilyan Efendi dağıttı.
Pembe Köşk’ten içeri 1962 yılında 37 yaşında genç bir yazar girdi; İlhan Selçuk. Öldükten sonra heykelleri dikilecek bu yazarın kimseye söylemediği bir sırrı vardı. 70’li yıllarda bu sırrı ifşa edildi, davalar açtı. Sonra mesele unutuldu.
11 Mayıs 2006’ya kadar. O gün Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın hedefinde İlhan Selçuk vardı. Yazının bir yerinde de ırkçı bir ima:
“Siz birini Cumhuriyet düşmanı ilan ettiğinizde, cumhur da size bazı çetin sorular sorar: Siz ne zamandan beri cumhurdan biri oldunuz da Cumhuriyet?in koruyucusu rollerine soyundunuz?? Böyle sorular yöneltildiğinde, siz de kızarır; Şişli mezarlığında bulunan teyzenizin kabri başına yığılır kalırsınız. Hiç kimsenin etnik kimliği beni ilgilendirmiyor; ancak bu kadar anlamsız düşmanlık ?acaba husumetin arkasında cibilli öfke mi var?? sorusunu akla getiriyor.”
Dumanlı’nın nereden bildiği meçhul bu sırrı, uzun yıllar Cumhuriyet’te İlhan Selçuk’la çalışmış Hasan Cemal ise ancak 2010 yılında Selçuk’un ölümünden önce öğrendiğini yazacaktı:
“İlhan Selçuk yazılarımı (Asala’nın Orly Katliamı sonrası Ermeni meselesi üzerine yazdığı yazılar Y.O.) okumuş, düzeltmeler yapmış, bazı nüansların altını çizmişti. Bunu yaparken de devletin resmî bakışının yerli yerinde ifade edilmesine özen gösterdiğini hatırlıyorum. İlhan Selçuk’un annesi Ermeni idi. Ama nedense bunu bizden, herkesten saklamıştı. İlhan Abi’nin annesinin Ermeni olduğunu 2010 yılındaki ölümüne yakın öğrenecektim.”
(2007’de eski Cumhuriyet çalışanı Necdet Şen tüm hikayeyi bir internet sitesinde yazmıştır. http://derkenar.com/necdet-sen+hepimiz-ermeniyiz-o-degil” En acı hikayeyse Venedik Üniversitesi Ermeni Dili ve Edebiyatı emekli Bölüm Başkanı Prof. Boğos Levon Zekiyan’ın Agos’a yazdığı Selçukların 70’lerde dayıları Dominik Nuryan’ın cenazesindeki ricaları olmalı: “O sırada iki kardeş Selçuklar, hayata veda etmek üzere olan dayılarını ziyarete gelirler. Peder Boğos’un eski Ermenice okuduğu duaları saygı ve sukutla izlerler. Dualar bitince, Peder Boğos’tan rica ederek gazetelere verilecek vefat duyurusunda merhumun akrabaları arasında kendi adlarının geçmemesini dilerler. Henüz genç ve isimleri yeni duyulmaya başlamış kişilermiş o yıllarda. Peder Boğos, kendilerine ‘Müsterih olun, endişenizi anlarım, merak etmeyin, isminiz gazetelerde çıkmaz’ demiş.” http://www.agos.com.tr/tr/yazi/2831/ilhan-selcukun-dayisi-nuryanin-oykusu)
Dedesi Cemal Paşa’nın çizmeleriyle dolaştığı Pembe Köşk’ün koridorlarında gazeteci olarak dolaşmış, Cumhuriyet’te uzun yıllar Genel Yayın Yönetmenliği yapmış Hasan Cemal’in ailesine de 1927 yılında Atatürk tarafından Ermeni bir suikastçı tarafından öldürülen dedesinin kan parası olarak İstanbul Feriköy’de Viçen Hokuçyan’dan kalmış bir köşk verilmişti…
Bütün bunlar geçen hafta Cumhuriyet’te çıkan bir yazının başlığına en iyi cevap herhalde: “Bu İttihatçı tayfası bizim neyimiz oluyor?”
Tehcir kararının verildiği Pembe Köşk’te doğan, en ünlü yazarı, koridorlarında annesinin Ermeni olduğunu en yakın arkadaşlarından bile gizleyen, eski Genel Yayın Yönetmeni’nin ailesine Ermeni malları kan parası verilmiş Cumhuriyet, 24 Nisan 1915’in 100. Yılında Ermenice “Bir Daha Asla” manşetiyle çıktı.
Nereden nereye geldiğimizin ispatı olarak arşivlerdeki yerini aldı o manşet. Ama geç kalmış bir manşetti. “İttihatçıların hiçbir şeyi olmayan” bir iktidarın, azınlıkların el konulmuş mallarını iade etmeye başlamasından 2 yıl sonra, 1915 için taziye yayınlamasından bir yıl sonra, İstanbul’da 1915’te ölenler için 1919’dan sonra ilk kez yapılan Ayin-i Ruhani’ye Cumhurbaşkanı’nın tarihî bir mesaj göndermesi, hükümetin bir bakanla temsil edilmesiyle aynı gün.
Geç kalmış da olsa Cumhuriyet bu kez haklı: Bir daha asla…