Bir önceki yazımda 31 Mart Vak’asının nasıl vukua geldiğinden kabaca bahsetmiştim. Esasında söz konusu yazıda eklemeyi unuttuğum önemli bir noktanın altını çizmekte fayda var. Şöyle ki 31 Mart Vak’asının İttihat ve Terakki komitacıları eliyle organize edildiği, reaksiyoner grupların bilhassa provoke edildiği ve İttihat ve Terakki’nin bu kaos ortamından yararlanarak gücünü konsolide ettiğini iddia eden argümanlar mevcuttur. Bu olay ile birlikte İttihat ve Terakki kendisine muhalif unsurların ortaya çıkmasını sağlamış ve onları bertaraf etme imkanı bulmuştur.
Bu değerlendirmeyi de ekledikten sonra Adana Katliamları’nın nasıl cereyan ettiğine geçebiliriz. 1909 öncesi Adana’daki Ermeni topluluğu özellikle ticaret ve sanayide büyük ilerlemeler kaydeder. Ermenilerin ekonomik düzlemde gösterdiği bu yüksek performans Adana’daki Müslüman ahaliyi ve bilhassa yerel eşrafı oldukça rahatsız eder. Esas itibariyle Ermenice kaynaklar Adana’da Ermeniler ve Müslümanlar arasındaki etnik çatışmaların kaynağını Ermenilerin ekonomik alandaki zenginliğine bağlamaktadır.
İkinci Meşrutiyet'in ilanı Adana’da da hem Müslüman hem de Ermeni cemaat arasında coşkuyla karşılanır. Ancak bu coşku ve sevinç fazla uzun sürmez. Zira, Ermenilerin eşitlik-özgürlük-kardeşlik fikriyatına olan bağlılığı ve devrim coşkusu 1908 yazı itibariyle Müslüman cemaati oldukça rahatsız etmeye başlar.
Ermenilerin ekonomik alanda elde ettiği üstünlüğün siyasi alana tahvil edilmesi ve Ermenilerin siyasi temsil taleplerinin ayyuka çıkması; bilhassa Adana’daki yerel eşrafı ve bölgenin İttihat ve Terakki temsilcisi ve aynı zamanda İtidal gazetesi aracılığıyla Müslüman ahaliyi yaptığı yayınlarla Ermenilere karşı kışkırtan İhsan Fikri’yi Ermenilere karşı harekete geçirir.
Esasında bütün bu hazırlıklar bölgede bir etnik çatışma ortamı ve zeminin oluşturulmasına yönelikti. Adana’da salı günleri büyük pazarın kurulduğu gündür. Köylüler o gün sabahtan Adana’ya gelirler ve akşamda köylerine dönerler. 13 Nisan 1909’da köylüler evlerine dönmez. 70,000’ne yakın Ermeni, Kürt ve Türk çiftçi Adana’da bulunmaktadır.
14 Nisan 1909’da kargaşa ve huzursuzluk şehirde hakim olmaya başlar. Aynı gün Ermeniler, çok sayıda Türk, Kürt, Çerkez, Başıbozuk ve Müslüman muhacirlerin ellerinde taşıdıkları bıçak, satır, balta vb. gibi kesici aletleri görür ve hemen canhıraş bir biçimde dükkânları kapatıp kaçmaya başlar. Bu gruplar başlarına sarık giymişlerdir.
Ermenilerin dükkanları erkenden kapattığını gören Müslüman ahaliyi bu durum endişelendirir. Zira Ermenilerin kendilerine saldıracaklarına dair bir söylenti şehirde dolaşmaktadır. Dönemin Valisi Cevat Bey, Ermeni cemaatini temsil eden önde gelen siyasi ve dini liderlerle görüşerek Ermenilerin dükkanlarını açmasını zira bu durumun Müslüman ahalinin endişelerini gidereceğini salık verir. İlaveten, Cevat Bey Ermeni temsilcilerine şehirde huzur ve güveni tesis edeceğinin garantisini verir.
Türk yerel eşrafından önde gelen bazı kişiler Ermeni temsilcileriyle görüşür ve Ermenilerin pazardaki dükkanlarını açmasının huzur ve sükûnetin tesisi adına önemli bir hamle olacağını belirtir. Ermenileri ikna etmek için Pazar yerine giden Ermeni temsilcilerden Urfalyan Efendi yolda katledilir. Bu durum üzerine Jandarma Kumandanı Kadri Bey hemen istifa eder. Daha önce İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından görevden alınan eski Jandarma Kumandanı Zor Ali tekrar göreve çağrılır ve şehirde güvenliği yeniden tesis etmesi talimatı ile göreve başlar.
Bu sırada şehirdeki başıbozuklar Ermenilere ait hanlara ve depolara talanlar, saldırılar düzenler. Bu başıbozuklar arasında, Türkler, Kürtler, Fellahlar, Çerkezler, Abdallar, Romanlar ve Girit’ten gelen muhacirler bulunmaktadır.
14 Nisan’da başlayan katliamlar başlangıçta organize ve sistemli değildir. Ermeniler bulundukları yerlerde özsavunma taktikleri geliştirmiş ve kendilerini silahlı olarak savunmaya çalışmıştır. Katliamların ikinci günü saldırılar ve çatışmalar daha da yoğunlaşır ve momentumunu artırır. Ermeni ahalinin büyük çoğunluğu Ermenilere ait kilise ve okullara sığınır. 16 Nisan 1909’da saldırı ve talana dahil olan güruh iyiden iyiye genişler zira Halep ve Sivas’tan gelen Türk gruplar da katliamlara iştirak etmeye başlar.
Cephaneleri bitmek üzere olan Ermeniler, hükümetten kendilerini korumalarını talep eder. Bunun üzerine Vali Cevat Bey, Türklerden ve Ermenilerden müteşekkil eşrafı toplar ve bir uzlaşma zemini bulmaya çalışır. 17 Nisan’da ortam sakinleşmeye başlar.
Adana sokakları Ermeni cesetleriyle doludur. Cesetler Seyhun nehrinde yüzmektedir. Birçok Ermeni Mersin’e kaçmıştır. Çok sayıda Ermeni katledilmiştir. Ermenilere ait çok sayıda dükkan, işyeri ve kurum zarar görmüştür. Katliamlar sadece Adana’da değil Tarsus, Sis, Dörtyol, Cebel-i Bereket, Düzce ve Kilis’te de vuku bulur.
Bilhassa Ermenice kaynaklarda İhsan Fikri’nin saldırıları ve saldırganları kışkırtmak suretiyle olayların bu noktaya gelmesindeki rolü açık ve nettir. Peki, başında beyaz sarığı ve elinde tüfeğiyle saldırgan güruh arasına girerek katliamlara iştirak eden İhsan Fikri’nin önemli bir İttihat ve Terakki mensubu olması katliamlarda Cemiyet’in rolüne ve dahline ilişkin bize nasıl bir resim sunar? Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girip kontrolü ele geçirmesiyle birlikte 25-27 Nisan’da Adana’da vuku bulan katliamların ikinci dalgası nasıl gerçekleşti? İttihat ve Terakki’nin buradaki rolü ve sorumluğu neydi? Katliamın bilançosu nasıldı? Bütün bu soruları gelecek yazımda cevaplamaya çalışacağım.