[17-21 Ekim 2015] Türkiye 2002’den bu yana biraz demokrasi gördü, barış gördü, istikrar gördü, büyüme ve kalkınma gördü. Ama aynı zamanda yarım yamalak bile olsa darbe girişimleri, en azından tasavvurları da eksik olmadı. 2013’ten itibaren devirmeci ve çatışmacı istikrarsızlık
güçleri tekrar harekete geçti. Gezi gösterilerini, Gülen Cemaatine bağlı polis ve yargı
unsurlarının “yolsuzluk operasyonları” izledi. Bu sarsıntılar tam dinmemişken, IŞİD
harekete geçip Diyarbakır ve Suruç bombalamalarını gerçekleştirdi. Bölgesel hegemonya
hayallerine kapılan PKK ise bunu, tekrar silâha başvurmanın bahanesi yaptı. Kürt hakları
açısından en ufak bir gerekçesi yokken, yeniden savaş ilân etti; bir dizi kent merkezinde
“özyönetim” adı altında ya alternatif devletleşme yaratmaya, ya da güvenlik güçlerini
Kürt halkına büyük kayıp verdirecek bastırma biçimlerine provoke etmeye çalıştı. HDP bu
amansız ve acımasız komplo ve cinayetlere kol kanat gerdi. Batı basınının İslamofobik
bir bölümü de ne olursa olsun kabahati AKP hükümetine bulma tavrını değiştirmedi. Bir
yandan PKK’nın HDP’yi seçimlere sokmamak istediği açıklık kazanırken, diğer yandan,
savaşı “erken seçim yapıp kazanmak için Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın çıkardığı” yalanı, adım
adım, “Erdoğan'ın seçimleri yaptırmamaya çalıştığı” ve “yapılsa bile bunun artık seçim
olmayacağı” yalanlarına dönüştü. Tam bu noktada 10 Ekim Ankara katliamı çıkageldi.
İlginçtir; HDP liderliği bunun da faturasını, her türlü izan ve idrak hilâfına,
saniyesinde “katil” ve “alçak” diye suçladığı hükümete çıkardı. Ölü ve yaralı yüzlerce
insanımıza, siyasi istismar uğruna “bizim” diye el koymaya kalktığı gibi, artık bir arada
yaşama ve kardeşlik diye bir şey de olamayacağını haykırarak, duygusal ve düşünsel
bölücülüğünü iyice tırmandırdı. Kutuplaşmayı doruğa çıkarıp ülkeyi tam bir kırılma
noktasına getirmeyi hedefledi.
Bütün bu olguları bu şekilde yanyana koymak, sorunun tam ne olduğunu netleştirmek
bakımından önemli. Ortadoğu’da sınırlar yeniden çizilirken, bölgenin tek istikrarlı
ülkesi olarak Türkiye, barış düşmanı, istikrar düşmanı, demokrasi düşmanı bir cephenin
topyekûn taarruzuyla yüzyüze. Bu taarruzun başını da görünürde PKK ve HDP, perde
arkasında ise herhalde Suriye ve İran ile birlikte IŞİD’in de dahil olduğu başka güçler çekiyor.
Amaç, ilk adımda seçimleri yaptırmamak ve/ya itibarsızlaştırmak. İkinci planda, siyaseti
tıkamak ve ülkeyi tümüyle yönetilmez kılmak, ya da böyle içinden çıkılmaz bir kriz
görüntüsü uyandırmak. Nihai olarak, tam bir “çökmüş, iflâs etmiş devlet” (failed state)
durumu yaratıp, belki hem iç hem dış müdahaleleri dâvet etmek. Bu bir kaos tasavvuru; tam
bir felâket, bir Armageddon, bir kıyamet günü senaryosu. “Benden sonra tufan” mantığıyla
dur durak bilmeyen bir çatışmacılığı sonuna kadar götürmek isteyenlere karşı, Türkiye'nin
bütün namuslu vatandaşlarının bir Demokrasi ve Meşruiyet cephesinde elele vermesi
gerekiyor.