Eski tüfeklerin de yeni yetmelerin de futbolda sık kullandığı bazı cümleler vardır. Bir tür sihirli formül muamelesi görür bu cümleler ve ben onları çok severim. Çünkü gerçekliğin önemli bir kısmına tekabül ederler ve bunun için de zamana karşı direngen olurlar.
“Atanın ve tutanın iyi olacak” bunlardan biridir mesela. Gözünü arkada bırakmayacak bir kalecin ve yakaladığı fırsatları tabelaya yazdırmayan bir golcün yoksa işin zor, anlamına gelir bu. File bekçin geleni içeri buyur ediyorsa ve santraforun eline geçen şansları heba ediyorsa, Allah sabır versin, zafere biraz zor yürürsün.
“Sağlam bir iskeletin olacak” bir diğer hoş cümledir. Geride, ortada ve ileride, yani üç hatta en az iyi birer oyuncuya duyulan ihtiyacı anlatır bu da. Savunmada rakibe geçit vermeyecek, orta sahada etrafı derleyip toplayacak ve hücumda da yakaladığını atacak bir kramponun olacak ki, rakiplerini arkanda bırakasın. Zayıf bir iskeletle yol alamazsın, dolayısıyla kadro mühendisliğini bu altın küpeyi hep kulağında tutarak yapman gerekir.
İsyan eden ruh
Liverpool’un şampiyonluğundan sonra 2020’nin futboldaki benim için ikinci güzel haberi olan Real Madrid’in 34. şampiyonluğu, bu cümleyi bir kez daha doğruladı. La Liga’nın tacını takan Beyaz Şimşeklerin iskeleti kuvvetliydi bu sene. Başarı şüphesiz bütün takımın ama zirve yolculuğunda üç ismi ayrı bir yere yazmak icap eder: Ramos, Casemiro ve Benzema.
Sergio Ramos, gerçek bir liderlik sergiledi. Defansı sağlam bir şekilde örgütlemekten öte takımın bütün oyununa şekil verdi. Sadece saha içinde değil saha dışında ve soyunma odasında da ekibine hükmetti, yol gösterdi. O, Real’in isyan eden ruhu; yenilgiyi kabul etmeyen, vaziyet kötüye gittiğinde sorumluluk alan, inatçılığı ve adanmışlığıyla takımını hırslandıran bir karakter. Ramos gibi bir kaptana sahip olmak, Real’in rakiplerine üstünlük sağlamasında altı muhakkak çizilmesi gereken bir faktör.
Casemiro, her yıl üzerine koyuyor; fiziki dayanıklılığını hayranlık duyulacak bir seviyeye çıkarıyor, alan bilgisini artırıyor ve oyun görüşünü genişletiyor. Bir orta sahadan beklenebilecek bütün işleri büyük bir gayretle yapıyor; rakibi karşılıyor, boşluk dolduruyor, sahipsiz topları kazanıyor, adam eksiltiyor ve oyun kuruyor. Defansın ve forvetin yükünü hafifletiyor, Kroos ve Modric gibi klas ayakların yeteneklerini daha rahat sergilemelerine zemin hazırlıyor. Madrid’in oyununa denge ve aklı katan bu Brezilyalıyı seyretmekten büyük bir haz duyuyorum.
Karim Benzema, on yıldır Madrid’de; geldiği günden beri onun Real gibi bir takımın forveti olmayı hak edip etmediğine dair tartışmalar eksik olmadı. Birçok kişi onun Butragueno, Raul, Ronaldo (Brezilyalı olanı) gibi muazzam golcülerin tahtına oturmak için yeterli ve gerekli yeteneklere sahip olmadığı kanaatindeydi. Hatta ilk döneminde Zidane’ın onda ısrar etmesini, hemşehrilikle/Fransızlıkla açıklayanlar bile vardı. Ancak rakamlara bakıldığında, Benzema’ya haksızlık yapıldığını söylemek mümkün; zira on sezonun sekizinde yirmi golün üzerine çıkan bir golcü var karşımızda. Az buz bir rakam değil; bu yıl da 21 golle takımını sırtladı ve şampiyonlukta önemli bir rol oynadı.
