“Bir-iki-üç daha fazla Vietnam, Ernesto'ya bin selam". 1960'lı yılların dillerimizden düşmeyen sloganıydı bu. Dünya bir isyann döneminden geçiyordu.
Fidel Castro'nun ölüm haberini aldığımda, o yıllara döndüm. 1960'larda dünya kaynıyordu. Küba'da Castro ve arkadaşları, Amerikancı diktatör Batista'yı bir ayaklanmayla kısa sürede devirmişlerdi(1959). Vietnam- Kamboçya-Laos'taki halk savaşları önce Fransa'yı, ardından Amerika'yı yenilgiye uğratmışlardı.
Afrika, Batılı sömürgecilere karşı, bağımsızlık için isyan etmişti. Dünyanın ezilen ülkeleri, sosyalizm bayrağıyla emperyalizme meydan okuyordu.
Dünya “umut”la doluydu. Fidel Castro'nun Kübasının, ABD'nin yanıbaşında ona kafa tutması bir mucize gibiydi. Dört bir yandaki isyancılara, göstericilere güç veriyordu.
Che’nin ölümü
Che Guevara'nın Bolivya dağlarında ABD yanlısı rejminin askerleri tarafından 1967 Ekim'inde öldürülmesi, yeni bir dalga yarattı. Guevara'nın yıldızlı beresiyle çekilmiş fotoğrafı, 20.yüzyıl devrimciliğinin simgesi oldu. Öfkelenen, kafaya onun beresini takıyordu.
Küba'nın ABD'nin darbe girişimlerini bertaraf etmesi, Castro'ya yönelik suikastları boşa çıkarması, bu ülkeye olan sevgiyi, liderine olan ilgiyi artırdı. Küba'nın bölgedeki onca Amerikancı darbeye karşı ayakta kalması, Castro'yu bir efsane haline getirdi.