Her mesleğin kendine göre iyi ve kötü yanları vardır. Her meslek insana maddî ve manevî anlamda bir şeyler katar ve ondan bir şeyler alır. İnsanlar olağan şartlarda kendi serbest iradeleriyle meslek seçer ve icra eder. Ancak, bazen mesleklere giriş şu veya bu ölçüde tesadüfe bağlı olur. Baba mesleğini sürdürme, etkilenilen insanların peşinden gitme, geçici olarak yapılan bir işi sürekli meşgaleye dönüştürme durumları karşımıza az çıkmaz.
Öğretim üyeliği mesleğine bilerek ve isteyerek girdim. Başka yolları takip etmem imkân dâhilinde olmasına rağmen hiçbir alternatif düşünmedim desem yalan olmaz. On yılları geride bıraktığım bu meslekte iyi şeyler de gördüm kötü şeyler de. Ancak, bir kere olsun pişmanlık duymadım. Meslek hayatımın hemen hemen her safhasında ağır sorunlarla, haksız engelleme çabalarıyla, insafsız tutumlarla karşılaşmış olsam da işimi severek ve iyi yapmaya çalışarak bugünlere geldim.
Meslek hayatım boyunca öğrencilerimle genellikle iyi geçindim. Onları hasım, aciz zavallılar ve onlara ayırdığım zamanı israf olarak görmedim. Öğrencilerim arasında dil, din, ırk, ideoloji, deri rengi, cinsiyet, sosyal ve ekonomik statü vb. sebepler yüzünden pozitif veya negatif ayrımcılık yapmadım. Benim ilgime ve yardımıma ihtiyaç duyan her öğrencinin yanında oldum.
Öğrencilerim görev yaptığım ve sınıfa girerek ders verdiğim yerlerdeki öğrencilerle sınırlı kalmadı. Özellikle sivil toplum faaliyetlerim sayesinde Türkiye’nin hatta dünyanın birçok köşesinde öğrencilerim oldu, oluyor. Liste tutmadım ama sanırım en çok öğrencisi olmuş hocalar arasında -eğer en başta değilsem- en başlarda gelirim.
Öğrencilerime her zaman özgüven telkin etmeye çalıştım. Daima hedeflerini iyi belirlemelerini, asla umutsuzluğa düşmemelerini, gayretli ve disiplinli olmalarını, sabırlı davranmalarını, kendilerine zaman vermelerini, ne yapacaklarsa en iyi şekilde yapmaya çalışmalarını, kendi akıl ve yeteneklerine “ihanet” etmemelerini telkin ettim. Öğrencilerimi etkilemede ve hayata hazırlamada çoğu zaman başarılı olduğumu sanıyorum. Akademik hayata girip profesörlüğe ulaşmış öğrencilerim var. Diğer mesleklerde olduğu gibi gazeteciler, bürokratlar ve politikacılar arasında da çok sayıda eski öğrencim bulunuyor. Bazen tesadüfen karşılaştığım eski öğrencilerimden aldığım geri bildirimlerle öğrencilerimin hayatına yaptığım katkıların farkına varıyor ve bundan çok mutlu oluyorum.
Klasik, odasından çıkmayan, dar alanı dışında hiçbir şeyle ilgilenmeyen bir öğretim üyesi olarak kalmadım. Gerek sivil toplum faaliyetlerim, gerek çalışma saham, gerekse tabiatım icabı kamusal meselelerle ilgili olarak öne çıktığım anlar oldu. Çoğu zaman buna mecbur kaldım. Yanlış bildiğim fikir ve tavırlara karşı hem kendime karşı dürüst olma hem de kamusal bir hizmet yapma gereği beni ses çıkarmaya itti. Kritik anlarda aldığım tavırların ve dile getirdiğim görüşlerin çoğunda haklı çıktığımı görme şansı da buldum.
Kamusal alana çıkan herkes eleştiriye açık ve hazır olmak zorunda. Bunun bilincindeyim. Hiçbir şey yapmayan hiç dikkat çekmez ve hiç eleştiri almaz. Ayrıca, eleştiriyi de kapsayan kamusal diyalogun, karşılıklı etkileşimin, fikrî ve akademik gelişmenin vazgeçilmez ve yeri başka bir şey tarafından doldurulamaz araçlarından biri olduğu kanaatindeyim.
Ancak, eleştirinin de bir seviyesi, ahlâkı ve asaleti olmalı. Eleştiri ağzına geleni söylemek; hiç bilgi birikimine sahip olunmayan alanlarda cüretkârca ahkâm kesmek; insanların şahsiyetine, özel hayatına saldırmak; iftira atmak; aklınca alay etmek, küfretmek değildir. Fikirler karşı fikirlerle tartılır. Eleştirilerin kişiselleştirilmemesi, şahsiyata dökülmemesi, bilgiye dayanması olması gerekir. Benim prensiplerim belli: “Kişilere karşı nazik, fikirlere karşı acımasız olmak.” İnsanları yok etmeye değil fikirlerinin yanlış olduğunu göstermeye çalışmak. Tanrısal bilgiçlik ve yanılmazlık havasına girmemek. Yanılmaya ve düzeltilmeye her zaman bir açık kapı bırakmak.
Eleştiride insafa da ihtiyaç var. Bunu “engizisyon mantığından uzak kalmak” şeklinde de ifade edebilirim. Hata yapmayan insan olmaz. Bu olağan hayatta da fikir hayatında da böyle. Bir kimsenin belli bir anda hata yapması onun bütün hayatının, bir fikrinin yanlış olması tüm fikirleinin yanlış olduğunu göstermez. Bu yüzden, doğrusu, kişilere ilgili değerlendirmeleri onun bütün hayatını kuşatacak şekilde değil hata anını esas alacak şekilde yapmaktır. Aksi takdirde, kişiler adeta haksızca infaz edilmiş olur.
Türkiye’de genel olarak eleştirel kültürün özel olarak eleştiri kültürünün ve ahlâkının gelişmesine çok ihtiyaç var. Belki de meraklı, yetkin birileri bu konuya özel olarak eğilmeli ve kamusal yankıları ve etkileri olacak çalışmalar yapmalı.