Türkiye’de erkek İslamcıların, laik kesimin dışlayıcı ve yasakçı tutumunun yol açtığı mağduriyet duygusunu tepe tepe kullanarak iktidara yürüdüğü yıllarda, bir numaralı mağduriyet alanının özneleri olan başörtülü kadınlar da ister istemez erkeklerin iktidar mücadelesinin yanında konumlandırdılar kendilerini: 1980’ler, 1990’lar ve 2000’lerin ilk on yılı ‘türbanlı erkekler’in dindar kadınlarla ittifakı şeklinde geçti.
Kendi ideolojik çemberlerinin erkekleriyle “İster istemez” birlikte hareket ettiler diyorum ama, dönemin somut politik koşullarını veri kabul ederek söylüyorum bunu.
Peki, dönemin politik koşulları farklı olsaydı, yani başörtülü kadınlar laik kesimin o dışlayıcı, baskıcı tutumlarına maruz kalmasaydı, iktidara yürüyen erkek dindarlarla yaşayıp gördüğümüz o ittifakı kurmayabilirler miydi?
Bu soruya gerçekçi bir cevap verebilmek için, dindar kadınların bütün dindarlar gibi başka birikmiş sorunlarının da olduğunu; laik kesimin bu sorunları hiçbir zaman anlamayacağına inandıklarını; bu nedenle, sorunlarının çözümü için ‘kendi’ iktidarlarından başka çare olmadığını düşündüklerini de hesaba katmalıyız.
Bunları hesaba katsak bile, şu soru yine de geçerlidir: 1980’lerde, 1990’larda ve 2000’lerin ilk on yılında laik kesim, hadi olmadı laik kesimin kadınları, o da olmadı erkek egemenliğine karşı kadın hareketi (feministler) dindar kadınların başörtüleriyle okuma hakkını savunsaydı, o ittifak yaşayıp gördüğümüz türden bir ittifak olur muydu?
Nilüfer Göle, feministler ve örtülü kadınlar
Nilüfer Göle, Ayşe Çavdar’ın kendisiyle gerçekleştirdiği nehir söyleşi kitabı Mahremin Göçü’nde, tesettürlü kadınlar ve feminizm ilişkisini şöyle anlatıyor:
“Örtünen kızlar feministlere büyük bir güç kazandırabilirler. Bence zaten örtünen kızlar feminizmden çok şey öğrendiler. Ama feministler örtünen kızlardan öğrenmeyi reddediyorlar. Bu çok korkunç bir şey. Feministler kendilerini kızların karşısında buldular. Bence feminizm bu yüzden bitti. Tarihle randevusunu Müslüman kızlara karşı geliştirdiği düşmanlık yüzünden iptal etti.” (s. 128).
O günler unutuldu ama geride çok kötü tortular bıraktığı muhakkak. Kadın dayanışmasını esas alan bir hareketin, laikliğin otoriter bir yorumunu benimseyerek hemcinslerinin istedikleri kıyafetle öğrenim görme hakkını savunmaması fecî bir tercihti ve bu ne yazık ki gerçekleşti.
Seküler feminist kadınların bu tatsız savruluşunun altında, en temelde, “fıtratları” ve “köktenci inançları” nedeniyle, dindar kadınların erkeklerle kendilerinin yaşadığı sorunlara benzer sorunlar yaşasalar bile bunu bir sorun olarak görmediklerine dair önyargıları yatıyordu. Böylece, en koyu körlükle, görmek istemeyenlerin körlüğüyle malûl hale geldiler ve dindar kadınların da erkeklerle seküler kadınlarınkine benzer sorunlar yaşadıklarını ve buna itiraz ettiklerini yıllar boyunca göremediler.
Oysa önyargılarından biraz sıyrılsalardı, dindar kadınlara biraz kulak verselerdi, o da olmadı Selin Ongun’un 10 yıl önce yayımlanmış kitabı “Başörtülü Kadınlar Anlattı: Türbanlı Erkekler”e şöyle bir göz atsalardı, Türkiye’deki başörtüsü sorununun uzun bir bölümünü ortak mücadeleyle geçiren başörtülü kadınlar ile “türbanlı erkekler” arasındaki bir gün mutlaka patlayacak gerilimi hissedebilirlerdi.
Geçen yazıyı bu yazıya bağlarken bu kitaptan söz etmiş ve şöyle yazmıştım:
“On yıl önce yayımlanmış bu kitapta dindar kadınlar ne çok şey anlatmaya çalışmıştı erkek dindarlara. Fakat onlar anlamak istemediler, sürece gözlerini kapadılar ve geldik bugüne.”
Şimdi bu alıntıyı şöyle değiştirmek istiyorum:
“On yıl önce yayımlanmış bu kitapta dindar kadınlar ne çok şey anlatmaya çalışmıştı erkek dindarlara ve seküler kadınlara… Fakat onlar anlamak istemediler, sürece gözlerini kapadılar ve geldik bugüne.”
Bugün, erkek dindarlar İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkan dindar kadınları dehşet içinde izliyorlar; nereden çıktı bu kadınlar diye soruyorlar kendi kendilerine, bazen de kendilerini tutamayıp küfür ediyorlar. Benzer bir şaşkınlığı, mahçubiyetlerinden ötürü ifade etmeseler de seküler kadınlar da yaşıyor olmalı.
Geçen yazının sonunda, Selin Ongun’un kitabından birkaç alıntıyla, dindar kadınların aslında her şeyi yıllardır anlatmakta olduklarını örnekleyeceğimi söylemiştim.
Fakat bunu bu yazıda yapmamaya karar verdim. Çünkü hakkını vermek gerekiyor ve bu da yazıyı çok uzatacak.
Bunu ileride yapma sözü vererek, kitabın ana fikri niteliğinde gördüğüm birini buraya alacağım. Selin Ongun’un konuştuğu başörtülü kadın, erkek dindarlar ve dindar kadınlar arasındaki gerilimi anlatırken sanki bugünleri işaret ediyor gibi:
“Bu mesele erteleniyor, erteleniyor. Gün geçtikçe daha da kötü hale geliyor. Bu arada başörtülü kadınlardaki olumlu değişim her an devam ediyor. Bir gün gelecek bu kadınlar patlayacak. Bu kadınları daha fazla nasıl bir konteynerin içinde tutabilecekler, bilmiyorum.” (Merve Kavakçı).
O günler geldi işte… Erkek dindarlar şaşkınlıktan ne yapacaklarını bilemez haldeler… Seküler kadınlara gelince; umarım onlar da olan bitene bu kez gözlerini kapamazlar ve tarihsel hatalarını bir kez daha tekrar etmezler.