Şu konuyu açık ve net konuşalım: Düşünmek (bazı durumlarda düşünmemek veya düşünememek), bir fikri olmak (veya olmamak), bu fikri savunmak için yazı yazmak, konuşmak, toplantı yapmak vb, yazının veya konuşmanın kendi içinde açıkça belirtilmemiş, dolayısıyla ancak “dolaylı” diye tarif edilebilecek, başka bir ifadeyle “yoruma bağlı” etkileri itibariyle suç olamaz, suç gibi görülemez, suç sayılamaz. Elbette her ülkede yasaların suç saydığı fiiller vardır; düşünce ve ifade özgürlüğü, bunları doğrudan, cepheden savunma ve/ya övmeyi kapsamaz. Örneğin kimse mevcut ve meşru hükümetin bir askerî darbe ve/ya silahlı kalkışma yoluyla devrilmesini öneremez, alkışlayamaz, bunun için çağrı yapamaz. Gülenci subayların Anayasa ihlâli demek olan darbe girişimini açıkça övüp desteklemek başka şeydir; genel olarak Gülen Cemaatini (başka bir deyimle Hizmet hareketini), faraza eğitim faaliyetleri nedeniyle övmek, iyi ve temiz insanlardır demek, gazete ve dergilerinde yazı yazmak, televizyonllarına çıkmak, ya da AKP hükümetine ve/ya Cumhurbaşkanı Erdoğan’a çok sert eleştiriler yöneltmek gene başka. İlki düpedüz suçtur; ikinci tür örnekler hakkında ise, “ama bunlar darbe ortamının oluşmmasına katkıda bulundu” demek, doğru bile olsa son tahlilde sizin sübjektif yorumunuz ve çıkarsamanız kategorisine girer. Suçun “kasıt” unsuru oluşmamıştır; yazar veya konuşmacı “hiç öyle bir kastım yoktu” der ve gayet de haklı olur. Tarihçiler gibi hukuk ve hukukçular da, herhangi bir eylem, söz veya yazının kastî sonuçları ile düşünülmemiş, kastedilmemiş, planlanmamış, kendiliğinden oluşmuş etki veya sonuçları arasında bir ayırım yapmak zorundadır.
Bu cümleden olarak, Şahin Alpay, Ali Bulaç ve Nazlı Ilıcak dahil “FETÖ’cülük” gerekçesiyle gözaltına alınan tüm yazar, düşünür ve gazetecilerin sorunu, genel olarak Gülen Cemaatine yakın durmaları ve/ya Hizmet hareketini (şiddet içermeyen) öğreti ve karakteristiklerini öne çıkararak savunmaları ve/ya AK Parti’yi (yanlış da olsa) çeşitli siyasî edimlerden sorumlu tutmaları ise, başlıbaşına bunlar suç teşkil edemez. FETÖ’nün açılımı “Fethullah Gülen Terör Örgütü”dür. İşin “Terör” faslına hiç bulaşmaksızın samimiyetle Gülen Cemaatine (bundan böyle GC diyeceğim) inanmış ve bağlanmış insanlar da olabilir; nitekim vardır da. Bu hali ve şekliyle GC’yi düşünce planında savunmak dün de suç değildi, bugün de değildir; retrospektif (makabline şamil) olarak da suç sayılmamalıdır. Harekete geçmek ve bir darbe planını somut olarak uygulamaya koymak, bu yönde delillerle saptanmış şekilde eylem yapmak ile düşünce sınırında kalmak arasında çok kritik bir ayırım var. Demokratik hukuk devleti bu ayırımı en adil şekilde yapmak zorunda. Tutuklanan yazar ve gazeteciler, eğer sırf konuştukları ve yazdıklarının içeriğinden ötürü suçlanıyorsa, serbest bırakılmalı ve soruşturma süreçleri tutuksuz olarak devam etmelidir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan FETÖ konusunda “yanıldık, Allah affetsin” diyebiliyorsa, onun yanılma hakkı varsa, aynı düşünce ve kanaat düzeyinde bütün insanların yanılma hakkı var demektir.
İkincisi, halkın içinden bazı insanların öfkelerine yenilerek suçlular hakkında idam isteyebilir. Ama iktidarın “halkımız böyle istiyor” gibi bir gerekçeyle bu idam söylemini uzatıp durması dahi hatâdır; idam hükmünü “bir defaya mahsus olmak üzere” dahi olsa geri getirmeye kalkması çok ama çok büyük bir yanlışa imza atmak anlamına gelir. “Halkımız böyle istiyor” deyip keyfi uygulamalara sapmak bu ülkeye de yakışmaz, bugünü yaşamamız için canlarını veren aziz vatandaşların anısına da. Varlık olma, bu ülkede yaşamı idame ettirebilme mücadelesi, demokrasi ve barış talebinin yerine getirilmesiyle taçlandırılmalıdır. Halk idam veya yeni baskı tedbirleri değil, özgürlük, eşitlik ve kalıcı barış istiyor. İnsan haklarına en ince detayına değin saygılı bir yönetim Türkiye’nin dünyadaki yerini de sağlamlaştıracaktır.