Ateşten gömlek
Saha içindekilere hakkını teslim ettik. Sıra, mimarda. Kuşkusuz, Real’in tepeye yerleşmesinde en büyük pay, teknik direktör Zinedine Zidane’ın. Futbolculuğu muhteşemdi, gelmiş geçmiş en iyi futbolculardan biriydi. Hocalığı da muhteşem oldu. “Yıldız futbolcudan iyi teknik direktör çıkmaz” klişesini paramparça etti ve daha dört yılı doldurmadan adını en iyilerin arasına yazdırmayı başardı.
Elbette bu bir tesadüf değil. Zirveye çıkmak için epey ter dökmek gerekiyor. Zizou da çok çalıştı; iki futbol dâhisinden (Bielsa ve Guardiola) dersler aldı, Benitez ve Ancelotti gibi devlerin yardımcılıklarını yaparak pişti. 2016’da Real’in başına geçtiğinde, çok az kişi onun böyle bir görev için hazır olduğunu düşünüyordu. Son yıllarda Barça’nın gölgesinde kalan ve taraftarının sabrını zorlayan Real’da hoca olmak ateşten gömlek gibiydi.
Zizou, bu gömleği çok şık bir şekilde üstünde taşıdı. Üç defa üst üste Şampiyonlar Ligi’ni kazanarak inanılması güç bir başarıya imza attı. 2018’de zirvedeyken bıraktığı Real, ondan sonra krize girdi. Lopetegui bir fiyaskoydu, Solari’nin ara döneminden sonra Başkan Perez, işi tekrar ehline emanet etti.
Kupa canavarı
Zidane eşofmanlarını yeniden giydiğinde Real bir krizdeydi. Takım taktik disiplinini kaybetmiş, savunma dağılmış, kale yol geçen hanına dönmüştü. Yeni transferler de bekleneni vermekten uzaktı. İngiltere’de futbolseverlerin yürek yağlarını eriten Hazard, İspanya’da ritmini bulamıyordu. Büyük umutlar bağlanan Joviç, hayal kırıklığı yaratıyordu. Bale, gözlerin pasını silen yeteneklerini göstermekte cimri davranmaktan vazgeçmiyordu.
İpleri bu şartlar altında eline alan Zizou, takıma hücumda daha zengin ve savunmada daha sağlam duran bir taktik karakter kazandırdı. Bir yıl önce 63 olan gol sayısını 70’ye çıkardı. Yenilen golleri ise yarıya yakın bir oranda (46’den 25’e) azalttı. Real, oyunu kontrol eden, gerektiğinde hızlandırıp gerektiğinde yavaşlatan, skoru tutabilen bir kimliğe büründü. Barça’nın Pep’ten sonra içinde girdiği hoca açmazı kulüpte hoşnutsuzluğu giderek derinleştirirken Real doğru hoca tercihi ile yeniden hayat buldu.
Dört yıllık hocalık kariyerinde Zidane; 3’ü Şampiyonlar Ligi, 2’si La liga, 2’si İspanya Kupası, 2’si UEFA Süper Kupası ve 2’si de FIFA Dünya Kulüpler Kupası olmak üzere toplam 11 kupa kaldırdı. Adı sanı büyük nice hocanın bütün yaşamları boyunca elde edemeyecekleri başarıyı Zizou dört yıla sığdırdı. Onu böylesine bir kupa canavarı yapan en mühim hususiyetinin, oyuncularıyla arasında dokuduğu sıkı bağ olduğunu düşünüyorum. Oyuncuları onu seviyor ve ona inanıyor, o da elindekileri çok iyi işliyor ve onlardan mümkün olan en fazla verimi almasını biliyor.
Sanırım Zidane’ın sihrini anlamak için, Villarreal’i 2-1’le geçip şampiyonluk kupasına uzandıkları maçın bitmesiyle Zidane’a koşup ona sımsıkı sarılan ve kendisi de beşinci kez şampiyonluk mutluluğu yaşayan Ramos’un sözlerine kulak kabartmak yeterli olacaktır:
“Zidane’ın dokunduğu her şey altına dönüşüyor. Ona ve yaptıklarına inanıyoruz. O eşsiz biri. Umarım burada çok uzun yıllar kalır.”
Ben de öyle olmasını diliyorum.