HDP, kuşkusuz demokratik bir proje olarak gündeme geldi. PKK lideri Abdullah Öcalan'ın "silahlar sussun, fikirler konuşsun" mesajı üzerine kurgulanan HDP, Kürt siyasetini çatışmalı dönemin kutuplaştırıcı etkisinden kurtarmayı amaçlıyordu. BDP isyan döneminin siyasi partisiydi, HDP ise barış döneminin aktörü olacaktı. Ancak hayatı kurgulamak ne kadar zorsa siyaseti de saat gibi kurmak o kadar imkânsız. Partileri makine gibi yönetemezsiniz. Sosyal-siyasal olaylar üzerinde de yüzde yüz hâkimiyet kurmak mümkün değil.
Biraz geriye doğru gidelim, çözüm sürecinin başladığı ilk günlere. Siyasal iktidar, çözüm sürecini başlatarak İmralı üzerinden PKK ve Kürt meselesini yönlendirme gücüne sahip olunca muhalefet boş durmadı. Kandil ve HDP'ye el atarak siyasal iktidarı dengelemeye çalıştı. AK Parti karşıtı blokun Kürtleri keşfetmesi aslında çözüm süreciyle birlikte başladı. Ankara'nın Apo’su varsa muhalefetin de Kandil'i vardı! Sürecin bozulması ve çatışmaların yeniden başlaması umuduyla muhalefet, Kandil'e büyük ilgi gösterdi. Hasan Cemal'lerin, Amberin Zaman'ların, eski solcuların Kandil'den aşağı inmez olmaları, hatta İstanbul sermayesi ve Beyaz Türklerin, Doğan medyasının PKK sempatizanı olup çıkmasının nedeni Kandil'i hâlâ Ankara'ya karşı maniple etme arzusuydu. Altına hücum eder gibi birdenbire Kürt siyasetine akın ettiler. Hatırlanacak olursa Hürriyet gazetesi tam kadro -tarihinde ilk kez- Diyarbakır'da HDP yöneticileriyle birlikte toplantı yaptı. Muhalefet, Kürt siyasetine gösterdiği bu yakınlığı zamanla ciddi bir siyasi projeye dönüştürmeyi başardı. HDP, Kürt CHP'si olarak statükocu blokun ittifakı haline geldi; Demirtaş ise yeni bir Gandi Kemal olarak hükümetin karşısına sürüldü.
HDP, kuruluş amacından uzaklaşarak AK Parti karşıtı koalisyonun etkili bir bileşeni oldu. Barış döneminin siyasi aktörü olması amacıyla kurulan bu parti, statükocu blokun yeni Türkiye'nin önünü kesmesi için umut bağladığı siyasi bir aktöre dönüştü. Bu dönüşüm süreci HDP ve Demirtaş'ı eski Türkiye'nin projesi haline getirdi.
Abdullah Öcalan'ın HDP'yi başta böyle kurguladığını hiç sanmıyorum. Arkasına demokrasi güçlerini alan HDP'nin Türkiye'nin demokratikleşmesine ve PKK sorununun çözümüne katkı sunması umuluyordu. Ancak mevcut durumda HDP ve Demirtaş arkasına demokrasi güçlerini değil ama statükocu güçleri almayı başardığı görülüyor. Statükoyu korumak isteyen güç çevreleri HDP etrafında birleşti. Statükonun siyasi temsilini bugün batıda CHP, doğuda ise HDP yapıyor. Misyonları da 7 Haziran seçimleriyle büyük bir ivme kazanacak olan Türkiye'nin büyük dönüşüm sürecini engellemek. Yeni Türkiye'yi engelleyecek yeterli toplumsal güce ve siyasal enerjiye sahip olduklarını sanmıyorum. 30 Mart Yerel Seçimleri ve 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları bunu açıkça gösteriyor. Muhalefetin başardığı tek şey, demokratik Kürt hareketini statükonun yedeği haline getirmek oldu ki, bu da HDP'nin dayandığı demokratik damarının aslında çok zayıf olduğuna işaret ediyor. Bu gerçeğin şimdiden açığa çıkmış olması da bence oldukça önemli.